Seksenli yıllarda dini yayıncılığın yükselişe geçtiği dönemde üç arkadaş bu eserlerden ilhamla ilk dini bant tiyatrolarını hazırladılar. O dönemde okurdan büyük ilgi gören Asım Köksal’ın İslam Tarihi adlı ciltli eserinden Mute Gazası’nı senaryolaştırıp bant tiyatrosu haline getiren ve müzikle de renklendirilen tiyatro o kadar büyük ilgi gördü ki kısa sürede bu bant tiyatroların sayısı hızla arttı. Yeşil pop dediğimiz ezgi müziğin de bu tiyatro eserlerinin içindeki parçalardan çıktığını söylemeliyiz. Dönemin bir anlamda sesli kitapları olan ve kitapçılarda satılan bant tiyatrolarının hikayesini Azim Dağıtımın sahibi Kenan Yabanigül ile konuştuk.
n1980’li yıllarda radyo tiyatrolarından ilhamla bir grup arkadaşınızla birlikte ilk bant tiyatronuzu satışa sunuyorsunuz. Mute Destanı isimli bu bant tiyatrosu nasıl bir ortamda doğdu? Mute Destanı’nı seçmeniniz sebebi neydi?
80’li yıllarda TRT’nin sadece akşam saatlerinde yayın yapan TV’si gün içinde toplumun birkaç saatini doldurabiliyordu, her eve de henüz girememişti. Ama radyo çok başka bir yerde duruyordu, gün boyu işyerlerinde, evlerde yoğun bir şekilde dinleniyordu. Canlı futbol maçı yayınları ve haber yayınları ile erkek dinleyicilerin, Arkası Yarın gibi radyo tiyatroları da özellikle hanımların en gözde medya aracı olarak hayatın içinde önemli bir yer tutuyordu. İşte bu ilgi 1980’de Cihangir’deki bir öğrenci evinde üç üniversite öğrencisinin oluşturduğu bir projeye dönüştü öncelikle; Mesut Yabanigül, İbrahim Sadri ve Mehmet Burhan Genç. Özellikle İslam tarihinden kesitlerin bir radyo tiyatrosu formatında kaset ile yayınlanabileceği ve bu şekilde çok geniş kitlelere ulaşılabileceğini, çok da etkili olabileceğini uzunca bir süre konuştu bu gençler. Ama bu projeyi gerçekleştirmek için birkaç yıl geçmesi gerekti. Asım Köksal’ın İslam Tarihi o yıllarda yazılıyor ve cilt cilt yayınlanıyor, her cilt çıkınca ciddi bir okur kitlesi tarafından hemen alınıp kısa zamanda okunuyordu. İslam Tarihi’nin Mute Gazası’nı anlattığı cilt yayınlanınca da ilk senaryoya ilham verdi. İbrahim Sadri Mute Destanı’nın senaryosunu bu tarihte yazdı. Bant tiyatrolarının ilk senaryosu böylece ortaya çıktı.
Radyo tiyatrosu hazırlamak kolay gibi görünse de epey zor bir iş. Senaryosu, seslendirmesi, kaydı, dağıtımı gibi pek çok uzmanlık alanı gerekiyor. Bu sorunları o yıllarda nasıl aştınız? Kimlerden destek aldınız? O yıllarda ses kaydı için stüdyo bulmak kolay mıydı?
Gerçekten çok yabancısı olduğumuz bir alandı. Düşe kalka, deneme yanılma usulüyle ilerledi süreç. 1985 Mayıs ayında Çocuğa Selam dergisini yayınlamaya başlamıştık (bir süre sonra ismini Ümit Nesline Selam olarak değiştirmiş ve 4 yıl boyunca yayınlanmıştır.) abonelerine bir hediye verme düşüncesi ile bu bant tiyatrosu projesi birleşti. Daha ziyade radyo sanatçılarından oluşan bir ekibe iş teslim edildi, ancak sonuç çok kötüydü. Sanatçılar bize haber vermeden incelemek için aldıkları senaryoyu kendi başlarına seslendirmişlerdi. Sonuç çok kötüydü, çünkü konunun ruhu anlaşılmamıştı ve de sanatçılar İslamî terimlerin telaffuzu konusunda yetersizlerdi. Tam bu aşamada Ulvi Alacakaptan ile yeni tanışmıştık, onun yönetmenliğinde eser yeniden ele alındı, senaryo üzerinde yeniden çalışıldı, Barbaros Ceylan’ın yaptığı bestelerle senaryo güçlendirildi ve stüdyoda yeniden kayda alındı. Bu sefer sonuç o günün imkânlarına göre oldukça başarılıydı.
Müzik ve senaryoyu buluşturduğunuz bu metinler İslâm alanında ilk kez yapılıyor. Nasıl tepkiler aldınız?
Bu kaset çok ses getirdi, bant tiyatrosu yaklaşımı çok beğenildi, çok dinlendi. Ama beraberinde birçok tartışma başlığı açıldı. O güne kadar dindar kesimin müzik olgusuyla olan tanışıklığı çok sınırlıydı: enstrümansız icra edilen mevlîd ve ilahiler geleneksel olarak hayatın içindeydiler, çok tepki görmüyorlardı. Bir yandan 70’lerin son yıllarında hayatımıza giren Filistin marşları ve sonra İran menşeli devrim marşları genç kesim tarafından çok dinlenen ve söylenen marşlardı. Mute Destanı’nda arada yer alan ezgilerin Barbaros’un sesinden ama saz ve birkaç sade enstrüman desteğiyle icra edilmesi çok yeni bir olguydu. Aylarca enstrümanların caiz olup olmadığı, sahabe sözlerinin enstrüman eşliğinde söylenmesinin küfre kadar gidebileceği, tiyatroda kafiri rolü oynayanın fıkhî durumu, def dışındaki enstrümanların haramlığı gibi konular o dönemin çok büyük dergilerinde, gazetelerinde tartışıldı durdu. Henüz özel radyoculuk başlamamıştı, dergi ve gazeteleri çıkaran grupların radyo istasyonları yoktu, bu yüzden eleştiriler de çok keskin ve acımasızdı. Ne zaman ki bu yayın organları radyoculuğa başladılar, o zaman müziğin insan ruhu üzerindeki latif etkisinden dem vuran yazıları okumaya başladık.
Tepkiler karşısında ne yaptınız?
Mute Destanı ile hedeflenen şey, bant tiyatrosu tarzında bir formun başlatılması idi, enstrümanlar üzerinde kopan fırtına asıl niyeti o kadar gölgede bıraktı ki, mecburen Mute Destanı için tekrar stüdyoya girildi, Barbaros’un bestelerinin enstrümansız okunduğu bir başka kayıt daha yapıldı ve o kayıt çoğaltıldı. Piyasada artık enstrümansız Mute Destanı kaseti vardı ama “Sazlı Mute” yıllarca aranan bir kaset olmaya devam etti.
Büyük ilgi gören bant tiyatroların devamı da geldi. Dinleyici kitleniz kimlerdi? Bir de o dönemde sesli yayıncılıkla kitabevlerini ilk siz buluşturdunuz değil mi? Bu adres değişikliği dinleyici kitlesini de değiştirdi mi?
Evet devamı geldi ve yıllarca dinleyicinin ilgisine mazhar olmaya devam etti. Her yaş ve seviyeden dinleyiciye hitap ediyordu ama özellikle hanımlar ve gençler daha yakından takip ettiler. O dönemde dindar kitle ile müziğin arasında çok büyük mesafeler vardı. Dolayısıyla plakçı/kasetçiler bu ürünlerin dağıtımı için uygun değildi. Dinî kitapların dağıtım mecraları olan kitapçılar doğal olarak dinleyiciye ulaşmak için uygun bir dağıtım ağı oluşturdular. Kitapçılardan satılması dinleyici kitlesini değiştirmedi, zaten ulaşılmak istenen kitlenin uğrak yeri kitapçılardı, doğal mecrasında gelişti süreç.
Bir zamanlar dini yayıncılığın adresi olan Beyazsaray Kitapçılar çarşısı aynı zamanda sesli yayıncılığı dinleyiciyle buluşturan ortak adres oldu. Dini yayıncılığın yükseldiği bu dönemde sesli yayıncılıkla desteklenen ‘çok satan’ kitaplar listesine paralel işler de üretildi mi? Birbirlerini nasıl etkilediler?
Her alanda olduğu gibi sesli yayıncılığın gelişim sürecinde farklı yapımcıların farklı eğilimleri oluştu. Kimi popülariteyi öne aldı, kimi kaliteyi öncelemeye çalıştı. Kitaplarla kasetler birbirini nasıl etkiledi sorusuna net bir cevap bulmak zor. Aynı kültürün ürünleri olduğu için okuyan kesimin aynı zamanda iyi birer dinleyici olduklarını düşünüyorum. Bant tiyatroları, tiyatral tarafının yanı sıra öğretici yönüyle o dönemde bir sesli kitap havası oluşturmuştu adeta.
Bant tiyatrolarının içindeki ezgiler, besteler beğenilince tek albüm olarak yapılmaya başlandı. Ezgilerin yükselişi bant tiyatrolarının geride kalmasına mı sebep oldu sizce?
Müziğin yeri ile kitabın yerini karıştırmamak lazım. Bant tiyatroları öncelikle bir çeşit sesli kitap niteliğindeydi. Bant tiyatrolarının ilk çıktığı dönemde müzik albümü ile ortaya çıkmak çok zor olurdu. Müzik 80’lerin hemen öncesinde ve başlarında ancak marşlar halinde icra edildiğinde kısmen kabul görür, bunun dışında çok keskin bir şekilde dışlanırdı. O yüzden başlarda bant tiyatrolarında yardımcı öğe olarak yerini alabildi. Üzerinde uzun süren (aslında hala bitmemiş olan) tartışmalarla biraz daha ne olduğu veya ne olmadığı berraklaşınca müstakil albümler ortaya çıkmaya başladı. Müzik albümlerinin çıkmaya başlamasının bant tiyatrolarını doğrudan olumsuz etkilediğini düşünmüyorum. Ancak bir bant tiyatrosu en fazla 2-3 kere dinlenebilirken, bir müzik albümü defalarca dinlenebilir. Bu yönüyle müzik albümleri bant tiyatrolarını bir miktar gölgede bırakmıştır.
Ezgiler ve bant tiyatrolarını özel radyolar nasıl etkiledi?
Radyolar ilk başlarda bant tiyatrosu tarzındaki eserlerin kısmen yaygınlaşmasına destek olur gibiydiler. Ama özel radyoların yaygınlaşması iki yönüyle bant tiyatrolarının sonunu hazırlayan bir süreç oldu. İlk olarak hiç telif ödemediler, bu ekonomik açıdan korsan çoğaltımlardan daha güçlü bir darbe oldu yapımcılara. Ama ikincisi, yani telif ödemedikleri için sınırsız sayıda tekrarlanan yayınlar albümlere olan ihtiyacı ortadan kaldırdı. Bant tiyatrolarının her gün onlarca kez radyolarda yayınlandığı bir ortamda kim niye kasetini satın alsın ki? Öte yandan radyolar da ekonomik açıdan güçlü oldukları, reklam gelirlerinin daha iyi olduğu dönemlerde kalıcı yapımlarla uğraşmadılar, canlı yayınlarla, yorumcularla, sohbetlerle yayın saatlerini doldurdular. Tiyatral ve kalıcı eserler üretmediler ne yazık ki.
Bugün hâlâ sesli yayıncılıkla ilgilenin biri olarak sesli yayıncılığın bugünkü durumu üzerine de bir değerlendirme yapar mısınız? Geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Bant tiyatrolarının yerini almaya, ihtiyaç varsa o ihtiyacı karşılamaya namzet onlarca alternatif var artık. Farklı sosyal medya kanallarında insanlar çeşit çeşit paylaşımlar yapıyorlar. İnsanlara söyleyecek sözünüz, iletecek mesajınız varsa bunu yapabileceğiniz imkanlar erişilebilir ve çok yaygın olarak mevcut. Tarzlar, yöntemler, araçlar, biçimler değişse de mesaj iletilmeye devam etmektedir ve devam edecektir.