
Esra Oğuzhan’ın Ötüken Neşriyat için hazırladığı Mucibince Amel Oluna adlı kitap matbaanın kuruluş sürecine odaklanarak Türk matbuat tarihini güncel bilgiler çerçevesinde yeniden gündeme taşıyor.
Toplumların sözlü kültürden yazılı kültüre geçişinde en önemli hak sahibinin matbaa olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Avrupa tarihinin değişmesinde coğrafi keşifler ve endüstri devrimi ile birlikte büyük etkiye sahip olan matbaa; demokratikleşme, bireyleşme ve sekülerleşmenin fitilini ateşlemenin yanı sıra bilimin inanç karşısında otorite kurmasının da yolunu açar. Böylece elitlerin tekelinden çıkan bilgi, yorum ve tenkitle sınanarak bambaşka bir şekil alır.
Avrupa kendi özgül tecrübesiyle moderniteyi yaşarken Doğu ve İslam coğrafyasında süreç farklı işler. Fütûhat kültürüyle gelişen ve yenilenen Osmanlı Devleti, Avrupa’nın öncelikle askerî gücünün farkına varır. Ardından etkisi altına girdiği ekonomik baskı, zamanla sosyolojik ve felsefi farklılıkların hissedilmesine yol açar. Osmanlı, 18. yüzyılın hemen başında karşılaştığı bu gerileme psikolojisinin etkilerinden kurtulmak için arayışa girdiğinde ürettiği çözüm yollarından biri, hatta en önemlisi ilk İslam matbaasını kurmak olur. Aslen Macar olup sonrasında İslam’ı seçen İbrahim Müteferrika, zaten Avrupa tarihine eş olacak şekilde 15. yüzyıldan beri topraklarında faal olan fakat gayrimüslimlerin elinde bulunan matbaacılığı Lale Devri Padişahı III. Ahmed’in fermanıyla hayata geçirir. Güçlü bir devlet iradesini arkasına alsa da hattatların, gelenekçi din adamlarının ve birtakım âlimlerin itirazlarıyla mücadele etmek zorunda kalan Müteferrika, matbaanın sistemli şekilde Osmanlı hayatına girmesi için büyük çaba gösterir. Öyle ki ilk neşrettiği Vankulu Lugatı’ndan sonra Er-Risaleletü’l-Müsemma bi-Vesiletü’t-Tıbaa adlı bir risale kaleme alarak matbaanın işlevlerini ve gerekliliklerini sıralar; bu risaleyi daha sonra Vankulu Lugatı’nın başına alır. Söz konusu dönemde tercüme faaliyetleri de önem kazanmışken Müteferrika’nın böyle bir çabaya girişmesi ve mezkûr tepkilerden kurtulmak için dinî kitapların basımından uzak durması, modernleşme sürecine tutunmaya çalışan Osmanlı Devleti’ne ihtiyaç duyduğu alanı sağlar. Nitekim modernleşme birbirini tetikleyen pek çok yeniliğin ortak adı olarak okunduğunda matbaa, başta askerî ve teknik alanlardaki kitap ihtiyacını karşılamakla beraber demokratikleşme yolunda ihtiyaç duyulan zihniyet değişiminin de hızlanmasını sağlar. Bu durum 19. yüzyılın ilk yarısında gazetecilik faaliyetlerine dönüşerek modernleşme yolundaki esaslı faaliyetlerin önünü açar. Özetle Osmanlı’da matbaa faaliyetlerinin tarihini ve gelişimini okumak, Türk düşüncesinin, toplum yapısının, inanma biçiminin, yönetim anlayışının yenileşme sürecini özgün koşullarda değerlendirmenin kapısını aralar.
TÜRK MATBAA TARİHİNE GENEL BİR BAKIŞ
Türk matbaacılığının doğuş ve gelişimi bugüne dek pek çok çalışmanın konusu oldu. İslam Ansiklopedisi’ndeki ilgili maddeler, Selim Nüzhet Gerçek’in Türk Matbaacılığı, Server İskit’in Türkiye’de Neşriyat Hareketleri Tarihine Bir Bakış, Alpay Kabacalı’nın Türk Kitap Tarihi, Orhan Koloğlu’nun Basımevi ve Basının Gecikme Sebepleri ve Sonuçları bu kapsamdaki çalışmalardan. Kitap olarak neşredilen bu eserlerin en yakın tarihlilerinin 1980’lerde kaleme alındığı göz önüne alınırsa, o yıllardan günümüze Türk matbaacılığı hakkında yapılan yeni çalışmalar ekseninde meselenin tekrar tartışılması elzem idi. Esra Oğuzhan’ın Ötüken Neşriyat için hazırladığı Mucibince Amel Oluna, kuruluş sürecine odaklanarak Türk matbuat tarihini güncel bilgiler çerçevesinde yeniden gündeme taşıyor. Kitapta imza sahipleri Mehmet İşpirli, Yaron Ben Na’eh, Orlin Sabev, Yunus İnce, Şerif Korkmaz, Arda Odabaş ve Mehmet Erken. III. Ahmed’in Türk matbaasının kurulmasını onayladığı fermanla açılan kitapta Osmanlı coğrafyasındaki gayrimüslimlere ait matbaalar hakkında genişçe bilgiye yer veriliyor; özellikle Selanik’te gerçekleşen matbaacılık, başlangıcından basın yayın faaliyetlerinin büyük hız kazandığı II. Meşrutiyet devrine kadar kronolojik süreç ve basılan eserler/mecmualar ekseninde geniş çerçevede değerlendiriliyor. Söz konusu yazılar, Osmanlı’da matbaa kültürünün sanıldığının aksine Lale Devri’nin yaklaşık iki yüz yıl öncesine dayandığını göstermekle birlikte devletin II. Bayazıt’tan itibaren matbuat kültürünü ciddiyetle takip ettiğini bildiriyor. Fakat bu ilginin sınırlı bir alanda kaldığı ve Osmanlı topraklarında matbaanın ancak 19. yüzyılda tam manasıyla hayata dahil olduğunun da altı çiziliyor.
TEDİRGİNLİKLE BERABER YÜRÜYEN İLGİ
Çalışmada Osmanlı matbuatındaki gecikmenin nedenleri tarihi belgeler ışığında tartışılıyor. Bu çerçevede Osmanlı’nın 15. yüzyıldan beri tanış olduğu matbaayla sınırlı bir ilişki sürdürmesinin altında pek çok sebep gizli. Farklı çalışmalarda matbaa karşısındaki tedirginliğin, hattatların mesleklerini kaybetme endişeleri olduğu sıklıkla vurgulansa da Yunus İnce’nin yazısına göre matbaa karşısındaki tereddüdün altında Kur’an-ı Kerim’i koruma düşüncesi yatıyor. Nitekim matbaa kullanımını benimseyen ve Doğu’yu da bu yolla tanımaya çabalayan Avrupa’da basılan Arapça kitaplarda harf farklılığından ve teknik imkânlardan kaynaklanan pek çok hata bulan Osmanlı âlimleri, yine Avrupa’da çoğaltılan Kur’an nüshalarında da büyük tahrifatın gerçekleştiğine şahit oluyor. Bu anlamda kendisini kıyamete dek koruyacağına dair ayet içeren Kur’an-ı Kerim’in böylesi hatalı basımlarının kolaylıkla ve denetimsizce piyasaya yayılması, önü alınamaz bir sorun olarak görülüyor ve bu tahrif endişesi matbaa faaliyetlerini sınırlı alanda gayrimüslimlerin eline bırakıyor. Öte yandan Osmanlı eğitim sisteminin Avrupa’dan farklı olarak yenilenmekten çok yinelenmeye dayanması, kademenin kitap bitirmeye endekslenmesi ve kitabı bitirenin derkenar yazarak onun içeriğini genişletmesi de dikkate alındığında Osmanlı eğitim yapısının da matbaayı gerektirmeyecek bir düzende ilerlediğini gösteriyor. Bu bakımdan bir kitabı binlerce muhataba ulaştırmanın aracı olan matbaanın her şeyden önce yeni bir siyasal, sosyal ve kültürel nizama ihtiyaç duyduğuna, Osmanlı’nınsa buna ancak Tanzimat’tan sonra ulaşabildiğine dikkat çekiliyor. Mehmet Erken ise “19. Yüzyılın Matbaa Makineleri” başlıklı yazısında meselenin teknik yönünü ele alıyor; Osmanlı matbuatının asıl ivme kazandığı bu yüzyılda Batı’daki tekniği kolaylıkla yakalayabildiğini, bilhassa 1931’de Takvimhane-i Âmire Nezareti’nin kurulması ve 1867’deki Vilayet Nizamnamesi vesilesiyle matbaacılığın Osmanlı coğrafyasında taşraya hızlıca yayıldığını vurguluyor. Bu bilgiler dahilinde Osmanlı’nın zaten evvelden beri haberdar olduğu matbuat dünyasına kendi şartları dahilinde giriş yaptığını da söylemek mümkün hale geliyor.
Bitirirken; editör Esra Oğuzhan Sunuş yazısında kitabın özel matbaalar ve matbaa sahiplerini içerecek ikinci cildinin de hazırlandığını haber veriyor. Bize de bu müjdeyi beklemek düşüyor.






