Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yapan Prof. Dr. Adnan Çevik, otuz yıla yakın akademik kariyerinin neredeyse tamamını Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin tarihi ve tarihi coğrafyası üzerine hasretmiş. Anadolu’nun Türkiye oluşu sürecindeki yeri ve aydınlatılmasında, bizzat sahada yaptığı çalışmalarıyla biliniyor. Çevik’in son dört yıldır on iki üniversiteden kırka yakın akademisyenin katılımıyla Muş ili Malazgirt ilçesinde yürüttüğü ve hem yurt içi hem de yurt dışında ilgiyle takip edilen “Malazgirt Savaş Alanının Tespiti, Tarihi ve Arkeolojik Yüzey Araştırma Projesi”, uyguladığı yöntemler ve bölgenin tanınırlılığına yapacağı katkılarla ülkemizde bu kapsamdaki ilk bilimsel çalışma olarak dikkat çekiyor.
Malazgirt Zaferi’ni kutlama hazırlıkları yaklaşırken biz de Prof. Adnan Çevik’e konuyla ilgili sorularımızı yönelttik.
Öncelikle şunu ifade etmeliyiz ki Malazgirt Savaşı, 22-26 Ağustos tarihlerinde gerçekleşen kuşatma, ön çatışma, psikolojik harp taktikleri, barış görüşmeleri ve nihai muharebeden oluşan bir dizi çatışmalar bütünüdür. Dolayısıyla da alan uzmanı yerli ve yabancı araştırmacılar arasında savaşın yeri ve tarihi konusunda ciddi bir tartışmanın olduğunu söylemek zordur. Çünkü Malazgirt Savaşı’nın adından da anlaşılacağı gibi Malazgirt önlerinde ve 26 Ağustos 1071 Cuma günü gerçekleştiği kesindir. Elimizdeki tarihi kaynaklar biraz önce ifade edilen bir dizi olayın Malazgirt Kalesi ile bu kalenin doğu ve güneydoğusunda uzanan yaklaşık 10-12 km’lik bir alanda gerçekleştiğini kesin bir şekilde ifade etmektedir. Tartışma, savaşın yerinden çok söz konusu bu alanın tam olarak neresinde gerçekleştiğine ilişkindir. Çünkü bahsi geçen coğrafi saha yaklaşık 100-150 km2 volkanik bir platoyu ihtiva etmektedir ki, savaşın bu kadar geniş bir alanda cereyan etmesi çok mümkün gözükmemektedir. Nitekim tam da bu sebeple Malazgirt Savaşı’nın tam olarak nerede gerçekleştiğini tespit etmek adına 2020 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Müdürlüğü’nün desteği, Ahlat Müze Müdürlüğü’nün başkanlığı ve benim bilimsel danışmanlığımda on iki üniversiteden otuza yakın uzmanın katılımıyla “Malazgirt Savaş Alanının Tespiti, Tarihi ve Arkeolojik Yüzey Araştırması” adıyla bir proje başlatıldı. Bu projeye ilk kez, Anadolu’nun Türkiye oluşu sürecini başlatan Malazgirt Savaşı’nın gerçekleştiği alanın, interdisipliner bir bakış açısıyla, çağdaş teknolojik imkanlar kullanılarak olabildiğince kesin sınırlarla tespit edilmesi amaçlanıyor.
Malazgirt Savaşı Türk tarihinin en önemli savaşlarından biridir diyebiliriz hiç kuşkusuz. Malazgirt Savaşı, Anadolu’nun yurt tutma sürecinin belirleyicisi, İstanbul’un fethine giden süreci ve en önemlisi de Anadolu’nun Türkiye oluşunu başlatan savaştır. Nitekim bu savaşın kısa ve orta vadeli sonuçları Malazgirt Savaşı’nın literatürde, “Anadolu’nun kapılarını Türklere açan savaş” olarak bilinmesini sağlamıştır. Hatta Malazgirt Savaşı sadece Türk tarihini değil, yakın doğu ve dünya tarihini de etkileyen dramatik sonuçlar doğurmuştur ki Haçlı Seferleri bunların en çok bilinenidir.
Alpaslan, Selçuklular Türkler kaybetseydi de sonuçları değişmeyecekti. Çünkü Orta Asya’dan Oğuz ve Türkmen göçleri o kadar yoğun idi ki, Anadolu’nun Türkiye olması süreci sadece gecikmiş olacaktı. Zira tarihi yapan temel dinamik göçtür. Dün de göç idi, bugün de göçtür. Malazgirt Savaşı bu göçün önündeki engeli kaldırmıştır sadece. Oğuz göçleri Maveraünnehir Horasan İran ve nihayet Azerbaycan’a yığılmış, 11. yüzyıl başından itibaren de bu Oğuz Türkmen kitleleri Azerbaycan üzerinden Anadolu’ya akınlara başlamışlardı. Söz konusu bu göç, aynı zamanda içinden Selçuklu Devleti’ni de çıkarmıştı. İşte bu devletin ilk sultanları yani Tuğrul Alparslan ve Melikşah Anadolu’ya akmakta olan bu göçü öylesine ustaca sevk ve idare ettiler ki bu süreç sonunda Anadolu Türkiye haline dönüştü. İşte Malazgirt Savaşı da bu sürecin en kritik aşamalarından birini teşkil ediyordu. Bu göçün önündeki Bizans askeri direnişinin kırılması ve Anadolu’nun yurt tutulması sürecini başlatmıştı.
30 yıllık bir tarihçi sıfatıyla maalesef demeliyim, sadece Malazgirt tarihinin önemini anlatmak değil, bütün bir tarihimizin geçirdiği kritik noktaları ve bunların önemlerini anlatmak konusunda da yeterince başarılı olduğumuzu söylemek zor. Bunun pek çok sebebi var ama en önemli sebebi 30 yıllık bir akademisyen tarihçi sıfatıyla söylemem gerekirse zamana ve mekâna doğru sorular sormayı öğretemiyoruz. Bunu öğretemediğimizde de bu büyük tarihsel olayların önemi coğrafyayla da ilişkisi maalesef anlaşılamıyor. Malazgirt bunun en tipik örneklerinden biridir. Türkiye haritasını önümüze koyup ister ortaöğretim ister üniversite gençliğine bu harita üzerinde Malazgirt’i gösterin desek utanç verici bir durumla karşılaşacağımız aşikardır. Malazgirt gibi tarihi değiştiren önemli savaşların mekânları ancak yerinde doğru öğretilebilir. Aynı durum Çanakkale Zaferi için de söz konusudur. Nasıl ki Çanakkale Zaferi’ndeki direnişin imanın ve özverinin düzeyini ancak Çanakkale Şehitliği’ni gezdiğimizde anlıyorsak ve hissediyor isek, Malazgirt Zaferi’nin önemini de ancak Alparslan’ın at koşturduğu Selçuklu atlarının kişneme ve askerlerinin kılıç şakırtılarının inlediği Malazgirt önlerindeki savaşın yaşandığı sahada hissedebiliriz.
Aslında zamane gençliği dediğimiz genç nesil tarihle ilgili, merak da duyuyor bu da tabii önemli. Son zamanlarda gittikçe sayısı artan tarihi dizilerin filmlerin önemli bir rolü var. Ayrıca tarih kimlik inşa etmenin ve tanımanın önemli bir aracı olduğu için her yaş grubunun tarihe her zaman ilgisi olagelmiştir. Aslında genç nesil bu açıdan diğer yaş gruplarına göre daha ilgilidir diyebiliriz. Nitekim aynı durum ülkemiz için de geçerlidir diye düşünüyorum. Aslında sorun ilgide değil, sorun bu ilginin doğru tutarlı ve bir aidiyet duygusuna dönüşecek tarihsel bilginin üretilememesi ya da bu bilginin gençlerimizle buluşturulamamasında yatmaktadır. Tabii ki bunda okul müfredatlarımızın da olumsuz payı var. Kuru, ruhsuz, hem kendi tarihimiz hem de insanlık ailesi içerisinde nerede durduğumuz konusunun yeterince iyi vurgulanamaması tarihsel bilginin coğrafyayla ilişkili boyutunun hep göz ardı edilmesi yeni neslin eğitim süreçlerindeki tarihsel bilgiden uzak kalmasına sebep oluyor. Ancak “magazin” düzeyindeki tarihsel ilgiyle sınırlı kalıyor.