Bu hafta İtalya’nın Liguria bölgesindeki Cinque Terre’den, sırtını üzüm bağlarına, dik yamaçlara yaslamış, biri hariç hepsi yüzünü denize dönmüş rengarenk evlerin olduğu ismi Beş Köy/Beş Diyar anlamına gelen bölgeden bahsedeceğim size. Önce burada geçirdiğim günleri anlatıp, yazının sonuna bazı öneriler/uyarılar bırakacağım. Gittiğim yerleri bende bıraktığı hislerle anlatmayı seviyorum fakat özellikle burası için pratik öneriler de gerekli diye düşünüyorum.
Cinque Terre bölgesine aklımda denize bakan, iç içe geçmiş renkli evlerin olduğu, kayalıklı sahiller boyunca sıralanmış, minicik marinaları ve kumsalları olan beş köy fotoğraflarıyla gittim. Bir haziran sonu, hava otuzlu derecelerde idi. İki haftalık bir gezinin beş gecelik bir parçasıydı burası. Vernazza ve Manarola’da konaklayacak, diğer köyler, Monterosso Al Mare, Corniglia ve Riomaggiore’yi bu iki konaklama noktasından ziyaret edecektim. İlk durağım Vernazza idi.
Cinque Terre’nin en güzel ve hareketli köyü olarak biliniyor Vernazza ve diğer köyler gibi buraya da motorlu araç girmesi yasak. Arabayı köyün bir km dışındaki otoparka park edip, köye yürüyorum. Valizim ağır olsaydı, köyün girişine kadar götüren servis araçlarından birine binmeyi de tercih edebilirdim. Yeşillikler arasındaki asfalt ve sakin yoldan köyün küçük ana caddesi Via Roma’ya girince gezi yazılarında hep okuduğum kalabalıkla karşılaşıyorum ama aynı zamanda renkli evler, trattorialar, osterialar, kafeler, köyün şarküteri dükkanı, dondurmacılar, hediyelik eşya mağazaları ile de. Sıcak bir Haziran akşamüstü, kalacağım daireye doğru bu şenliğin içinden yürüyorum. Deniz kıyısına on adım mesafedeki stüdyo dairemin sahibi Maria ve Giacomo beni karşılıyor. Anahtarlarımı alıp, giriş kattaki kocaman panjurlu, taş odaya girince hissettiğim serinlik iyi geliyor. Üç gece boyunca klima açmaya hiç ihtiyaç duymuyorum burada.
Vernazza’ya akşam üstü varmamış olsam, gündüzünden önce akşamıyla tanışmamış olsam burayı bu kadar sevmezdim belki. Sonraki günler daha da iyi anlayacağım üzere, gündüz tam bir “istila” altında gibi görünen köy, akşamları bambaşka bir havaya bürünüyor. Trattoria’ların ışıkları yanıyor, denizin dibindeki kayalıklarda balık tutmaya gelen köy sakinleri ya da kalan az sayıda turist oturup sohbet ediyor, kayıklar minik marinaya teker teker geri dönüyor, Via Roma’daki adım sesleri neredeyse bitiyor. Hayat sahilde devam ediyor, dondurmamla kıyıda oturup dalgaları dinleyen insanların arasına karışıyorum ben de ilk akşamımda.
Vernazza’da kaldığım dairenin hemen önünden köyün terasına çıkan merdivenler başlıyor ve bu nedenle gelen geçen eksik olmuyor. Sabah yürüyüşüne çıkan köy sakinlerinin günaydınlaşmaları, yan taraftaki dondurmacının tıkırtıları ile birleşip erkenden uyandırıyor beni. Kocaman panjurları kapatınca zifiri karanlık olan odamın camını açınca bir kartpostal zıplayarak içeri dalıyor sabahları. Evlerin arasına gerili iplere asılan çamaşırlardan burnuma deterjan kokuları geliyor.
Kahvaltılarımı kaldığım dairenin mutfağında hazırlıyorum, peynir almak için sabah köyün tek şarküterisine gidip, başta biraz suratsız olsa da sonradan sohbet etmeye başladığımız Antonio bana tadımlık mozzarella, parmesan, grana Padano, gorgonzola, burrata peynirleri kesip tartıyor.
Vernazza’da geçirdiğim günlerde Cinque Terre Trekking Kartı ile köyler arası yürüyüş yapıyorum. Burada köyleri birbirine bağlayan ana patika olan Sentierro Azurro (Mavi Patika) üzerinden diğer köylere bağlanan işaretli toprak yollarda, sağ yanım deniz, sol yanım üzüm bağlarıyla bezeli yamaçlar, gün boyu yürüyorum. Uğradığım köylerde dondurma ve yemek için duruyor, bazen de kayalıklardan denize girilen plajlarda yüzme molaları veriyorum.
Diğer köylere yaptığım yürüyüşlerden sonra Vernazza’ya dönüp bu kez de evin dibindeki dondurmacıya uğruyorum. Dondurmaları çeşit çeşit; meyanköklü, tarçınlı, frenk incirli ve hatta trabzon hurmalı çeşitleri var ve hepsi de leziz. Akşam yemeklerimi her gün aynı restoranda yiyorum. Müslüman Faslı bir garsonla tanıştım ve sağolsun her gün beni mutfağa sokup yemekleri tarif ediyor, şefle konuşup menüden bana uygun yemekler seçiyor. Patlıcanlı parmesan ve pesto soslu lazanya o restoranda öğrenip hala evimde pişirdiğim yemekler.
Ev sahibim Giacomo ve eşi Maria her gün uğrayıp nasıl olduğumu soruyorlar, gürültülü, tatlı, el kol hareketi bol konuşmalar yapıyoruz. Manarola’ya geçeceğim gün vedalaşmak için Antonio’nun dükkanına uğradığımda, peynir almak için geldiğimi sanıp, “Bak bugün taze peynir geldi, denemen lazım” diyerek hemen bir çatal uzatıyor. Peynirin tadına bakarken, “Gerçekten harikaymış ama ben gidiyorum Antonio” diyorum. Vernazza’dan ayrılmak biraz zor oluyor, minicik yere üç günde alışmışım, bunu fark ediyorum.
Manarola kumsalı olmayan, kayalıkların üzerine kurulu ve yine tamamı denize bakan evlerden oluşan bir köy. Burada kaldığım ev, onlarca merdivenle çıkılan, terasından bakınca yalnızca deniz ve gökyüzü görünen, Vernazza’da alıştığım insan seslerinin aksine yalnızca kayalara vuran Akdeniz mavisinin sesini duyduğum bir ev. Manarola’da geçirdiğim iki gece boyunca gündüzleri terasta kitap okuyor, sıcağın ve kalabalığın çekilmeye başladığı saatlerde köyün kayanın üzerine oyulmuş gibi görünen minik meydanında yemek yiyor, ardından burada rutinim olduğu üzere dondurmamla kayalıklardan manzaranın tadını çıkarıyorum. Beşinci günün sonunda Cinque Terre’den ayrılırken kulağımda hala dalga sesleri var.
Burası Güneyden Kuzeye Riomaggiore, Manarola, Corniglia, Vernazza ve Monterosso Al Mare şeklinde sıralanan beş köyden oluşan bir bölge. Corniglia dışında köylerin tümü deniz kıyısında ancak sadece Monterosso Al Mare’de denize girilebilecek büyükçe bir plaj mevcut. Diğer köylerde ya kayalardan ya da küçücük plajlardan denize girebilirsiniz.
Burada yürüyüş yapmak, manzaraları izlemek ve denize girmek dışında yapılacak fazla bir şey yok. Bence balayı için ya da uzun bir İtalya/Toskana tatilinin parçası olarak uğramak için düşünülebilir.
Cinque Terre Nisan Ekim ayları arası hep kalabalık, yine de denize girmeyi düşünmüyorsanız, Nisan ve Ekim aylarını öneririm. Ve her halukarda İtalyanların tatili olan Ağustos ayı ve Paskalya tatillerinde gitmemeye çalışın.
Cinque Terre bölgesine ulaşmak için Cenova, Pisa, Milano ya da Bolonya’ya uçabilir, buradan en az bir en çok dört saatlik bir tren yolcuğu ile ulaşabilirsiniz. Arabayla gelirseniz, arabanızı köylerin dışındaki park alanlarına bırakmanız gerekiyor.
Benim yaptığım gibi, yavaş ve sakin bir tatil yapmak isterseniz en az üç gece kalıp, İtalyanlar’ın deyimiyle Il Dolce Far Niente’yi (Hiçbir şey yapmamanın güzelliği) deneyimlediğiniz birkaç gün geçirebilirsiniz.
Fakat niyetiniz sadece köyleri görmekse bir gece iki gün yeterli olacaktır. Konaklama yerleri çok sınırlı o yüzden erken rezervasyon yapmanızda fayda var. Köylerin tamamını gün içerisinde görmek de mümkün fakat buraların akşamını deneyimlemeniz için köylerden birinde bir gece kalmanızı mutlaka öneririm.
Cinque Terre’de Günlük Tren kartı alıp köyler arası 2-3 dakikalık tren yolculukları ile, Trekking Kartı alıp patikalardan yürüyerek ya da denizden Feribot ile gezmek mümkün.
Yanınıza mutlaka güneş koruyucu alın, patikaları kullanacaksanız kaymayan ayakkabılar giyin ve denize girecekseniz mutlaka deniz ayakkabınız yanınızda olsun.
Cinque Terre’nin bol merdivenli köylerden oluştuğunu lütfen unutmayın. Küçük çocuklu ya da yürüme zorluğu yaşayan aileler zorlanabilir.