Günümüzde bir ülkeye yapılan seyahatler artık sadece tarihi ve turistik yerleri gezmekle sınırlı kalmıyor; ziyaret edilen ülkenin mutfak kültürünü deneyimlemek de büyük bir önem taşıyor. Seyahat planlarının vazgeçilmez unsuru haline gelen yerel lezzetler ve etnik restoranlar, aynı zamanda ülkelerin kültürel diplomasi aracı olarak da önemli bir rol oynuyor. Mutfak, sadece damak zevkine hitap eden bir olgu olmanın ötesine geçerek, siyasi ve ekonomik gücün bir yansıması haline geldi. Özellikle içinde bulunduğumuz şu günlerde, mutfak kültürünün global ölçekte nasıl bir denge unsuru oluşturduğunu çok daha net bir şekilde görebiliyoruz.
Bu noktada Türkiye olarak oldukça şanslı bir coğrafyada yaşıyoruz. Asırlardır süregelen zengin bir mutfak mirasına sahibiz ve bu miras, ülkemizin her köyünde, kasabasında ve mezrasında farklı hikayeler barındırıyor. Her biri kendine özgü tariflerle hazırlanan yüzlerce geleneksel yemeğimiz, ülkemizin gastronomik zenginliğini gözler önüne seriyor. Ancak, ne yazık ki bu kadim mutfak kültürümüz, uzun yıllar boyunca yeterince tanıtılamadı ve hak ettiği ilgiyi göremedi.
Turistik amaçla bir şehri ziyaret edenler, o bölgenin yöresel yemeklerini lokantalarda bulmakta zorlanıyordu mesela. Çünkü bu eşsiz lezzetler genellikle evlerde pişiriliyor, restoranlarda sınırlı bir şekilde sunuluyordu. Urfa’da “kazan kebabı”nı veya “borani”yi, Malatya’da “analı kızlı”yı restoran menülerinde görmek, adeta bir keşif yolculuğuna çıkmayı gerektiriyordu. Türkiye’nin birçok bölgesinde benzer bir durumla karşılaşmak mümkündü; mutfak kültürümüzün büyük bir kısmı, lokantalarda yeterince temsil edilemiyor ve dolayısıyla turistlerin bu yerel lezzetlere erişimi sınırlı kalıyordu. Aslında bu eksiklik ne mutfağımızın değerinden ne de lezzetlerin kalitesinden kaynaklanıyordu; asıl mesele, bu mirasın profesyonel anlamda dışa taşınamamasıydı.
Son yıllarda bu eksikliği gidermek adına atılan adımlar, Türkiye’nin gastronomik potansiyelini dünya sahnesine taşımada kilit rol oynuyor. Hem yerel girişimler hem de ulusal projeler, Anadolu’nun zengin mutfak mirasını daha erişilebilir hale getirerek, yalnızca turistler için değil, yerli halk için de bu değerli lezzetlerin deneyimlenmesine olanak tanıyor. Bu sürecin en önemli mihenk taşlarından biri, Türkiye Kültür Yolu Festivalleri oldu. Türk mutfağı, Kültür Yolu Festivalleri aracılığıyla adeta bir gastronomi devrimi yaşıyor ve potansiyelini her geçen gün daha ileri taşıyor. Bir elmas kadar kıymetli olan mutfağımız, artık nakkaşların elinde ilmek ilmek işlenerek dünya vitrinine sunuluyor.
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından son dört yıldır düzenlenen Kültür Yolu Festivalleri, şehirlerin mutfak kültürlerini canlandırmanın yanı sıra, yerel sanatçıların ve ustaların eserlerini de geniş kitlelerle buluşturuyor. Türkiye’nin uluslararası marka değerine önemli katkılarda bulunan festival, 7 bölgedeki 16 şehrimizde başarıyla gerçekleştiriliyor ve her geçen yıl 5 yeni şehrin daha katılımıyla büyümeye devam ediyor. 2028 yılına kadar hedef, şehir sayısını 35’e ulaştırarak Türkiye’nin kültürel ve gastronomik zenginliklerini daha geniş bir coğrafyada tanıtmak.
Gastronomi, Türkiye Kültür Yolu Festivallerinin en dikkat çeken unsurlarından biri olarak öne çıkıyor ve benim de bizzat katkı sağladığım bu alanda, oldukça özel ve titiz çalışmalar gerçekleştiriliyor. Festival kapsamına alınan şehirlerin mutfakları, yerel lezzetlerin tanıtımı açısından adeta birer vitrin haline geliyor. “Lezzet Durağı” uygulaması sayesinde, her şehrin kültürel anlamda en değerli ve en özgün yemeklerinin yapıldığı restoran ve lokantalar, Kültür ve Turizm Bakanlığı iş birliğiyle belirlenerek işaretleniyor. Bu işletmeler, tıpkı Michelin yıldızlı restoranlar gibi birer prestij noktası haline geliyor ve kapılarına asılan dikkat çekici armalarla öne çıkarılıyor.
Eskiden yalnızca evlerde pişirilen ve restoranlarda nadiren bulunan geleneksel yemekler, “Lezzet Durağı” olarak seçilen işletmelerin menülerine dahil edilerek ziyaretçilere sunuluyor. Böylece her bölgenin kendine has özel lezzetleri, kalıcı bir şekilde tanıtılıyor. Lezzet Durakları, yıl boyunca düzenli olarak denetleniyor, turistlere tanıtılıyor ve global ölçekte geniş kitlelere duyuruluyor. Bu konuda özellikle Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sosyal medya hesapları, yazılı ve görsel basın etkin bir rol üstleniyor.
Bu projeyle beraber inanıyorum ki, işletmeler nasıl ki Michelin yıldızı almak için büyük bir rekabet içindeyse, “Lezzet Noktası” yıldızını almak için de aynı tutkuyla mücadele edeceklerdir. Şu anda bu süreç başladı bile; sektörel farkındalık her geçen gün artıyor ve işletmeler bu prestijli tanınırlık için kendilerini yenileyip geliştiriyorlar. Belki de bir gün, “Lezzet Noktası” yıldızı, turizm cenneti olan ülkemizde Michelin yıldızından daha değerli bir konuma gelecek. Kim bilir…
Türkiye Kültür Yolu Festivalleri, yalnızca Türk mutfağını değil, aynı zamanda ülkemizin derin köklere dayanan kültürel zenginliklerini uluslararası arenada tanıtmak adına devrim niteliğinde adımlar attı. Bu festivaller sayesinde, yıllardır özlemini duyduğum global tanıtım nihayet gerçekleşiyor ve Türk mutfak kültürümüz başarıyla geleceğe taşınıyor. Ülkemizin her köşesindeki eşsiz lezzetlerin dünya ile buluşturulmasına katkı sağlamak, bu sürecin aktif bir parçası olmak benim için büyük bir gurur kaynağıdır.
Türk mutfağının hak ettiği değere ulaşması için gösterilen üstün çaba ve kararlılıktan ötürü başta Kültür ve Turizm Bakanımız Mehmet Nuri Ersoy’a ve emeği geçen tüm çalışma arkadaşlarına gönülden teşekkür ediyorum. Ayrıca Türk mutfağının tanıtımına katkıda bulunan tüm kişi, kurum ve işletmelere de sonsuz şükranlarımı sunuyorum. Yürütülen bu çalışmalar, Türk mutfağını dünya sahnesinde hak ettiği yere taşıma yolunda atılan önemli adımların başlangıcıdır. Bu azimle, Türk mutfağını dünya çapında zirveye taşımaya kararlıyız!