Ali Sürmelioğlu’nun deneysel mozaik romanı, Üsküdarlı Falanca ve Feşmekanları, Ketebe etiketiyle raflarda yerini aldı. Uyku ile uyanıklık, rüya ile gerçek arasında başka alemlere uzanan bir yolculuk olarak işlenen roman, masal evreninde hayali bir seyahat olarak karşımıza çıkıyor. Ancak belirlenen bu seyahatin rotaları, Üsküdar’ın sokaklarında geçiyor.
Camiler, mezarlıklar, köşkler, dergâhlar, kahvehaneler ve saraylara uzanan bu rüya güzergâhı yazarın anılarından beslense de devirlerin kendi hikâyesini anlatıyor. Sürmelioğlu ile kitabının çıkışını ve Üsküdar’ın rotalarını konuştuk.
Bir gece Çengelköy’de boğazı seyrederek çay içerken gelişti her şey. Uzunca bir zamandır çevremde hep İstanbul’un tarihine dair kitap yazmam talebi vardı. Tarih araştırmacısı değilim ama yirmi yıldır bu şehrin hikâyesine dair okumalar yapıyorum. İlk kitabım da eski İstanbul’da geçiyordu. O gece bir dostumun şiir seven kızı Mihrimah’ın kaydı geldi: “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.” Bir duyu engellenince başka duyu kuvvetlenir ya, Orhan Veli şiirde yalnız şehrin seslerini kayda almıştı. Kurmaca madem gerçekten güçlüydü; seslerden, renklerden ve rüyadan besleneceğim bir kumpanya kurdum.
Herkes aynadan yansıyana baktı ama çok az kişi aynanın hikâyesini merak etti. Üsküdar, İstanbul’u İstanbul’a gösteren bir ayna. Fethin rüyasını gören Üsküdar, henüz İstanbul Türk’le müşerref olmadan önce zaten Türk yurdu olmuştu. Üsküdar büyük bir şahit. İstanbul’da olan her vakıanın, her değişimin, her tantananın kaydını tutmuş, bir adım geriden büyük resme bakan kâmil bir pir-i fani gibi.
Yarımburgaz Mağarası’ndan alacak olursak on iki bin yıllık mazisi var bu bölgenin. Şehrin katmanlı bir tarihi olduğunu düşünüyorum. Zamanı lineer değil de muhit açısından dönem aralıklarını üst üste bindirip dikey inceleyebilseydik, aynı muhitlerde farklı asırlarda, farklı anlayışlarda, farklı akışlarda benzer süreçler yaşandığını görebilirdik bence. Üst üste bindirdiğimizde bambaşka hikâyelerin birbirini tamamlayabileceği güzergâhlar belirlemeye çalıştım.
Tarih anlatıları meşhurları ve daha çok siyasi meseleleri merkeze alıyor. Tarihi romanlarsa devirlerin sosyal yapısını, kırılmalarını, anlayışlarını, folklorlarını da konu ediniyor. Romanda rüyanın zamansızlık algoritmasını kullanarak bir kurgu yaptım. Rüyada, Fatih’i, Zeus’u ve sıradan bir insanı aynı anda görebilirsiniz. Senaryodaki kapı metaforları gibi geçiş yerlerinde bir zaman atlamasıyla macerayı farklı tarihlere sıçratarak başka olaylara zıpladım. Yer yer yazarın anılarından beslenmiş olsa da temelde devirlerin kendi hikâyesinden yükseldi.
“Duvardibidir Meskenimiz” bölümü, haritasında tek güzergâh olmayan bölüm. İstanbul’da cami yanında, duvar dibinde çay ocağı olmayan muhit var mıdır? Mahallenin nabzı orada tutulur. Fatih ve
Üsküdar yarışmaz mesela. Her biri kendince, kendinde güzel.
Yahya Kemal’in “Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer” dediği yerdeyim. Sade, sadece değil. En sade semtini sevmek bile kalbinde bir ömür hükmünü taşıtan bu şehirde her güzergâhın başka hikâyesini seviyorum.