
TRT World, “Surviving Assad” isimli altı bölümlük belgesel serisiyle, Suriye’deki 13 yıllık savaşın dehşetini ve Esed rejiminin işlediği insanlık suçlarını tanıkların gözünden anlatıyor. Belgeselin yönetmeni Semih Sağman, “Bu belgeselde zulme uğramış insanların sesine kulak verdik, özgürlük mücadelesine ve kanla yazılmış tarihe şahit olduk. Özgürlük için canlarını ortaya koyan halk büyük acılar yaşadı ama sonunda devrimi kazandılar” diyor. Yapımcı Yavuz Yıldırım ise çekimler esnasında Esed rejimi yanlılarının suikast girişimlerinde bulunduklarını ve bu tehlike altında çalışmalarını tamamladıklarını dile getiriyor.
Suikast tehdidi altında çalıştık1971 yılında başlayan Esed ailesi iktidarı Suriye’ye acı ve yıkım getirdi. İktidarını korumak için sayısız katliam ve işkencelere başvuran bu kriminal aile tüm dünyada eşine az rastlanır bir vahşeti sistematik hale getirerek bir yönetim biçimine dönüştürdü. TRT World, Esed ailesinin sonunu hazırlayan ve 13 yıl süren Suriye savaşının korkunç gerçeklerini “Surviving Assad” belgesel serisiyle ekranlara taşıyor. Altı bölümden oluşan belgesel serisi, Esed rejiminin işlediği insanlık suçlarını, hayatta kalanların ve tanıkların anlatımlarıyla gözler önüne seriyor. Her bir bölüm Suriye’de yaşanan vahşeti farklı bir açıdan ele alarak kayıpların, işkencelerin ve hayatta kalma mücadelesinin hikâyesini anlatıyor. “Surviving Assad” belgeseli yalnızca geçmişin tanıklığını yapmakla kalmıyor, aynı zamanda Suriye halkının yaşadığı acıları, rejimin uyguladığı sistematik şiddeti ve adalet arayışını da dünyaya duyuruyor. Hukukçular, gazeteciler, insan hakları savunucuları ve tanıklarla yapılan röportajlarla desteklenen belgesel, izleyicileri Suriye’nin acılı tarihine birinci elden şahit olmaya davet ediyor. Geçtiğimiz günlerde ilk bölümü yayınlanan belgeselin ikinci bölümü ise Where is Number 23? (23 Numara Nerede?) 23 Mart Pazar saat 19.30’da TRT World ekranlarında izleyiciyle buluşacak. Biz de yönetmen Semih Sağman ve yapımcı Yavuz Yıldırım ile belgeseli konuştuk.

Özgürlüğün bedeli ağır oldu ama Suriye halkı bu devrimi kazandı
Belgeselin yönetmeni Semih Sağman, 8 Aralık günü, Şam’ın alınışı ve Esed’in ülkeyi terk edişiyle birlikte, ekibiyle birlikte yola çıktıklarını söylüyor. Sağman, “9 Aralık’ta Şam’daydık. O gün, görüntü yönetmenimiz Celal Topçu ve bu projede birlikte çalıştığımız Muaz Çanakçı ile derin bir muhabbete daldık. Birbirimize şöyle dedik: ‘Bizim öyle bir iş yapmamız lazım ki, bu sadece bir şahitlik olmasın, aynı zamanda katil Esed rejiminin yargılanmasına da bir vesile olsun.’ 1971 yılından bu yana kanlı bir diktatörlük kuran Esed ailesi, yüzbinlerce masum insanı öldürdü, milyonlarca insanı yurdundan sürgün etti, binlercesine işkenceler yaparak onları hayattan kopardı. TRT World’le beraber yaptığımız bu altı bölümlük Surviving Assad belgeselinde, devrimin nasıl başladığını ve ne gibi sonuçlar doğurduğunu anlamaya ve anlatmaya çalıştık” diyor.
Sağman, TRT World ile birlikte hazırladıkları altı bölümlük Surviving Assad belgeselinde, Suriye devriminin nasıl başladığını ve ne gibi sonuçlar doğurduğunu anlamaya ve anlatmaya çalıştıklarını ifade ediyor. Belgeselin temel fikrini, devrimin sembol isimlerinden Hamza El Hatib’in amcasının şu sözü şekillendirmiş: “Özgürlüğün bedeli her zaman ağır olur.” Sağman, Suriye halkı için bu bedelin çok daha ağır olduğunu belirterek, “Onlar, özgürlük için canlarını ortaya koyarken büyük acılar yaşadılar. Gitmek zorunda kaldıkları her yerde, insanlar onları kovmak istedi. Vatansız kaldıkları yetmiyormuş gibi, gittikleri yerlerde hep bir ayrımcılığa maruz kaldılar. Özgürlüğün bedeli ağır oldu ama Suriye’nin izzetli halkı bu devrimi kazandı” sözleriyle ifade ediyor.

Suriye’de hikâyenin peşine düşmedik herkesin bir hikâyesi vardı
“Normalde bir belgesel için günlerce, haftalarca, hatta bazen aylarca hikâye aranır, hikâyenin peşine düşülür. Ama biz Suriye’de hikâyenin peşine düşmedik. Çünkü karşılaştığımız herkesin bir hikâyesi vardı” ifadelerini kullanan Sağman, belgeselin ikinci bölümüne de konu olan olayın, kendisini en çok etkileyen an olduğunu dile getiriyor. Sağman, 10 Aralık günü Şam Devlet Hastanesi morgunda yaşananları şöyle aktarıyor: “Morga çekim yapmak için gittiğimizde, çoğu tanınmayacak halde 35 ceset vardı. Bazıları çürümüş, bazıları uzuvlarını kaybetmiş, bazıları ise yalnızca kemiklerden ibaretti. Çekimlerimizi tamamladıktan sonra tam çıkmaya hazırlanırken yaşlı bir adam yanımıza gelip, ‘23 numara nerede?’ diye sordu. Amcanın oğlu, 7 yıl önce Sedneya hapishanesine götürülüyor ve bir daha haber alınamıyor. Amca Sedneya hapishanesine gidip oğlunun belgelerini görüyor ve belgelerde oğlunun 23 numara olduğunu öğreniyor. Amcayla birlikte bütün hastaneyi dolaştık. Hapishanede mahkûmların isimleri yok, yalnızca numaraları vardı. Oğlu, 23 numaraydı. Hastanede her gördüğü kişiye 23 numarayı sordu. Cesetlerin neredeyse tamamına baktık. İki kez kontrol ettiğimiz bir cesede üçüncü kez baktığımızda onun 23 numara olduğunu fark ettik. Amca, oğlunu tanımaya çalıştı cebinden tutuklandığı zamana ait fotoğrafını çıkardı emin olamıyordu. Ardından doktorlardan birinin yanına gittik. Doktor ayırt edici bir özelliği lazım dedi. Amca eşini aradı oğlumuz neye benziyordu diye sordu. Anne yüzünde bir ben olduğunu söyledi ama morgdaki 23 numaranın yüzünde ben yoktu. Amcanın çocuğu yaşıyor olsa 43 yaşında olacaktı hâlbuki ki morgdaki 23 numara 20lerindeydi. Amca üzülsün mü sevinsin mi bilemeyip morgu terk etti. Ümit ve ümitsizlik, sevinç ve hüzün hepsi bir arada yaşandı ve bitti. Amca morgu terk ederken başka bir aile 23 numaraya bakmak için geldi.” “Bu yolculukta, yaklaşık bir ay boyunca bizler, kameralarımızla bu hikâyelere tanıklık ettik” diyen Sağman, “Biz bu belgeselin her bir adımında, zulme uğramış insanların sesine kulak verdik, bir halkın özgürlük mücadelesine, gözyaşları ve kanla yazılmış bir tarihe şahit olduk” diyor.

Suikast tehdidi altında çalıştık
Yapımcı Yavuz Yıldırım ise belgesel çekimlerinin yaklaşık bir ay sürdüğünü belirterek, sürecin büyük zorluklarla geçtiğini söylüyor. Yıldırım, “Suriye’nin özgürlüğüne kavuşmasının hemen ardından soluğu Şam’da aldık. Devrim olmuş, geçiş sürecinde sahadasınız ve bir yönetim boşluğu var. Devrimin gerçekleştiği, ancak henüz tam anlamıyla bir yönetimin oluşmadığı bir ortamda çalışmak kolay olmadı. Şam’ın sokaklarında Esed rejiminin kalıntılarının hâlâ gezindiğini bilmek, güvenlik açısından rahat hareket etmemize engel oldu” diyor. Geçiş sürecinin sancılarının devam ettiği bir dönemde çekim yaptıklarını belirten Yıldırım, Esed rejimi yanlılarının suikast girişimlerinde bulunmaya başladığını ve bu tehlike altında çalışmalarını tamamladıklarını dile getiriyor. Yıldırım, “Bölgenin dengelerine hâkim değilseniz kendinizi çıkılmaz bir girdap içerisinde bulabilirsiniz. Çekimler sırasında Esed rejiminin artıklarının suikast girişimlerine başladığı bir dönemdeydik. Buna rağmen belgeselimizi tamamlamayı başardık” ifadelerini kullanıyor. Çekimler sırasında karşılaştıkları lojistik sorunlara da değinen Yıldırım, en büyük sıkıntılardan birinin yakıt kıtlığı olduğunu söylüyor. Yıldırım, “Şam yolculuğumuz boyunca yanımıza ilave yakıt aldık çünkü yakıta ulaşmak oldukça zordu. Yolda kalmaktansa yakıt kokusuna razı olduk” açıklamasını yapıyor.
Tekli hücreler tabut gibiydi
Belgesel ekibinin en çarpıcı deneyimlerinden biri de Esed rejiminin meşhur işkence merkezlerine girme fırsatı bulmaları olmuş. Yıldırım, bu süreci şu sözlerle anlatıyor: “Suriye Geçici Hükümeti, resmi binaları önce koruma altına aldı, ardından az sayıda çalışanla çekim izin taleplerini karşılamaya başladı. İşkence merkezleri ve zindanlara girebilmek için resmi talepte bulunduk. Beklediğimizin aksine herhangi bir sansürle karşılaşmadık. Aksine, bu yerlerin görülmesini istediler. Zindanları ve hücreleri görünce şok olduk. Tekli hücreler tabut gibiydi, hareket kabiliyetinizi bitirecek cinstendi. Havasız ve karanlık zindanlarda bir odanın içerisine onlarca insanı üst üste gelecek şekilde mahkûm etmişler.”