İstanbul’un ortasında özenle büyütülmüş çıtır çıtır salataları, taptaze dere otlarını, marulları yemek mümkün. Sık sık önünden geçtiğimiz İstanbul Surlarının eteklerindeki küçük tarlalarda şehirli çiftçiler tarafından yetiştirilen domates, salatalık, marul, roka, maydanoz gibi çeşit çeşit sebze ve yeşilliklerin tadı bir başka güzel. Üstelik şehirde yetiştiği için şehir dışından getirilen sebzelere göre çok daha uygun fiyata müşteriye ulaşıyor. Biz de geçtiğimiz hafta İstanbul içindeki son bostanları gezip buradaki şehirli çiftçilerin hikâyesini dinledik.
İlk durağımız tarih kokan yerlerden biri. Bizans döneminde inşa edilen ve İstanbul’un surlarının hemen yanı başında bulunan, yüzyıllardır tarım alanı olarak kullanılan ve günümüze kadar ulaşan marulu ile meşhur Yedikule Bostanları. Tarihi, Piyalepaşa Bostanı’ndan çok daha eskilere dayanan Yedikule Bostanları’nda şimdilerde tam yirmi dokuz bahçe bulunuyor. Bu bahçelerden birinin işletmeciliğini yapan ve Yedikule Bostancılar Derneği Başkanı olan Dursun Kaplan ailesiyle birlikte bahçesinde kendi ekip biçtiği ve yetiştirdiği ürünlerden hazırladığı leziz kahvaltıyla bizlere kapısını açıyor, 30 yıldır hemhâl olduğu dede mesleği çiftçiliği başlıyor anlatmaya. “Benden önce dedem yapıyordu, dedemden babama, babamdan da bana geçti çiftçilik” diyor. Kaplan 30 yıldır İstanbullulara, tam da 15 bin 600 yıllık Yedikule Surlarının dibindeki bostanında, mevsimine göre birçok çeşit meyve ve sebze yetiştiriyor. Baharda; kara lahana, pazı, kıvırcık, roka yetiştiren Kaplan, şu sıralar ise; semizotu, reyhan, kekik, kişniş ve maydanoz yetiştiriyor. Daha önceleri kuzu kulağı bitkisinin olmadığını, bostanlarında yetişmesi sayesinde artık daha fazla talebin olduğunu ve yetiştirildiğini söylüyor. Bostanında yetiştirdiği ürünlerini organik ve halka açık olarak yetiştiren Kaplan, “Halkımızın bizi tercih etmesi için perakende veriyoruz ve en güzelini, en organiğini yetiştirmeye çalışıyoruz” diyor. Burada yetiştirdiği ürünleri aynı zamanda da semt pazarcılarına toptan verdiklerini dile getiriyor Kaplan. Çapasını yapmak, dikmek, fidelemek eminiz ki çok zordur diyoruz ve Kaplan da bostancılık ve tarımla uğraşmanın zor olduğunu söylüyor hatta artık gençlerin çiftçiliğe merakı olmamasından dolayı hem köyde hem de şehirde çiftçiliğin bittiğini söylüyor. Kaplan, “Ne yazık ki benden sonra bu hayat şartlarında oğluma geçeceğini sanmıyorum” diyerek biraz serzenişte de bulunuyor.
Soluğu bu kez surları takip ettiğinizde Eski Kozlu Mezarlığı’nın karşısında yer alan Dursun Kaplan’ın kuzeni Ahmet Kaplan’ın bostanında alıyoruz. Rumlar ve Arnavutlardan sonra üçüncü kuşak olan ve bostanda çoğunlukla yer alan Kastamonululardan biri Kaplan. 30 yıldır çiftçilikle uğraşan Kaplan, “Günün şartlarında İstanbul’da çiftçi olmaya mecburuz” diyor. Haftanın belirli günlerinde kendi bostanında ekip, biçtiği ve yetiştirdiği ürünlerini Esenler ve Bayrampaşa’daki semt pazarlarında satıyor. “İstanbul’da yetiştirdiğin ürünü satabiliyorsan çiftçilik çok güzel” diyen Kaplan, İstanbul’da çiftçi olmanın zorluk ve kolaylıklarından bahsediyor. Bostancılığın bakımının zor olduğunu ve tıpkı bir bebek gibi olduğunu söyleyen Kaplan, “Çapası, otu, ilacı, gübresi, sulaması başlı başına bir bebek gibi ilgileniyorsunuz” diyerek anlatıyor. İstanbul’da çiftçilik yapmanın en zor yanının ise, büyük traktör kullanamamak ve bostanda çalışacak işçi bulamamak olduğunu söylüyor. “Biz son nesiliz, bizden sonra burada çiftçi bulmak çok zor olacak” diyen Kaplan, “Çocuklarım bu işi sevmiyorlar. Normal zamanlarda dahi bahçeye gelmiyorlar. Yeni nesil çiftçilikle uğraşmıyor” diyor.
Rotamızı bu kez İstanbul’un göbeğinde Kasımpaşa’da bulunan, Mimar Sinan’ın güzel eserlerinden biri olan beş asırlık Piyalepaşa Camii’nin hemen bitişiğinde yer alan Piyalepaşa Bostanına çeviriyoruz. 1573 yılında yapılan Piyalepaşa Camii’nin giderlerini karşılamak için cami vakfına bağışlandığı söylenen Piyalepaşa Bostanı’nın geçmişinin ise camiden çok daha eskilere gittiği söyleniyor. 450 yıllık tarihi bostan geçmişten günümüze hâlâ ayakta. 16. yüzyılda camiye gelir sağlayan bostanın şimdilerde ise tek işletmesini 67 yaşındaki Mehmet Özal yapıyor. Özal, oğlu ve eşiyle birlikte bostanın işlerini sürdürüyor. Yıllardır çiftçilik yapan Özal, “Çiftçilik, baba mesleğimiz. Köyde uğraşıyorduk, daha sonra ise buraya geldik. Piyalepaşa 450 yıl boyunca bahçe olarak kullanılmış biz de 13 yıldan beridir buradayız” diyor. Rahatsızlandığı için şu sıralar bahçeden biraz uzak kalsa da oğlu ile bahçe işlerini sürdürüyor. Özal, günümüze kadar ulaşabilmiş son tarihi bostanlardan birinde; kıvırcık, patlıcan, fasulye, karalahana, pazı, roka, tere, semizotu, beyaz lahana meyve olarak ise yazın incir, erik dut yetiştiriyor. Daha sonra ise pazarda satışa sunan Özal, toptancılar yerine perakende olarak mahalleliye sattıklarını anlatıyor. Bitkileri yetiştirirken tamamen organik bir şekilde yetiştirmeye çalıştıkları söyleyen Özal, “İlaç kullanmıyoruz. Böyle olunca daha değerli oluyor” diyor. İstanbul’da çiftçilik yapmanın zor yanının hayvan gübresi bulamamak olduğunu söyleyen Özal, en güzel yanının ise, müşterilerin buradan gelip kendilerinin ürünleri alıyor olması olduğunu söylüyor. Günümüze ulaşan son bostanlardan birinde tek olmanın çok güzel olduğunu dile getiren Özal, tarihi ayakta tutmayı ve ürünlerini taze, doğal şekilde halka sunmaktan keyif aldığını dile getiriyor.
Fatih Belediye’si tarafından 2020 yılında şehrin merkezinde kurulan Yedikule Bahçe’de, şehir çocukları tarımla tanışıyor. Çocuklar tohum aşamasından hasada kadar tüm aşamalarda bir yandan eğitim alıyorlar, diğer yandan çevre, doğa bilinçleri gelişiyor. Çocuklara tarımı ve doğayla iç içe olmayı sevdirmek, bahçede kendi meyve ve sebzelerini yetiştirmelerini sağlamak amacıyla bahçede etkinlikler düzenleniyor. Çocuklar hem doğada vakit geçiriyor hem de tarım faaliyetlerinde bulunuyor. Ayrıca bahçede bulunan kamelya alanıyla birlikte aileler rezervasyon yaptırıp burada ücretsiz bir şekilde pikniklerini yapabiliyorlar. Çocukların yanı sıra kadınlara sosyalleşmeleri ve kişisel gelişimlerine katkıda bulunmak adına bahçecilik kursu da veriliyor. Bahçede; kadınlar bitkilere, fidelere nasıl bakması gerektiğini, hastalanan bitkilere nasıl müdahale etmesi gerektiğini, doğal tedavi yöntemleriyle öğreniyorlar. Bahçecilik kursunun sonunda ise kadınlara teraryum atölyesi yaptırılıyor. Bahçede bulunan bitki hastanesinde ise; hastalanmış, tedavi ihtiyacı olan, canlılığını yitirmiş özellikle salon iç mekan bitkileri peyzaj mimarları tarafından da ücretsiz bir şekilde iyileştiriliyor.