BioNTech tarafından geliştirilen ve ABD’li ilaç devi Pfizer ortaklığı ile tüm dünyada kullanıma girecek olan Kovid-19 aşısının ilk acil kullanım onayı İngiltere’de çıktı. İngiltere, bu onayla birlikte öncelikle yüksek risk grubundaki sağlık çalışanları ile huzurevleri ve bakım merkezlerindeki yaşlıları aşılayacak. Dünyanın en önemli tıp merkezlerinden
ABD Houston’daki Teksas Üniversitesi MD Anderson Kanser Merkezi’nde yaklaşık 20 yıldır kansere tedavisi için gen aşıları üzerinde çalışmalar yapan Türk Bilim İnsanı ve İmmünoloji Uzmanı Prof. Dr. Bülent Özpolat, dünyada artık gen aşısı devrinin “resmen” başladığını söyleyerek, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi FDA’in de 10 Aralık’ta BioNTech-Pfizer aşısının kullanım onayı için toplanacağını ve dünya tarihinde ilk defa bir gen aşısının, RNA aşısının kullanıma gireceğini belirtti.
“20 YILDAN FAZLADIR ÜZERİNDE ÇALIŞILAN BİR TEKNOLOJİ”
Prof. Dr. Özpolat, şu an yaklaşık 58 tane aşı adayının insanlarda Faz 1-2 ve Faz 3 aşamalarında denendiğini söyleyerek, “Bunların da yaklaşık 14 tanesi gen aşısı. 7'si DNA, 7'si RNA aşısı olarak çalışılıyor. Şu anda en önde giden mRNA aşısı kullanan firmalardan BioNTech/ Pfizer ve Moderna’nın geliştirdiği aşılar da mRNA teknolojisine dayanıyor. Gen aşılarının kullanılması yeni bir mesele değil aslında. Benim için de özellikle kişisel bir mutluluk kaynağı. Çünkü bundan yaklaşık 21 yıl önce, 1999 yılında immünoloji doktora tezim de bu aşılar üzerineydi. Biz, midede ülsere neden olan Helicobakter Pylori ve meme kanserinin bir alt türü olan HER 2 pozitif meme kanserine karşı RNA aşıları geliştirerek bunların konsept olarak kullanılabileceğini göstermiştik” dedi.
“GEN AŞILARINI BU SALGINDA ÖNE GEÇİREN AVANTAJLARI OLDU”
Şu an klinik denemelerde olan aşılardan üçte birinin gen aşıları olduğuna işaret eden Prof. Dr. Özpolat, koronavirüs salgınında neden gen aşılarının öne geçtiğini ise şu şekilde açıkladı:
“Bunların bazı avantajları var. En önde gelen avantaj, çok daha çabuk geliştirilebilmesi. Örneğin koronavirüsün genetik kodunun yayınlanmasından 48 gün sonra, Moderna şirketi aşıyı geliştirmeye başladığını ilan etmişti. Diğer bir avantajı da bu aşıların çok büyük miktarlarda üretilebilmesi. Örneğin BioNTech/Pfizer, 2020'nin sonuna kadar 100 milyon doz üretileceğini beyan etmişti. 2021’in sonunda da yaklaşık 1.2 milyar doz, yani 600 milyon insanı aşılayabilecek kadar aşı üretebileceğini söyledi.”
İLK ONAY ALAN AŞININ ARDINDAKİ İLGİNÇ DETAY
RNA teknolojisindeki bu gelişmelerin bilim dünyasının bu konudaki biriken başarıları ile olduğuna işaret eden Prof. Dr. Özpolat, bu başarının ardındaki en önemli isimlerden birinin ise halen BioNTech’de RNA İlaçları Bölümü’nde Kıdemli Başkan Yardımcısı olarak çalışan Kıdemli Macar asıllı bilim insanı ve Biyokimya Uzmanı Dr. Katalin Karikó olduğunu vurguladı. Prof. Dr. Özpolat, sözlerini şöyle sürdürdü:
“2005 yılında Philedelphia Üniversitesi'nde Dr. Karikó ve Dr. (Drew) Weissman ortak yayınlarında mRNA’ların sentetik formüllerini ürettiler ve bunların patentini aldılar. mRNA’lar son derece dayanıksız moleküller, kanda ya da hücre içerisinde çok çabuk degrade olup olup ortadan kalkabiliyorlar. Dr. Karikó’nun geliştirdiği bu teknoloji, BioNTech firması tarafından da lisanslandı ve Karikó şu anda zaten BioNTech’de bu aşıların geliştirilmesi konusunda çalışıyor. Bu teknoloji aşılarının daha çabuk kullanılabilir hale gelmesini ve en önemli problemlerin ortadan kalkmasını sağladı. Daha sonra da 2010 yıllarında, RNA’nın nanopartiküllerin içerisine konup (bu nanopartiküller de genellikle lipit ve yağ molekülleri oluyor), insan hücresine taşınabilir olması sağlandı. Böylece mRNA ve DNA aşılarının da önün açıldı.”
“MAKİNELERDE ÜRETİLEN SENTETİK RNA ENJEKTE EDİLİYOR”
mRNA aşılarının kas içerisine enjekte edildikten sonraki mekanizmalarını da anlatan Prof. Dr. Özpolat, “Aşıyla enjekte edilen bu sentetik RNA, yani makinelerde üretilmiş, virüsteki RNA’nın küçük bir kısmını kodlayan mRNA, ki bu kodladığı kısım da virüsün yüzeyindeki spike (dikensi) dediğimiz protein oluyor; insan hücresine verildiği zaman, hücre bunu proteine çeviriyor. Sentetik RNA üzerindeki kod sayesinde virüs proteini yapılmış olunuyor. Üretilen bu virüs proteini, çeşitli mekanizmalarla hücrenin dışına çıkıyor ve bağışıklık sistemi bu yabancı proteini tanıyıp, buna karşı antikor ya da hücresel bağışıklık sağlayan T hücre yanıtı oluşturuyor. Antikor dediğimiz yapılar da çatal şeklinde, Y harfi gibi olan proteinlerdir. Bunlar kanda ya da dokularda gezip virüsü bulduğu zaman buna bağlanan ‘drone’ gibi düşünebileceğiniz moleküller. Bağışıklık sistemi bu sentetik RNA tarafından kodlanan ve oluşturulan virüsün diken proteinine karşı duyarlılık kazandığı için, gerçek virüsle karşılaştığı zaman, hemen bu antikorlar ve hücreler bu bölgede virüsü etkisiz hale getirebiliyor. Dolayısıyla virüsün hücre içerisine girmesini ve orada çoğalmasını önlemiş oluyor bu aşılar” dedi.
“TEDAVİ EDİCİ ÖZELLİĞİ VAR MI HENÜZ BİLİNMİYOR”
Aşıların henüz tedavi edici özelliklerinin olup olmadığının bilinmedğini söyleyen Prof. Dr. Özpolat, “Bu aşılar şimdilik daha çok koruyucu özellikleriyle ön plana çıktı. Tedavi edici özellikleri var mı, henüz buna dair bir veri yok. Yani Kovid hastalarına aşılama yapıldığı zaman tedavi edici özelliği olacak mı bu henüz bilinmiyor. Bunu da zaman içerisinde görmüş olacağız” diye konuştu.
Klasik yöntemlerle geliştirilen aşılara da dikkat çeken Prof. Dr. Özpolat, Türkiye’nin de alacağını duyurduğu Çinli Sinovac firmasının geliştirdiği inaktif virüs aşısına da değinerek “Bunlardan birisi bu olan Sinovac firmasının aşısı, virüsün çoğaltılıp, etkisiz hale getirilmesi ve (ölü virüs aşısı olarak) insanlara verilmesi sonucu çalışıyor. Oxford ve Astra Zeneca’nınn geliştirdiği aşı da bir anlamda genetik mühendisliğin bir sonucu. Bu aşıda Koronavirüs’ün kendisi kullanılmıyor. İnsanda solunum yollarında hafif bir enfeksiyonlara sebep olan ‘adenovirüsün’ içini boşaltıp, koronavirüs genetik materyali konuyor. Bu şekilde genetik mühendislikle yine bir inaktif virüs aşısı ortaya çıkıyor. Bu aşının Faz 3 çalışmaları kısmen tamamlandı. Yüzde 60 ila 90 arasında koruyuculuk sağladığı açıklandı. Fakat şirket, FDA’den de onay alabilmek için daha Faz 3’ü genişletmeye karar verdi. BioNTech aşısı yaklaşık 44 bin kişide denendi, yüzde 90-95 koruyuculuk açıklandı. Moderna 30 bin kişide denedi, yüzde 94-95 koruyuculuk açıklandı. Moderna da FDA’e başvurmaya hazırlanıyor. Onaylanırsa ilk etapta iki mRNA aşısı kullanıma girmiş olacak ve tıp tarihinde yeni bir döneme girilecek.”
“UZUN VADELİ YAN ETKİLERİ HENÜZ BİLİNMİYOR”
En çok merak edilen konuların aşıların yan etki meselesi olduğunu belirten Prof. Dr. Özpolat, şimdiye dek yapılan Faz çalışmalarında çok büyük bir yan etkiye rastlanmasa da uzun vadede nasıl bir etkinin görüleceğinin henüz bilinmediğini söyledi. Prof. Dr. Özpolat, on binlerce gönüllü üzerinde yapılan denemelerin, bu anlamda da büyük bir soruna işaret etmediğini belirterek sözlerini şöyle tamamladı:
“mRNA aşıları açısından konuşacak olursak, Moderna 30 bin, BioNTech7 Pfizer 44 bin kişide denedi. Yaklaşık 75 bin kişinin sonuçlarına göre çok ciddi bir yan etkisi yok. Uzun dönemde yan etkileri olabilir mi, bilmiyoruz. Milyonlarca insanda kullanılması ile bu da ortaya çıkacak. Değişik genlere sahip insanlarda farklı etkiler görülebilir mi, bunların da çok minimum düzeyde olacağı tahmin ediliyor. Bu anlamda ciddi bir yan etki beklemiyoruz açıkçası. İnaktif virüs aşısı olan Çin’in geliştirdiği aşının – 70-80 derecelerde soğuk zincir gerektirmemesi büyük bir avantaj ancak da bu aşıdaki en önemli zorluk, çok kısa bir zamanda virüsü çoğaltmak; etkisiz hale getirmek, (ileride büyük sorunlar yaşanmaması adına) çok ciddi kalite kontrolü gerektiren bir süreç. Bu süreçler gerçekleştirildiği taktirde bu aşılar da sorunsuz olarak güvenle kullanılabilir.”
90’LARDA FON BULAMAYAN KEŞİF, ŞİMDİ DÜNYAYI SALGINDAN KURTARACAK
Şu anda BioNTech’de RNA İlaçları Bölümü’nde Kıdemli Başkan Yardımcısı olarak çalışan Dr. Katalin Karikó, Nobel’in en güçlü adaylarından biri olarak görülüyor. Dr. Karikó’nun salgında dünyanın kaderini değiştirecek araştırması, eşi ve 2 yaşındaki kızıyla, arabasını satıp parasını kızının oyuncak ayısının içinde saklayarak 1985'te Macaristan'dan ABD'ye akademik kariyer yapmak için gitmesiyle başladı.
1989’da Pennsylvania Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne giren Karikó, 90’lı yıllarda, halen tedavisi bulunamayan kistik fibrosiz ile felç tedavisinde sentetik RNA teknolojisini kullanmak istiyordu. 1998’de o zamanlar Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü NIH’de, HIV üzerine çalışmalar yürüten Dr. Drew Weissman ile tanıştı. Ona RNA’yı sentetik olarak üretebileceğini (mRNA) ve bazı hastalıkların tedavisinde kullanılabileceğini söyledi. Beraber çalışmaya başladılar. İkili, mRNA verdikleri farelerin aşırı inflamasyon nedeniyle ölmesi üzerine RNA'yı lipid nanopartikül içinde enjekte etmeyi keşfettiler ve patentini alarak makalelerini yayınladılar. Ertesi yıl mRNA ilaçları geliştirmek için bir şirket kurdular ama yeterli fon bulamadılar, klinik deneylere geçemediler. Üniversite, Karikó ve Weissman’ın patentlerinin özel lisansını CellScript adlı üçüncü bir firmaya sattı. Karikó, araştırmalarına fon bulamayınca üniversitedeki tam zamanlı kadrosundan ayrılıp 2013’de BioNTech’de işe başladı. Bu arada, iki bilim insanının çığır açan makalesini okuyan Kanadalı bir kök hücre biyoloğu olan Derrick Rossi, güçlü finansörler bularak 2010'da Massachusetts'te Moderna'yı kurdu. Karikó’ya da iş teklifinde bulundu ancak Macar bilim insanı BioNTech’de kalmaya karar verdi. Karikó, BioNTech'in RNA İlaçları Bölümü’nde Kıdemli Başkan Yardımcısı ve RNA protein replasman tedavileri üzerinde çalışıyor. Aynı zamanda Pennsylvania Üniversitesi'nde yardımcı doçentliğine de devame diyor. Weissman ise grip, herpes ve HIV'e karşı RNA aşıları üzerinde çalışmaya devam ediyor.