|

İslami ilimler dünyanın düşünce temelini üretti

Dünya tarihinin bilim, sanat ve zanaat anlamında dönemlere ayrıldığından bahseden Akademisyen Prof. Dr. Ömer Türker, bu dönemlerin belirli uygarlıklar tarafından yönlendirildiğini ifade ediyor. Türker, “İslam medeniyeti, 18. yüzyıla kadar dünyanın düşünen zihni. Bilim ve sanat burada üretiliyor” diyor.

04:00 - 30/06/2024 Pazar
Güncelleme: 02:17 - 30/06/2024 Pazar
Yeni Şafak
Ömer Türker.
Fotoğraf : Sedat Özkömeç /
Ömer Türker.

İlim mahfillerindeki ününe rağmen, hayatı hakkında sadece kaynaklarda tekrarlanan sınırlı bilgilere ulaşabildiğimiz Tehâneli âlim Muhammed b. Ali et-Tehânevî’nin yazımına bir ömür adadığı eseri “Keşşâfu Istılâhâti’l-fünûn ve’l-ulûm” ilk kez Türkçe’ye çevrildi. “Bireysel olarak bir insan çaba sarf etse, uğraşsa ilimleri acaba kendi başına öğrenebilir mi?” sorusu üzerine düşünen Tehânevî, 1600’lü yıllarda eğitim imkânı olmayan ve infakla kitap okuyabilecek kesime yönelik bir maarif inkılabı düşüncesi de geliştirir ve bütün ilimlerin ve fenlerin terimlerini kapsayan bir “terimler ansiklopedisi” yazmaya karar verir. Bugün İslam medeniyetinin bilimler ve sanatlar tarihinin en geniş ansiklopedisi olarak karşımıza çıkan bu kapsamlı eser, Prof. Dr. Ömer Türker koordinatörlüğündeki geniş bir akademik tercüme, edisyon ve telif heyetince Ketebe Yayınları tarafından yayımlandı. İslam dünyasının terimler zenginliğine yönelik bilgi sahibi olmak isteyen pek çok kişinin merakle beklediği “Bilim ve Sanat Terimleri Ansiklopedisi”ni Prof. Dr. Ömer Türker ile konuştuk.

15. yüzyıl alimleri arasında irtibat çok güçlü

Tehânevî, Hindistan’ın Belh şehrinde doğan ve doğduğu şehirde vefat eden bir isim. Bulunduğu şehirde bir ansiklopedi yazacak bilgi birikimine nasıl vakıf olmuş olabilir?

Tehânevî’nin hayatı hakkında çok bilgiye sahip değiliz. “Tehâne” dedikleri bir kasabada doğmuş, büyümüş. Ailesinin bir ulema ailesi olduğunu biliyoruz. İlk eğitimini babasından alıyor. Doğum tarihini bilmiyoruz ama vefat tarihine yaklaşık bir tahmin var. Kabri hâlen Hindistan’da saygıyla ziyaret edilen bir mekân. Bunlar dışında Tehânevî hakkında çok fazla ayrıntı bilmiyoruz. Bu eseri böyle bir çevrede nasıl yazdığına gelince… Bu sorunun cevabını biliyoruz. Hindistan, İran, bugünkü Özbekistan’ın ve kısmen Türkmenistan’ın bazı bölgelerinin bulunduğu bölge olarak Maveraünnehir, hatta Anadolu’ya kadar aşağıda Mısır’a uzanan bu bölgeler aslında aynı geleneğe mensuplar. Bu bölgelerde özellikle 13. yüzyıldan sonra hakim olan merkezinde tasavvuf geleneği söz konusu olduğunda İbnül Arabî’nin, felsefe ve keramet geleneği söz konusu olduğunda Fahreddin Râzî’nin bulunduğu bir ilmi gelenek var. İslam dünyasının neredeyse tamamına bu gelenekler yayılmış ve medreseler kanalıyla bu gelenekler çok iyi öğreniliyor. Hindistan’da da özellikle Tehânevî’nin yaşadığı dönemde bu medreseler güçlü. Dolayısıyla Osmanlı medreselerinde bir insan hangi kitapları okuyup öğreniyorsa, Memlükler’de hangi kitapları okuyup öğreniyorsa, Hindistan’da da aynı kitapları okuyup öğreniliyor. Burada yaşayan bir alim orada tanınıyor, orada yaşayan bir alim de burada tanınıyor. Kitaplar karşılıklı olarak dolaşıma giriyor. Diyelim ki 1500’lerde Hindistan’da yaşamış Abdülhakîm Siyâlkûtî, 15. yüzyılın başlarında Anadolu’da yaşayan Molla Fenârî’ye reddiye yazabiliyor. Hem aralarındaki irtibat çok güçlü, hem de belli eserler etrafında teşekkül etmiş medrese gelenekleri çok güçlü. Hepsi aynı eserleri ve aynı büyük isimleri hepsi tanıyorlar. Sadece bir takım eserler yerel. Ama İslam dünyasında şöhret bulup tedavüle girmiş eser ve şahıslar ortak. Dolayısıyla Hindistan’da böyle bir eserin yazılmış olmasında şaşıracak herhangi bir şey yok.

* Kitapta “Tehânevî’nin bu çalışmayı yapmaktaki maksadının ilimlerin herhangi bir hocaya ihtiyaç duymadan öğrenilmesi olduğu belirtilir” şeklinde bir cümle var. O dönemde çok iyi medreseler ve hocalar var ise Tehânevî, ilimlerin hocaya ihtiyaç duyulmadan öğrenilebilmesi için neden böyle bir sözlük yazmaya mı girişmiş?

Tehânevî aslında “Bireysel olarak bir insan çaba sarf etse, uğraşsa ilimleri acaba kendi başına öğrenebilir mi?” diye bir soru sormuş ve bunun için bir proje geliştirmiş. Çünkü ilimlerin öğrenilmesi önündeki engel, temel terim örgüsünün bilinmesi aslında. Ana meseleler nelerdir, hangi terimler etrafında, hangi problemler ve hangi ıslahlar etrafında bu disiplinler inşa olur bunun bilinmesi. Kendisi de hem okuduğu eserlerde hem medresede gördüğü derslerde her bir disiplinin terimler örgüsünü çıkarmaya amaçlamış bu nedenle. Bir terimler ansiklopedisi oluşturmayı amaçlamış. Bu onun şahsi bir merakı. Bu şahsi meraktan ömrünün neredeyse tamamına yayılan bir proje ortaya çıkmış. Bütün ömrü boyunca mesaisini bu işe vermiş. Okuduğu kitaplarda terimlerin en iyi anlatıldığı yerleri, en ayrıntılı tahlil edildiği yerleri, farklı anlamların kullanıldığı yerleri belirleyip alfabetik olarak bir ansiklopedi oluşturmuş. Gerçekten ilginç bir proje.

Keşşâf bir okuma kılavuzu

17. yüzyılı yani İslam dünyasının ikinci döneminde kaleme alınan eser, 1658’de tamamlanmış. Bu kapsamlı kitabın kaynakları hakkında neler biliyoruz?

İslam tarihinde özellikle 13. yüzyıl ve sonrası yeterince çalışılmadı. Bu neye tekabül ediyor? Özellikle kelam-felsefe gelenek söz konusu olduğunda Fahreddin Râzî sonrasına tekabül ediyor. Fahreddin Râzî 1210’da vefat etti. Biraz bu modern İslam tarihi, İslam düşüncesi tarihi okumalarının da gazabına uğradı. Modern dönemde geri kalmışlığımız özellikle medrese geleneğindeki skolastik yapılanmadır şeklinde bir kanaat ortaya atıldı müsteşrikler tarafından. İslam dünyasında da bu kanaati destekleyen pek çok ilim adamı yetişti. Bizim fiilen İslam düşünce tarihi öğreten okullarımızda da bu kanaat önemli ölçüde yaygınlaştı. Bu nedenle de 13 ile 19 arasındaki döneme ilgi duyulmadı ve çalışmalara konu olmadı. Dolayısıyla bu dönemde yazılan binlerce eser henüz yazma. Yazma olduğu için de bunlar hakkında sahih kanaat geliştirmek, eserler arasında düşünce takibi yapabilmek, eserler arasında hiyerarşik yapılanmayı çıkarabilmek, dönemlerin kendine özgü ilgileri nelerdir sorusunu cevaplayabilmek için elimizde tam bir materyal yok. Ama Tehânevî’nin bu çalışması, tam da bizim ilgimize konu olmayan bu dönemin literatürüne dayalı. Dolayısıyla Tehânevî, bir terimi anlatırken o terim işte felsefede şu anlama geliyor, kelamda bu anlama gelir, tasavvufta şu anlamda kullanılır, fıkıhta bu anlamda kullanılır varsa farklı disiplinlerdeki anlamı kaynaklarına dikkat çekerek anlatıyor bize. Böyle olduğu için de Tehânevî’nin metni aslında klasik dönemi iki ana dönemi ayıracak olursak Fahreddin Râzî sonrası dönemin okuması için tam bir anahtar işlevi görüyor. Bu anlamda Keşşâfu Istılâhâti’l-fünûn ve’l-ulûm; kaynakları, referansları ve ilgileri itibarıyla Fahreddin Râzî sonrasından özellikle Batı’yla karşılaşma tecrübesi yaşadığımız çağlara kadar bir okuma kılavuzu olarak kullanmaya elverişli.

Herkesin ilgi duyacağı bir metin

İslam medeniyetinde bilimler, sanatlar ve zanaatları anlaşılmasında eserin önemi hakkında neler söylemek istersiniz?

Bu metin, İslam medeniyetinin bilimler ve sanatlar tarihinin en geniş ansiklopedisi. İslam düşünce tarihinde terimlerle ilgili pek çok kitap kaleme alındı. Keşşâfu Istılâhâti’l-fünûn ve’l-ulûm’un hem madde sayısı da çok fazla hem de hacim olarak da çok geniş. Metnin ayrıca iki önemli özelliği var. Birincisi metin sadece İslam düşünce tarihçileriyle ilgili bir metin değil açıkçası. Bir şekilde İslam’ın medeni mirasına ilgi duyacak, herkesi ilgilendiren bir metin. Herkesin öğrenebileceği, öğrenmesi gereken bilgilerin bulunduğu bir metin. İkincisi, metin aslında sadece İslam’la ilgili değil. Şöyle düşünün, dünya tarihinde dönemler vardır. Bir dönem Yunan dönemidir, bilimler Yunan’ın üretimiyle gelişiyor. Bir dönem Helenistik dönem olarak adlandırdığımız. Yunan filozofları ve bilim adamları sonrası yetişen şarihlerin bulunduğu dönem. Ondan sonra İslam geliyor. İslam miladi 8. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar dünyanı düşüren zihni. Bilim burada üretiliyor. Dolayısıyla insanlık tarihine merak duyan, herkesin ilgilenmesi gereken bir metin. Dolayısıyla metnin okur kitlesi ilahiyatçılar değil. Geçmişle ilgili merakı olan herkes bu metnin okur kitlesini oluşturuyor. O nedenle çok geniş bir okul hinterlandı var. Faydalı olmasını umut ediyorum.

Keşşaf’ın Türkçedeki ilk tercümesi

* 19. yüzyılın ikinci yarısından bu yana müteaddit baskıları yapılmış bu eser ilk kez mi Türkçe tercüme ediliyor?

Bu eseri tercüme etmek isteyen çok kişi oldu. Daha önce projeler denendi. Fakat çok farklı uzmanlıkları gerektirdiği için metnin tercümesi yeni nasip oldu. Önce maddeler alanlara göre tasnif edildi. Ardından alanlardaki mütercim listesi oluşturuldu. Sonra o mütercim listeler içerisinde editöryal vazifeyi yapacak kıdemli bir hoca tayin edildi. Mütercimlere maddeler dağıtıldı. Mütercimlerden gelen maddelerin editörler tarafından Arapça-Türkçe karşılığı kontrol etmesi planlanıyordu. Ardından da bana gelmesi, nihayi okumayı benim yapmam. planlanmıştı. Bütün bu işi takiple de İbrahim Halil Ayten isimli arkadaşımız görevlendirilmişti. Ama biz alt editoryal sistemi uygulayamadık. Sadece fıkıhta, tasavvufta, kısmen felsefede uygulanabildi. Onun dışındaki alanlarda uygulanamadı. Mütercimlerden maddeler toplandıktan sonra henüz mütercimlere gitmemiş maddeler ortaya çıktı. Bazı maddeler de alanı olmadığı sebebiyle mütercimlerden geri döndü. Bunların tümü bana bir tercüme yükü bıraktı. Onların bir kısmını ben ilgili arkadaşlara göndererek tercüme ettirdim. Bir kısmını kendim yaptım. Ama asıl Arapça-Türkçe karşılıklı olarak okuma ve kontrol etme işi bana kaldı. O biraz zahmetli oldu ve zaman aldı maalesef. 6-7 yıllık bir süreçti.

Geleneğin güçlü olduğu alanlarda daha güçlü

*Her kitabın olduğu gibi Keşşâf’ında güçlü ve zayıf yanları olduğu muhakkak. Dikkatle incelendiğinde Keşşâf’ın güçlü ve zayıf yanları nelerdir?

Tehânevî’nin güçlü olduğu yanların neredeyse tamamı içinde yaşadığı döneme de etki edecek şekilde Fahreddin Râzî sonrası İslam nazari geleneğinin güçlü olduğu alanlar. Örneğin mtafizikte güçlüler, yöntem disiplinlerinde güçlüler, bu yöntem disiplinlerinin içerisine mantık, fıkıh usulü, adab-ul bahs ve münazara gibi alanlar giriyor. Yani kaynakların güçlü olduğu alanda çok güçlü. Tehânevî’nin ayrıca kitabın bütünlüğünü kurmak için kullandığı sihir, büyü gibi okült bilimler de var. Bu bilimlerin terimlerinin anlatıldığı yerlerde Tehânevî, belirli başka eserler üzerinden götürüyor. Mesela bu alanlar fıkıh, tefsir kadar ayrıntılı değildir. Tehânevî’nin belki biraz daha zayıf olduğu bir alan tasavvuf addedilebilir. Tasavvufta da çok önemli kaynakları kullanılıyor. İbn Arabî’yi, Molla Fenârî’yi, Dâvûd-i Kayserî’yi, Abdürrezzak Kaşanî’yi kullanıyor. Kaynak kullanımı geniş ama medrese geleneğinin çok güçlü olduğu alanlarda bariz bir şekilde güçlü. Kitap bence Fahreddin Râzî’den günümüze kadar İslam dünyasında ‘resmi eğitim müesseseleri’nin güçlü olduğu bütün alanlarda güçlü. İlgisinin zayıf olduğu alanlarda ilgisi daha zayıf.



#Snat
#Aktüel
#İslami ilimler
4 gün önce