azar günleri zaman başka şekilde akar. Haruki Murakami de “Pazar günü sabahları zamanın ilerleyişi yavaşlıyordu.” diyordu 1Q84 isimli ünlü kitabında. Öyle değil midir gerçekten de? Sabahları normalden uzun, öğlenleri bir mevsim kadar, akşamları ise sadece birkaç saniye. Bu hafta pazarların hâlini masaya yatırmak için yazar ve eğitimci Ayşe Aydoğdu’nun kapısını çalıyoruz. Aydoğu’ya ilk olarak herkese olduğu gibi, “Klasik bir Pazar gününüzü tarif eder misiniz?” diye soruyoruz. O da bize şu yanıtı veriyor: “Bu soruyu cevaplamak çok zor geldi şimdi. Çünkü zihnimde ‘klasik’ diyebileceğim tek bir pazar tablosu belirmiyor. Bir pazar, daha önce planladığım bir yerleri görmeye giderken başka bir pazar aniden hiç görmediğim bir yeri keşfe çıkabiliyorum, bir başka pazar söyleşi/konferans gibi bir etkinliğe söz verdiysem kendimi sahnede bulabiliyorum. Ya da bir sivil toplum çalışması için sahada koşturabiliyorum. Başka bir pazar tüm gün bilgisayar başında yazı işleri ile hemhâl olabiliyorum. Bir başka pazar sakin sakin kitaplar, filmler arasında kaybolabiliyorum. Bir başka pazar çocuklarımla onların mutlu olacağı etkinlikler yapabiliyoruz. Bir başka pazar evde minimalizm rüzgârları estiriyor, sıkı bir sadeleşme, arınma işine girişebiliyorum. Bu durumda pazar klasiğimi ‘değişmeyen tek şey değişim’ diyerek özetleyebilirim sanırım.”
BİR KLASİĞİM YOK
Pazarları sıkıcı olmaktan kurtarak bir önerisi olup olmadığını soruyoruz, “Dayatılmış şablonlara girmeye zorlamamak. Şunları şunları yapmazsan pazar günün kabul olmuyor ve sen ‘geride/dışarıda/öteki’ olarak kalıyorsun gibi bir algı var” diyor ve ekliyor: “Hatta bu, sadece pazar günlerini kapsamıyor, çeşitli gün, gece ve özel zamanlar için de aynı durum söz konusu. Her bir insan ‘unique’ yani eşsiz. Demirdöküm bir pazar anlayışına kapılmadan o hafta ne yaparsak kendimizi ‘kendimiz’ gibi hissedeceğiz buna odaklanmak lazım. Bir pazar klasiğimin olmaması belki de bundan kaynaklanıyor. Fakat pesifik bir cevap ermek gerekirse öncelikler listemin başında ‘tabiatı temaşa’ yer alıyor. Ve şehir dışı seyahatleri, kamplar.. Zaman kısa, yol uzun olsa da kesinlikle değer o yorgunluğa. Yorularak dinlenen bir yapınız varsa özellikle.”
Tüm bu cevabın ardından Aydoğdu, şöyle bir ekleme de yaparak, “İnsanların pazar günü sıkılmalarının önemli bir sebebi pazartesi aendromunun pazardan başlıyor olması”ifadelerini kullanıyor ve “Bunun püf noktası ise mesai anlayışını tekrar gözden geçirmek, pazarı salt tatil gibi değil de tadil gibi değerlendirmek diyebiliriz” diyor.
Mevzu pazar olunca filmler üzerine de konuşmak gerek. Bu nedenle Aydoğdu’ya, pazar günü izlenecek en iyi film hangisidir, diyoruz. Önce, “Doğrusu diğer sorulara verdiğim cevaplar gibi bunu da kategorize etmiyorum.” diyor ama şu yanıtı veriyor: “Sair zamanlarda dikkatimi çeken ve izleme listeme not aldığım filmlerden o pazarki ruh hâlime uygun olan hangisi ise o. İzlediğimde etkilenerek bir duygu durumuna mı geçme istiyorum yoksa iç dünyamdaki tesirleri filmle dışarı mı aktarmak istiyorum, bu sorunun cevabı önemli bir mikyas oluyor.”
Şimdi gelelim matbuata... Evvelindeki günlerden kendisini kaptırdığı yahut bir çalışma için okuması gereken bir kitap yoksa Aydığdu pazar günleri şiir, deneme, hikâye ya da psikoloji, iletişim temalı kitaplar okurmuş. “Bir romana başlamak yahut kendine yardım kitapları da fena olmuyor pazarları” diyor.
Bunların yanında, çocuklarıyla ya da yalnız bir pazar geçirmeyecekse kız kardeşleriyle bir program yapma refleksi gelişmiş zaman içinde. Aydoğdu, “Sosyal çevrem çok geniş ancak pazar ya da diğer günler fark etmeksizin hadi deyince buluştuğum arkadaş sayısı üçü beşi geçmez. Kendimi açıklamak zorunda kalmadığım, yanında ‘hazır ol’ vaziyette durmadığım; en çocuk, en derin, en entelektüel, en saçma, en mizahi, en çılgın, en kaşif, en sınırsız, en duygusal, en makul -hasılı- en en en kendim olduğum ve bu sebeple yadırganmadığım ve yargılanmadığım kişiler. Bu kişiler günlük değil ömürlük oluyor zaten” diyor gülümseyerek.
Tüm bu nedenlere olsa gerek, pazar günleri favori mekânı da “yollar ve insansız hava sahası”ymış. “İnsan sevmediğimden değil; bilakis, ziyadesiyle insan, iletişim ve ilişki insanıyım” diyor Aydoğdu ve şunları ekliyor: “İşimin de meşguliyetlerimin de odağında hep insan var. Ancak yaş aldıkça, benliğimi tanıdıkça kendimle vakit geçirmenin manevi hazzını keşfettim. Yurt dışı ve yurt içi seferlerimi bilhassa uzun tutuyorum; kendime doymak gibi bir gündemim var ve buna en çok yollarda malik oluyorum. Sonu tarihe, kültüre, sanata ve ormana varan ‘yollar’ favorim diyebilirim.”