İspanyol şair, roman ve oyun yazarı Miguel de Cervantes Saavedra, 1547-1616 yılları arasında yaşamış, İspanyol edebiyatının eşsiz bir döneminin ve romanın babası olarak kabul edilmiş. Edebiyat dünyasında ölümsüzleşmiş eserleriyle tanınan Cervantes’in kitapları, sözleri ve hayatı, bugün de insan doğasının derinliklerine ve toplumsal konulara ışık tutuyor ve hâlâ günümüzde ilgiyle okunmaya devam ediyor. Eserlerinde adaletsizliği, insanların hayal kırıklıklarını ve kahramanlık kavramlarını derinlemesine inceleyen Cervantes, “Özgür Ruhlu Aşıklar”, “Cezayir’de Sürgü”, “Cezayir Mahkumları” ve “Büyük Sultan” gibi eserlere imza atmış. Cervantes’i büyük bir yazar yapan ve Osmanlı dönemi Cezayir’inde yaşadığı beş yıllık esaret hayatıdır aslında. Cervantes’in 1600’lerin başında yazdığı ve bugüne dek her dönem güncelliğini korumayı başaran romanı “Don Kişot”u bu esaret yıllarında yazdığı tahmin ediliyor.
Peki Miguel de Cervantes, Osmanlı topraklarında bir asker, bir tutsak ve nihayet özgür bir adam olarak neler yaşamıştı? Osmanlı Türkiye’si içinde başka yerler mesela İstanbul’a da getirilmiş miydi? Bazı şehir efsanelerine göre İstanbul’da Camii inşaatlarında çalıştığı iddiası gerçek olabilir miydi? Sıradan bir esir gibi sadece hizmetkâr olarak mı yaşayıp gün geçirmiş miydi yoksa Cezayir’de yüksek İslam kültürüne sahip münevverlerle temas kurmuş muydu? Tüm bu sorular
“Esaretten Doğan Şövalye-Don Kişot” adlı belgeselle ele alınacak. Proje tasarımını Dr. Nesrin Karavar ve Mehmet Gün’ün yaptığı, yönetmenliğini ise Mehmet Gün’ün üstlendiği belgesel, Cervantes’in yıllara ve yollara yayılan hayat hikâyesini ve İstanbul’la ilişkisini temel alıyor.
Cervantes’in Osmanlı topraklarında bir asker, bir tutsak ve nihayet özgür bir adam olarak neler yaşadığını, bu deneyimlerin onun edebiyat yaşamını nasıl etkilediğini ortaya koyacak. Belgeselde, Cervantes’in Osmanlı’da geçirdiği yıllardan kalan izler araştırılacak. Bu bağlamda, Cervantes’in Cezayir’de tutsak kaldığı dönemdeki hayatı, İstanbul’a gidip gitmediği ve bu şehirde bir cami inşaatında çalıştığı iddiaları gibi konular ele alınacak. Belgeselde, Cervantes’in eserlerinde Osmanlı’ya dair yansımaları da değerlendirilecek. Örneğin, Don Kişot’un maceralarının, Cervantes’in Osmanlı’da gördüğü dünyayla nasıl bir ilişkisi olduğu tartışılacak. Belgeselde ayrıca alanında uzman akademisyenler Prof. Isabel Soler, Prof. Jose Manuel Lucia Megias, Emilio Sola, Rosa Navarro, Oscar Ayala, Javier Rioyo ve Abderrahmane Khelifa, Sandra Rivas katkıda bulunacak. Türkiye ve İspanya’da yapılacak çekimler sonrası belgesel 2024’te seyirciyle buluşacak. Belgeseli yönetmen Mehmet Gün’den dinledik.
Belgeselin yönetmeni Mehmet Gün, belgesel yapma fikrinin uzun süredir olduğunu belirterek, 15 yıl önce Kılıç Ali Paşa Camii’nde Mimar Sinan belgeseli çekimlerinde doğduğunu söylüyor. Gün, proje tasarımı yapan Dr. Nesrin Karavar’ın ise 7 yıl önce İspanya-Cezayir ve İstanbul arası bir araştırma olarak Cervantes’in Osmanlı İmparatorluğu’ndaki beş yılının sırrı ve bunun Cervantes edebiyatı üzerindeki etkileri üzerine başladığını dile getiriyor. Gün, ayrıca İstanbul’u edebi bir mekan olarak Cervantes’in nasıl ve neden öne çıkardığını ve bu şehrin dünya edebiyatındaki önemine yeni bir bakış açısı sunmak için yola çıktıklarını ifade ediyor ve ekliyor: “Dr. Nesrin Karavar ile yollarımız Konya Sufi Sinema günlerinde kesişti ve ‘Esaretten Doğan Şövalye-Don Kişot’ belgeselini birlikte gerçekleştirmeyi kararlaştırdık. Kalabalık bir ekibiz aslında; projemize destek veren Cervantes Enstitüsü İstanbul, İspanya Ankara Büyükelçiliği, Barcelo Otelleri, bu kurumların çalışanları ve Barselona Üniversitesi, Madrid Üniversitesi akademisyenleri bizlere desteklerini sunuyor.” Gün, belgeselin hikayesinin farklı Cervantes şehirlerinde dolaşarak, farklı dillerde yazılmış birçok eser okunarak, özellikle Cervantes ile ilgili sanattan edebiyata, sinema ve müziğine kadar farklı İspanyol araştırmacılarla sohbetler edilerek oluşturulduğunu dile getiriyor.
Cervantes’in İnebahtı Deniz Muharebesi’ndeki askerliği ve yazarlığı ile tanındığını ifade eden Gün, “Ama bu iki dönemin birbiriyle bağlantılı olduğu ve İnebahtı’nın ve daha sonra Osmanlı Cezayir’inde geçirmiş olduğu beş yıl ile özgürlüğüne kavuşup İspanya’ya geri döndükten sonra başladığı edebiyat hayatının birbirleri üzerindeki etkileri göz ardı edilmiş, neredeyse yok sayılmıştır. Belgeseli izlerken seyircide uyandırmak istediğimiz duygulardan bir tanesi de Cervantes ve İstanbul ilişkisi üzerinedir. İstanbul’un Cervantes’in sadece edebiyat mekanı olarak değil de kendisini yansıtan nasıl bir biyografi mekanına dönüştüğüdür” şeklinde anlatıyor. Gün sözlerini şu şekilde sürdürüyor: “Cervantes kendi bıraktığı noter tasdikli notlara göre İstanbul’da bulunmamıştı. Cezayir’den İstanbul’a gönderilirken geminin içerisinde son anda fidyesi ödenerek özgürlüğüne kavuşup İspanya’ya geri döndüğünü iddia eder. Ama gerçekten bulunmamış mıydı? Bulunmadığını varsaysak bile Cervantes’in eserlerini okuyanların düşündüklerinden daha fazla İstanbul Cervantes’te yer etmiştir. Bu aslında şaşılacak bir durum değil. XVI. yüzyılda her Batılının zihninde idi. Ama eserlerinden de analiz edebileceğimiz gibi Cervantes’in diğerleri gibi sadece zihninde değil daha derinlerdeydi. Cervantes döneminde çok az şehir İstanbul ile kıyaslanabilir. İlk askerlik yıllarında İtalya’da olduğu için diğer İspanyol çağdaşlarına göre bu şehir ile ilgili daha fazla bilgiye sahipti. İtalya’da İstanbul ile ilgili dedikodular, havadisler çok yaygındı. Cervantes ‘Parnasso’ya Seyahat’ kitabında Venedik gazetelerini okuduğundan bahseder.”