
Turan Karataş, Dil Kanatlı Kuş adlı kitabında şiir üzerine yazıyor ve şiirler üzerine yazarken şiir okumanın öncelikle kendisinde duyarlılığı hareket geçirdiğini söylüyor. Kitapta ayrıca bugün isimleri unutulmuş pek çok şairin darbeleri öven şiirleri üzerine düşüncelerini kaleme almış.
Bir önceki yazımda şiir yazanın çok olduğu, şiir üzerine düşünenin az olduğu serzenişinde bulunmuştum. Sen misin serzenişte bulunan? Al işte şiir üzerine yazılmış yazılardan oluşan bir kitap daha: Prof. Dr. Turan Karataş’ın “Dil Kanatlı Kuş”u (Muhit Kitap, Mart 2025) çıkageldi.
Bu kitapta yer alan yazıların çoğunu dergilerde okumuştum. Bu yazıları şimdi elimin altında bir kitap bütünlüğünde yeniden okurken, Turan Karataş Hoca’nın şiirimizin pek çok sorununa parmak bastığını bütüncül biçimde görebiliyorum. Şu başlıklar bunun birer göstergesi: “Şiiri Hayatımızdan Kovduk Mu?”, “Şiirin Uzunluğu-Kısalığı”, “Şiirimizde Duygu Ve Ses Yitimi”, “Bugünkü Şiirimizin Zaafları”, “Yazdım Demekle Şiir Olur Mu?”, “Toplu Şiirler Meselesi”, “Şiire Dair Yazanlar, Yazılanlar”, “Darbesever Şairler!”, “Şiirimizin ‘ Mayınlı Bölge’si: Yıllıklar”, “Modern Şair Na’ta Uzak Mı Kaldı?”. Turan Karataş, bu sorunlara dair kendi düşüncelerini ortaya koyarken, Okurun da –özellikle şairlerin- bu sorunlar üzerinde düşünmesine kapı aralar.
ŞİİR ÜZERİNE YAZMAK DA KONUŞMAK DA ZOR
Turan Karataş, akademisyen olmasına karşın, ta baştan beri edebiyatın yazarlık alanında olmayı seçti; şiir, hikâye, roman yazmadı ama edebiyatın en nazenin türü olan ‘deneme’ türünde kalem oynatmayı sürdürdü. En çok da şiiri konu edindi.
O, kitabın ön sözünde şiir üzerine yazmanın zorluğunu şöyle dile getirir:
“Şiir, hakkında konuşulması / yazılması zor olan bir edebiyat türüdür. Çünkü biçimsel özelliklerini bir tarafa bırakırsanız, birçok yönüyle ele avuca, hesaba kitaba gelmez. Ölçülüp tartılmaz. Ne kadar iyi şiir varsa o kadar şiir tarifi olduğunu söylemek yanlış değildir. Bu çok cepheli ve katmanlı sanat yapıtı hakkında kolay hüküm verilemez. İyice okumak, doğru anlamak, derinine nüfuz etmek gerekir. Sesini duymak, manasını doğruca kavramak, geçmişini bilmek lâzımdır şiir hakkında yazmak için.”
Şiir üzerine yazmanın zorluğuna karşın, şiir üzerine yazmanın kendini mutlu ettiğini söyleyen Turan Karataş, “Şiiri Hayatımızdan Kovduk Mu?” başlıklı yazısının girişinde: “Şiir üzerine ‘yeni’ ne söylenebilir kaygısı, çekincesi beni hep tedirgin etmiştir. Fakat beri yanda, şiir üzerine yazmak da ayrı bir mutluluk veriyor, bu vefasıza müptela olanlara” der.
Turan Karataş, neden şiir okuduğuna dair pek çok gerekçe sıralamış. Bu gerekçeler içinde benim en dikkatimi çeken: “Duyarlılığımı kaybetmemek için şiir okuyorum.” Sözü oldu, buna “sorumluluğu kaybetmemeyi” de ekleyebiliriz. Şiir için İlhan Berk’in: “Sen gel bizi yeni vakitlere çıkar” dizesini de göz ardı etmemeliyiz. Evet, şiir bizi yeni vakitlere çıkarandır.
Şiirin sorunları yanında, “Güzel Sanatlar Ve Şiir” başlığı altında; Müzik-Şiir, Resim-Şiir, Sinema-Şiir, Mimari, Heykel-Şiir, ilişkisi üzerinde duran Turan Karataş, şu tespiti yapar: “Her sanatın ‘kendi nizamı’ içinde kalmak şartıyla yakın şubelerle, küçük ya da büyük, teknik alışverişlerde bulunulmasında, çeşitli ilişkiler kurmasında bir sakınca yoktur; bunun her ölçüde ve her safhada tehlikeli, netameli bir ‘yararlanma’ ya da alış-veriş olacağının bilinciyle. Çünkü böyle bir uğraşta, hadleri yıkma tehlikesi sanatkârın önünde bir tuzak gibi durmaktadır. Öte yandan, güzel sanatların her bir şubesini birbirinden bağımsız düşünmek, birçok durumda olası değildir.”(S.47-48)
“Şiir Ve Hakikat” başlıklı yazısında hakikate dair: “Dünya yaratıldığından beri varlıkların ve eşyanın özünde varolan, derinlere nüfuz edebilen sanatkârca fak edilen hakikat, her çağın dili ve imkânları kullanılarak şiir tahtına kuruluverir. Hakikat değişmez de tabir yerindeyse kılık ve kıyafeti değişiverir devir devir. Yani şiir formunda insanlığın huzuruna çıkan hakikatin biçemi, biçimi değişir. Onu dile getiren sesler, sözler değişir, özü değil” der. (S. 52-53)
“ŞİİR VE ŞAİR ÖLMEYECEKTİR”
Turan Karataş’ın, şiir ve hakikat gerçeğini Sezai Karakoç şiiri üzerinden irdelemesi son derece isabetli bir yaklaşım olmuş. Bu önemli değerlendirmede konuyu yine Sezai Karakoç’un şu sözleriyle bağlar: “Şiir ve şair ölmeyecektir. Çünkü: insan ölmeyecektir. Çünkü: hakikat ölmeyecektir. Çünkü: şiir, hakikatin yüzülebilecek bir derisi değil, çıkarıldığında, insan hakikatinin hayattan yoksun kalacağı kalbidir. Şiir, hakikatin, doğa ve tarih içinde atan nabzı, çarpan yüreğidir.” (S. 57)
“Şiirin Büyük Soluklanma Alanı: Mistisizm” metni, okunması, üzerinde durulması gereken önemli bir metin. Mistisizmi dinî bir tecrübe olarak belirten yazar:
“Mistisizmin iki ana öğesi tin ve Tanrı’dır. Ruh, içsel bir yolculuğa, bir tecrübeye niyetlenir; amaç, Tanrı’ya yakın olmak, O’na yaklaşmak, O’na varmak, nihayet O’nda yok olmaktır. Sâlik yani sevgi yoluna düşen kişi, bu uzun / içten / aşkın seyahatte arınmak, ‘dünya kirleri’nden / ağırlıklarından kurtulmak ya da ‘ağrıları’ndan şifa bulmak niyetindedir. Denilebilir ki, sağlatıcı yüce bir âlemin sınırlarına seyr ü seferdir mistisizm. ‘Gölge varlık’, ‘Mutlak Varlık’ta yani Tanrı’da erimek, sır olmak arzusundadır. İslam inanışında bu yolculuğun, bu çeşitten yaşamanın, bu tecrübenin adı tasavvuftur” der. (S.59-60)
DEVRİM ŞİİRLERİ SEÇKİSİ
“Darbesever Şairler” başlıklı yazı, bütün bir ömrümü tablo tablo gözümün önüne getiren, yaramı deşen bir yazı oldu benim için. Ömrüm her on yılda tekrarlanan darbelere tanıklıkla geçti; ilkokulda 27 Mayıs, lisede 12 Mart Muhtırası (darbe sayılmasa da sivil hükumete bir şeyleri dayatma ve parmak sallama), üniversitede 12 Eylül, üniversitede hoca iken 28 Şubat, 15 Temmuz…
Bütün bu darbelerin kişisel tarihimde ve toplum tarihinde ne onulmaz yaralar açtığı uzun bir anlatının konusu.
Turan Karataş, sanatçıların meşru olmayan iktidarlar karşında nasıl bir duruş göstermeleri gerektiğine dair düşüncelerini maddeler halinde belirtir ve darbeleri 1908’deki İttihat ve Terakki kalkışmasıyla başlatır. “İbretlik Bir Belge” ara başlığında Necdet Evliyagil ile Ümit Yaşar Oğuzcan’ın hazırladıkları “Çağdaş Türk Şiiri” adlı seçkide “Devrim Şiirleri” bölümüne vurgu yapar. Bu bölümde 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra yazılan, darbeye övgü şiirleri yer alır. Bugün şair olarak esamisi okunmayan Behçet Kemal Çağlar’dan Kerim Aydın Erdem’e, A. Rıza Ergüven’den Suat Taşer’e, Mehmet Salihoğlu’ndan Sami Akalın’a pek çok isim var.
Söz konusu seçkide yer almasa da şiirleriyle darbe şakşakçılığı yapan başka şairler de var: Cahit Külebi, Ahmet Kutsi Tecer, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Attila İlhan, Behçet Necatigil vs. Konu demokrasi, özgürlükler olduğunda mangalda kül bırakmayan bu kelli felli şairlerin nasıl yavan ve yapay bir düşünce yapısına sahip oldukları, kendilerinden olmayanlara yaşama hakkı tanımadıkları, onları sindirmek için darbelerden medet umdukları apaçık görülmüyor mu?
Teğmenlerin kılıç çekmesine niye kızılır ki… Bütün okulların müfredatında bu ‘darbesever’ şairlerin şiirleri yer almıyor mu? Bu gençliğin kafası yıllarca bu darbe alkışçısı şairlerin şiirleriyle ütülenmedi mi? Okullarda bu şiirler okutulurken darbe güzellemeleri yapılmadı mı? Darbecilere kahramanlık taltif edilip caddelere onların adı verilmedi mi? Örneğin: Cemal Gürsel Caddesi…
Bize ait değerlerden tamamen soyutlanmış, gençliğin beynine gelecek ideali olarak darbe düşüncesi kazınan eğitim sisteminin sıfırdan düzenlemesinin, asıl beka sorunun bu olduğunun bilinmesi gerekmektedir.
Yüreğine sağlık, kalemine bereket Turan Karataş Hoca, “Dil Kanatlı Kuş” hep uçsun özgürlükler için.