46 yıldır kendine özgü tekniklerle seramiğe şekil veren Sanatçı ve Akademisyen Ahmet Nejat Birdevrim, Türkiye’de “Seramiğin Ak Çinisini Kullanan Sanatçı” olarak biliniyor. Turkuvaz sırrı dışında öğrencilerine bildiği her şeyi öğrettiğini anlatan Birdevrim, “Sanatçının bir imzası olması gerekiyor ve o imzayı kimse taklit edemez. Sanatçının da böyle bir sırrı olsun ki gizemli olsun” açıklamasını yapıyor.
Nusret Çolpan Sanat Galerisi, sanat hayatının 46. yılında 50. sergisini açmanın mutluluğunu ve gururunu yaşayan Seramik sanatçısı Ahmet Nejat Birdevrim’e ev sahipliği yapıyor. “Yolculuk” adını taşıyan retrospektif sergi, sanatçının hayatı boyunca yapmış olduğu eserlerden bir seçki sunuyor. Birdevrim, eserlerinde geleneksel sanatları yaşatmaya çalışırken; aynı zamanda tüm kâinatın sahibi olan yaratıcının güzelliklerini ve ona olan sevgisini de anlatıyor. Uzun yıllar sanat öğreticiliğinin yanında dalgıçlık da yapan Birdevrim, yaratılan alemler içinde kendine en yakın bulduğu deniz dibi alemini yine kendi imzası olan turkuaz sırla birleştirerek su altının gizemli dünyasını da toprağına yansıtıyor. Türkiye’de “Seramiğin Ak Çinisini Kullanan Sanatçı” olarak da bilinen Ahmet Nejat Birdevrim ile sanat çalışmalarını ve uzun uğraşlar sonucu elde ettiği sanatının “sır”larını konuştuk.
Bu dokuya bakanlar 46 yıldır Allah kelamı görüyor
Bir keresinde röportaj yapmak için görüştüğüm bir sanatçı, bana başka eserleri anlamak için onlara dokunduğunu söylemişti. Bu öneri hep aklımın bir köşesinde kaldı. Fırsat buldukça -elbette esere zarar vermeyecekse ve yasak değilse- ben de merak ettiğim eserlere dokunmaya onları parmak uçlarımla tanımaya çalıştım. Ahmet Nejat Birdevrim’in 46 yıllık sanat yaşamının çıktıları da ben de bu isteği uyandırdı. Eserlerin pürüzlü arka planı sanki çorak toprakları uydu görüntüsünden izlemek gibiydi. Pürüzlü yüzeylerin üzerindeki ayet-i kerimeler, Allah lafzı ve Efendimizin ismi ise bir o kadar kusursuzdu. İlk kez karşılaştığım bu dokunun telif hakkının kendisinde olduğunu söyleyen Birdevrim, bu dokunun serüvenini, “1993 yılında hacca gittiğim zaman uçağımız çölün üzerinden geçerken bütün çölün kabarıklıklarının Allah lafzı olduğunu hissettim ve gördüm. Bu dokuyla benim esas ifade etmek istediğim şey Mekke toprağı. Bu doku, çölü ifade ediyor” sözleriyle anlatıyor. Pürüzlü çöl toprağı dokusu üzerine yine seramik hat istiflerini pürüzsüz bir şekilde işleyen Birdevrim, “Oluşturduğu zıtlık sayesinde çok daha farklı gözüküyor ve kendini öne çıkarıyor. Ayrıca bu doku üzerine sadece ayet-i kerimeleri ve Allah lafzını çalışıyorum çünkü her şeyin üzerinde onun olduğunu anlatmak istiyorum” diyor. 1993 yılından beri çalıştığı bu dokuyu öğrencilerinin yalnızca İslami eserler çalışması için kullanmalarına izin verdiğiniz anlatan Birdevrim, “Çünkü bu dokuya bakanlar 46 senedir Allah kelamı görüyor” diyor.
Turkuvazın sırrı dört yıllık bir çalışma
Seramikle ilgili ilk çalışmaları uzun yıllar yaptığı dalışlarla şekillendiğini anlatıyor Birdevrim. “Yaklaşık on yıla yakın sualtı ile uğraştım. Ve o suyun altındaki muhteşem dünyayı ben toprağıma nasıl yansıtabilirim diye düşündüm” diyen Birdevrim, eserlerinde kullandığı turkuvaz sırrı dört yıl boyunca yaptığı yaklaşık 3 bin 5 yüz deney sonucunda elde etmiş. Bu sırrı bulduktan sonra suyun altındaki güzelliği itinayla toprağına yansıtmış. Daha sonra yine bu özel rengi aracı kılarak, “Bu renkle Allah’ı nasıl ifade edebilirim?” düşüncesi üzerine yoğunlaşan Birdevrim, “Biliyorsunuz turkuvaz mecazi olarak enginlik ve derinliği, sonsuzluğu ifade eder. Sonu bucağı yoktur. Ben turkuvazımı İslami çalışmalarımda kullanmaya karar verdim” diyor.
Hem öğretmek hem icra etmek daha zevkli
“Hem öğretici olmak hem de bir yandan sanatı icra etmek bence çok daha zevkli” diyen Birdevrim, öğrencilerine bir şey öğretirken, aynı zamanda öğrendiğini ifade ediyor. Uygulama, öğretme ve öğrenmenin bir arada olduğunun altını çiziyor, “Öğrencilerimizin hocasıyız ama aynı zamanda öğrenciler de bizim hocamız. Öğrenciler olmazsa biz olmayız. Dolayısıyla bütün varlığımız öğrenciler. O yüzden de öğrencinin, bizim gibi sanatçıların üzerine katkıları çok büyüktür. Çünkü bizi devamlı teşvik ederler. Bizim güzel sanatlardaki hocaların her birinin zamanda bir sanatçı kimliği vardır. Yetiştirdiği öğrencisi de aynı zamanda onun bir eseridir. O yüzden ben bütün hocalarımı anarım. Çünkü onlardan öğrendim. Onlar da benim her sergime gelir gurur duyarlardı, ben de benim sergime gelmelerinden gurur duyardım” diyor. Turkuvaz sırrı dışında öğrencilerine bildiğim her şeyi öğrettiğini anlatan Birdevrim, “Bunun nedeni şudur: Sanatçının bir imzası olması gerekiyor ve o imzayı kimse taklit edemez. Bunu ne kanunu olarak taklit edebilir ne de aynısını yapabilir. Sanatçının da böyle bir sırrı olsun ki gizemli olsun. Sanatçı biraz gizemli olmak zorunda” açıklamasını yapıyor. Seramik teknolojileri üzerine aynı zamanda TÜBİTAK’ın danışmanlığını da yapan Birdevrim, sırlar hakkındaki tekniklerini seramik teknolojileri dersinde öğrencilerine aktarıyor.
Türkiye’de ak çini ile ilgilenen yalnızca benim
Seramik genel terimiyle pişmiş toprak demek. Anorganik maddelerin ısıyla sertleşerek birleşmesine deniliyor. Daha sonra ham maddesine, karışım şekline, pişmesine ve çalışma şekline göre farklı isimler alıyor. “Porselen, cam, çini, akçini, çömlek… Biz hepsine seramik diyoruz. Ak çini de benim bulduğum bir hammade değil, Almanların bulduğu bir hammadde. Ama Türkiye’de ak çini ile ilgilenen yalnızca benim” diyen Birdevrim, akçiniyi seçme nedenini şu sözlerle anlatıyor: “Akçini çok hafif ve yüksek derecede sertleşen bir seramik. En önemli özelliği de çok beyaz olması. Üzerine attığımız sır nedeniyle renkleri bozmuyor ve tüm renkleri olduğu gibi yansıtıyor.” Çalışmasının ise diğer seramiklere göre daha zahmetli olduğunun altını çizen Birdevrim, “Allah rahmet eylesin Prof. Dr. Ateş Arcasoy hocamdı. Üniversitede okuduğum 1978-1979 yıllarında teknoloji dersleri notlarım yüksek olduğu ve çok da meraklı olduğum için bana bu konuda çalışmamı söylemişti. Ben de bu konu üzerine eğildim. Halihazırda benden başka akçini ile çalışan yok” diyor.
Her şeyimde Rabbim sen varsın
- Muhtelif deniz dibi çalışmalarında da yine eserin içerisine gizli Allah lafızlarını yerleştirdiğini ifade eden Birdevrim, “Her şeyimde ‘Rabbim sen varsın’ deyip kullandım” ifadesinde bulunuyor. Birdevrim, çalışmaları yaparken yalnızca kainatın güzelliklerinden esinlenmiyor. Medeniyet hazinemiz Osmanlı ve Selçuklu motiflerinden de ilham alıyor. Bu ilhamın çıktılarından biri de çift başlı kartal figürü. Birdevrim bu figürün hikâyesini şöyle anlatıyor: “Bugün gördüğümüz birçok Selçuklu motifi, aslında Şamanizmden gelmiş. Örneğin çift başlı kartal Şamanizmdendir ve ‘Doğu’nun Batı’nın hakimi şamanlardır’ demektir. Alâeddin Keykubad o motifi alır ve Sivas Divriği Ulu Camii’nin taç kapısının iki yanına yerleştirir. Bu motifle demek istediği; ‘Doğu’nun ve Batı’nın hakimi İslamiyettir’ olur. Benim de bu motiften esinlenerek yaptığım birimler var. Bu birimleri bozmadan kullandım. Dolayısıyla bu da benim eserlerime bir değer ve derinlik kattı.”
Eserlerim Fatih’e çok yakıştı
- Sergi için 46 senelik eserleri arasından seçim yaparken zorlandığını ifade eden Birdevrim, “Bir ay boyunca bu işle uğraştım en sonunda hasta oldum. Bu eserlerin en hafifi 10 kilo. Örneğin, İstanbul tablosu 35 kilodur. Aslına bakarsanız bu nedenle seramik sanatçısının çalışma ömrü kısadır. Malzememiz ağırdır, siz o fiziki yeteneklerinizi yitirdiğiniz zaman devam etmeniz çok zor” diyor. 50. sergisinin Fatih’te açılmasından büyük bir memnuniyet duyduğunu ifade eden Birdevrim, “Mehmet Ergün Turan Beyefendi çok büyük desteklerde bulundu. Güzel bir şekilde eserlerimizi bu salonda sergiliyoruz. Açıkçası eserler de Fatih’e çok yakıştı” ifadelerini kullanıyor.