23 Ocak 1995'te, “Türkiye’nin önü aydınlık” manşetiyle yayımlanmaya başlayan Yeni Şafak'la şair İsmet Özel'in yolları 1996'da kesişti. Gazete, 30 yılı devirip bu günlere geldi. Özel, yanılmıyorsam 2001'e kadar gazetede -haftada üç gün- yazmayı sürdürdü. Geçenlerde, yazıişlerinde, şairin 80 yaşına gireceği konuşuluyordu. Hemen, “Bir yazı yazayım” deyiverdim. “Yaz, başlığı da 'Yaşayan en büyük şair seksen yaşında' olsun” dedi arkadaşlar. Dediler ve fakat ne yazacaktım? Özel'le ilgili o kadar çok şey yazıldı ki. Ne yazılabilir? Kısa bir öz geçmiş, birkaç hatıra, biraz anekdot.
Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar başlıklı şiirin girişindeki, “Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında. / Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar” dizesinin yazarı ve Türk şiirinin yaşayan en büyük şairlerinden İsmet Özel, ömrünün kırk yılına bir kırk yıl daha ekledi. Türk şiirinde devrim yapmış bir şair olarak nitelenen Özel, 19 Eylül'de seksenine adım atacak.
1993'te, “Hakkı Yanık'a dostça” notu düşerek imzaladığı Erbain'in girişine önsöz niyetine koyduğu, “Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir? / Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir? / -Yaşama! / -Ya bileydim? / Yazar: Mıydım / Hiç: Şiir.” dizelerinin şairi İsmet Özel’i sadece şair olarak düşünmemek lâzım. O aynı zamanda Türk düşünce hayatının en önemli isimlerinden biri. Bir istikâmet yolcusu. İstiklâl Marşı neferi. Kara, kavruk, kalın ve Türk!
Hayatını, “Kendi masalım” diye niteleyen İsmet Özel, 19 Eylül 1944’te, babasının görev yaptığı Kayseri Düvenönü’nde dünyaya gelir. Babası, Bağdatlı bir askerin oğlu polis memuru Ahmet bey, annesi de Sıdıka hanımdır. 1950’de başladığı Kastamonu Abdülhak Hamit İlkokulu’nu bitirir. Ortaokulu ve lise 1. sınıfı Çankırı Lisesi'nde okur. İkinci sınıftan itibaren Ankara Gazi Lisesi'ne devam eder ve okulu dört yılda bitirir. Bir yandan da başkentte kültür sanat ortamını tanır.
60'lı yıllara girilirken Özel üniversite çağına gelmiştir. 1962'de Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girer. Bu giriş aynı zamanda onun komünizmle tanışıp, 'iyiler'in yanında saf tutma imkânı sağlayacaktır. Önce fakültenin fikir kulübüne, sonra Türkiye İşçi Partisi'ne kaydolur (1963). Artık müseccel komünist olmuştur. Aynı yıl, ilk şiiri, Yelken dergisinde yayımlanır. 1964'te Bakırköy Halkevi'nin düzenlediği şiir yarışmasında üçüncülük ödülü alır. 1966'da fakülteden 'belgelenerek' ayrılır. İlk kitabı Geceleyin Bir Koşu, yayımlanır. Bir yıl sonra 'er' olarak askere alınır. Politik mazisi sayesinde Sivas, Konya, Elazığ ve Muş'ta 24 ay askerlik yapar. (Gariptir, ben de Kastamonu'da okudum. Askerliğimin büyük bir kısmını da er olarak Muş'ta yaptım. Şairin 'Muş'la ilgili bir şiiri de var.) Askerdeyken babasını kaybeder (1969).
Askerken memleketin kurtuluşu üzerine düşünen ve çareler üretmeye çalışan şair, mecburi hizmet bittikten sonra arkadaşlarıyla birlikte Halkın Dostları dergisini çıkarır (1970-1971). Dergi deyince Mehmet Şeker'den bir alıntı yapmak istiyorum. Şeker'in, Yeni Şafak'taki 21 Ocak 2024 tarihli yazısından: ... Bir gün Erenler’de otururken içeri gelen bir üniversiteli, arkadaşına müjdeli haberi iletti. “Gözün aydın moruk! Dergiyi çıkarıyoruz. Finans işini hallettik.” Öteki dergide kimlerin yazacağını sorunca şöyle cevap verdi: “Sen, ben, İsmet Özel.”
Çalışmak için İstanbul'a gelen Özel, çeşitli işlere girip çıkar. 1972'de Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı'nda okumaya başlar. Bu yıllarda Özel'in fikrî-siyasî görüşlerinde de değişiklikler olur. Sosyalist dünya görüşünden kopup İslamlığa bağlanır. Bu değişimi, bir süre sonra Sezai Karakoç'un Diriliş dergisinde yayımlattığı Amentü başlıklı şiiriyle dışa vurur.
İsmet Özel, üniversiteden mezun olmadan bir yıl önce (1976) okuldan arkadaşı Necla Aslandoğdu'yla evlenir, Ticaret Bakanlığı'nda işe girer. Mezun olur ve Yeni Devir'de fıkra yazarlığına başlar (1977). İki yıl sonra ara verdiği gazete yazarlığına 1981'de tekrar başlar ve bir yıl devam eder. 1981'de Kültür Bakanlığı İstanbul Devlet Konservatuarı'nda Fransızca okutmanı olur. (Konservatuarın ismi YÖK kurulduktan sonra, Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı olarak değiştirilir.) Dört yıl sonra Milli Gazete'de yazmaya başlar ve yazıları dört yıl sürer.
Çıdam Yayınları'nı kurar (1988-1994). İsmail Kara'yla birlikte Kanal 7'de program yapar. (Üç yıl süren bu program, şairin yeni yaptırdığı evinin borcu bitince noktalanır.) Yeni Şafak'ta yazmaya başlar (1996-2001). Yeni Şafak'tan ayrılınca, Gerçek Hayat'ta haftalık yazılar kaleme alır.
1991'de XII. Dünya Şairler Kongresi'nce verilen Uluslararası Yunus Emre Ödülü'nü, 1996'da da Gabriela Mistral Nişanı ödülünü alır.
18 yıllık iş hayatından sonra, okutman olduğu Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı'ndan emekliye ayrılır ve Bilgi Üniversitesi'nde misafir öğretim üyesi olarak işe başlayıp dersler verir (1998). 2003'te Milli Gazete ve Gerçek Hayat'taki yazılarını sonlandırır.
2005'te Türkiye Yazarlar Birliği'nce Üstün Hizmet Ödülü'ne layık görülen ve yüze yakın kitaba imza atan şair, yurt içi ve yurt dışından çeşitli ödüller ve nişanlar alır. 2000'li yılların başından itibaren Türklük meselesini tartışmaya açtığı görülen şair, 2007'de, “İstiklal Marşı ne sebeple yazıldıysa İstiklal Marşı Derneği de bu sebepten kuruldu” açıklamasıyla İstiklal Marşı Derneği'ni kurar. 2013'te derneğin internet sitesinde Sesli Gemi şiirini yayımlayarak şiir yazmayı bıraktığını açıklar. Hasan Sacit (Doğum: 1976), Oruç, (1978), Esma Bike (1983) ve Hesna Begüm (1986) isimli çocukların babası olan Özel, halen İstanbul'da ikâmet etmektedir.
Büyük şairle karşılaşma ve tanışmamı Dergâh Yayınları’na borçluyum. Hakikaten kara, kavruk, tıknaz bir adamdı. ‘Saçları afili'ydi. Net ve tok konuşma; sıcak, delici bakışlar. Cağaloğlu’ndaki, Üretmen Han’da, Çıdam Yayınları’nda bulunurdu çoğu vakit. Sıkça ziyaretine gider, sorular sorar, cevapları en az üç dilden alır, abandone olmuş bir halde üst kata, Diriliş’e çıkar, rahmetli Sezai Karakoç beyle sessizce halleşirdik. Benim için bir nevi dinlenme olurdu bu ikinci ziyaret.
Kimi zaman Dergâh’a gelir, Mustafa Kutlu ağabeyin karşısına otururdu. Pötürgeli Hasan ağabey çayları getirir, tütün tellendirilir, muhabbet dumana karışırdı. Bir Kutlu alırdı sözü bir İsmail Kara ağabey. Daha çok da İsmet Özel. (Özel soy ismi bu kadar mı yakışır bir şaire!) Ben hep dinlerdim. Not aldığım da olurdu. Şimdi nerede o notlar kim bilir? '90’lı yıllardı. Beraber cuma namazı kılmaya giderdik Sultanahmet’e. Ayasofya açık olsa oraya giderdik belki! Ben Kutlu ağabeyle düşerdim yola. Poğaçalarımızı alıp caminin dış duvarının dibinde yerken laflaşırdık. Mırıl mırıl anlatırdı Kutlu. Konuşması yazmasından güzel! Namazı eda ettikten sonra Derviş’e (ismi yanlış hatırlıyor olabilirim) giderdik. Bazen Ali Birinci de olurdu. Muhabbet koyulaştıkça koyulaşırdı. Memleket kurtulmasa bile kurtulmaya yaklaşırdı.
Dergâh’ta bir muhabbet sırasında nakledilmişti sanırım. O sıralar sakallı olan İsmet Özel bir gün sakalları keser. Sakalını âniden kesmesinin hikâyesi şöyledir: İsmet ağabeyin toplu ulaşım kullandığını herkes bilir. Bir gün otobüse biniyor. Ayakta ve içerisi kalabalık. Yolculardan biri, “Hacım” diyor, “İlerlesene biraz!” Otobüsten inince berbere koşuyor hemen ve sakala veda. İlginç adamdır vesselam!
Yeri gelmişken ‘afili saçlar’ meselesini de anlatayım. Yine 90’ların sonu. Rahmetli Nusret Özcan’la Yeni Şafak’ın Topkapı’daki binasında, arşivde oturuyoruz. İsmet Özel girdi içeri, selâm vererek. Yayınevinden tanışıyoruz ya: Merhaba İsmet ağabey, nasılsın? dedim. Bir müddet durdu, neden sonra, “Saçlarım da afili” dedi. Bozulmuştum doğrusu. Sonra ekledi: Kızım öyle söylüyor. Nusret Ağabey bu olayı uzun zaman anlatıp mevzuyu Necip Fazıl’a getiriyor, “Üstat olsa böyle mi cevap verirdi” diyordu. Afili saçların hikâyesi budur.
Yıllar önce şiirle, sosyalistlikle başlayıp Türklüğe varan ve yürüdükçe yalnızlaştıran bir yola çıktı Özel. İstiklal Marşı Derneği’ni kurdu. Misak-ı Millî dedi, Türk dedi, müslümanlık, milliyetçilik dedi. Bunları söylerken ‘zerre’ esnemedi, yan çizmedi. Konuşmalar, kitaplar toplantılar ve türlü yollarla seslenişini sürdürdü. Türk ve Türklük üzerine değişik görüşler serdetti. “Kâfirle çatışmayı göze alan müslümana Türk denir” dedi. Türklüğün bir ırk olmadığını, ‘tarihî bir rol’ olduğunu savunarak bu rolü
Mescid-i Dırar’ın yıkılışıyla başlattı. ‘Kalın’lığı için de şunları söyledi: Ben gevrek değil ‘kalın Türk’ olduğumu söylüyorum. Şiir, sosyalizm, İslâm dolayısıyla yaşadıklarım beni kalınlaştırdı.
Seksen yılı devirmiş bir düşünce adamı olarak çok şey söylüyor büyük şair. “Ben bir Türk şairi değilsem hiçbir şey değilim. Benim şiirim Türk sesi!” diyor. “Türkçe, Kur’an’dan çıkmış bir dildir” sözü onun. “Türk milleti varlığını şiire borçludur” yargısı. “İslam’da ibadetlerin hepsi küfre darbe vurmakla alâkalıdır” tespiti.
Söylediklerinin hepsini alıntılamak mümkün değil. 'Anlamak'la başlamak en iyisi. Anlamak için de duymak lâzım.
Ne diyor Amentü'de, “Dilce susup / bedence konuşulan bir çağda / biliyorum kolay anlaşılmayacak / kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın.”
Dinleyelim bakalım, neler söylüyor büyük şair:
-Bestesi anlaşılmaması gayesiyle yapılan İstiklal Marşı, yazıldıktan sonra rafa kaldırıldı ve zincire vuruldu.
-Misak'ı Millî sınır meselesi değildir, milletin yeminidir. Meclis-i Mebusan, Misak-ı Millî’yi hak olarak ileri sürdü. Ankara yönetimi ise bir yük olarak gördü!
-Harf inkılâbıyla yazımızı elimizden aldılar. Bizi şaşkın, ahlâksız ve yalancı şekle soktular!
-Birinci Meclis, Lozan’ı makbul saymayınca lağvedildi. Lozan’ı kurulan İkinci Meclis kabul etti!
-Ordumuz, 27 Mayıs 1960 sabahına kadar bir İslâm ordusuydu. Darbe, Kur’an devleti ve İslâm ordusunu yok etti.
-Modern dünyada Türk milliyetçisi olmadan müslüman olduğunu söylemek küfürle her sahada uzlaşmaya hazır olduğunu söylemek demektir.
-Biz müslümanlar olarak Kur’an’ı anlamakla değil, Kur’an’ı işitmek ve itaatle mükellefiz.
-Kapitalizmin dayandığı iki esas vardır. Bunlar, pazar içi üretim ve ücretli emek. Bu sistem, ihtiyacımız olmayan şeyleri satın almadığımız zaman çöker.
-Ya var olup Türk kalacağız ya da Amerikanlaşıp yok olacağız
-Kâfirin lokmasını yemediğim için kâfirin kılıcını sallamıyorum.
Son karşılaşmamız İsmet ağabeyin kalp rahatsızlığı geçirmesinden kısa bir süre önceydi. Topkapı'da metrobüsten inmiş, gazete binasına yürüyordum. Üst geçidin dibinde karşılaşıp ayaküstü konuşmuştuk. Daha sonra görüşemedik. Dernek kurulduktan sonra, ulaşmak zorlaşmış kendisine. Arkadaşlardan bu yönde çokça şikayet işittim. Belki yine metrobüste yahut otobüste karşılaşırız. Bana doğru bakıp gülümser. Tebessümle karşılık verir, “Nasılsın abi” derim, “Saçların hâlâ afili mi?”