
Gazze’nin özellikle son iki yılda öğrettikleri saymakla bitmez. Bu küçük toprak parçası tüm dünya için ibret dolu dersler bıraktı. Bu derslerin en önemlilerinden biri ise hiç kuşkusuz boykot oldu. Bugün yeniden gündemimize giren boykotun Osmanlı tarihindeki ilk örneği ise 1908 yılına, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna-Hersek’i ilhak etmesine kadar uzanıyor. Osmanlı kamuoyunun pek de alışık olmadıkları bu mücadele biçimine hızla uyum sağlayarak somut sonuçlar alması, aradan geçen yıllara rağmen bugüne ilhamlar veriyor.
Gazze’nin özellikle son iki yılda öğrettikleri saymakla bitmez. Bu küçük toprak parçası tüm dünya için ibret dolu dersler bıraktı. Bu derslerin en önemlilerinden biri ise hiç kuşkusuz boykot oldu. Elbette boykot yeni bir mesele değil... Gerek Filistin meselesinde gerekse başka dönemlerde bir direniş yöntemi olarak sıkça uygulandı. Fakat 7 Ekim sonrasında Siyonizm’e karşı mücadelenin en etkili araçlarından biri olarak boykotun gücü çok daha iyi anlaşılırken Siyonistler tarafından nasıl bir ekonomik kuşatma altında olduğumuz da boykot sayesinde daha iyi fark edildi. Ateşkesin ardından da kazanılan boykot bilincinin diri tutulması büyük önem taşıyor.
Bugün yeniden gündemimize giren boykotun Osmanlı tarihindeki ilk örneği ise 1908 yılına, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna-Hersek’i ilhak etmesine kadar uzanıyor. Osmanlı kamuoyunun pek de alışık olmadıkları bu mücadele biçimine hızla uyum sağlayarak somut sonuçlar alması, aradan geçen yıllara rağmen bugüne ilhamlar veriyor. Gelin bu hikâyeye daha yakından bakalım.
1908’de neler oldu?
1908, Osmanlı’nın kaderini derinden etkileyen bir dizi olaya sahne olmuş bir seneydi. O yılın haziran ayında İngiltere Kralı VII. Edward ile Rus Çarı II. Nikola’nın Reval’de yaptığı görüşmenin ardından Avrupa’da güç dengeleri yeniden şekillenirken 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı da içerideki siyasi kargaşayı tetiklemişti. Osmanlı Devleti için asıl sarsıcı gelişme ise 5 Ekim 1908’de yaşandı. Belirsizlik ortamını fırsat bilen Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, 93 Harbi sonrası imzalanan 1878 Berlin Antlaşması’yla yalnızca idaresini üstlendiği Bosna-Hersek’i bu kez resmen topraklarına kattığını ilan etti. Uluslararası hukuk açısından açık bir ihlal olan bu hamle Osmanlı kamuoyunda da büyük bir tepkiye sebep olmuştu.
II. Meşrutiyet sonrasında iç düzen arayışında olan Osmanlı’nın Avusturya’ya karşı askeri bir karşılık vermesi pek mümkün değildi. Ancak halk elinden ne geliyorsa yapmaya kararlıydı. Devletin diplomatik çabalarına destek olmak ve tepkisini göstermek isteyen Osmanlı toplumu, kendi imkânlarıyla harekete geçti. 6 Ekim 1908’de ilhak haberi İstanbul gazetelerinde yer alır almaz sokaklarda eylemler başladı. Boykotun ilk kez bir mücadele aracı olarak kullanılması ise işte tam bu noktada doğdu.
Boykotun doğuşu: “Avusturya emtiasını almayınız”
Tanin gazetesinde Hüseyin Cahit’in kaleme aldığı “Avusturya emtiasını almayınız” başlıklı makaleyle boykot resmen başlamıştı. Hüseyin Cahit, yazısında Avusturya’nın “hakkı ve insanlığı ayaklar altına aldığını” vurgulayarak halkı direnişe çağırıyordu. Çinlilerin Amerikan mallarına uyguladığı boykotu örnek göstererek, “tabir-i mahsusuyla boykotaj” yapmanın zamanının geldiğini ilan etmiş ve “Evet Avusturya’dan ne geliyorsa, kumaş, esvab, çorap, mendil, fanila hiç birine bir Osmanlı parası vermeyiniz” diyerek tavrını net bir biçimde ortaya koymuştu.
Vaaz kürsüsünden “Boykotaj” çağrısı
Manastırlı İsmail Hakkı da Ayasofya Camii’nde vaaz kürsüsünden boykot çağrısı yapıyor, sayısı beş-altı bini bulan cemaatten söz alıyordu:
“Avusturya’nın gözü ne Bosna’dadır, ne Hersek’de. Onların düşünceleri ancak ticarettir. Onun için biz de can damarına basalım! İlhâkına çalıştığı Bosna-Hersek hakkında îcâb-ı siyâsîsi [siyaseten gereken] ne ise devletçe yapılacak. O mesele devlete ait bir şey. Fakat şimdiden milletin yapacağı bu muamele yok mu; onların yüreğine işler. Belki de izmihlâlini mûcib [çöküşlerine sebep] olur. Bunda sebât edebilirsek, metânet gösterebilirsek Avusturya’yı emâna düşüreceğiz [çaresiz bırakacağız]. Çünkü ticâreti rahnedâr[durgun] olunca o ahâlî altüst olacak, hükümeti tahtı’e edecek [düşecek]. İşte o vakit Avusturya ayaklarını sallar. Allah büyüktür. Bazen kuyusunu insana kendi eliyle kazdırır. Bu da böyle olur inşallah. Fakat sebât edelim. Kat’iyyen Avusturya malı almayalım. Onun malına karşı gâyet sıkı ve şiddetli bir boykotaj yapalım.
-Yapacağız mı?
-İnşâallâh!
-Ahd etdik mi?
-Ahd olsun!..”
Vaazı dinleyerek yazıya geçiren ve Sıratımüstakim mecmuasında yayınlayan Eşref Edip ise Manastırlı İsmail Hakkı’nın vaazının tesirini şu sözlerle anlatıyordu:
“Beş altı bin cemâ’at-ı müslimin ile vukubulan bu ahd ü peymân [söz alma] pek dehşetliydi. Hazret, pür ateş-i hiddet [çok hiddetli]. Ahâlî heyecân-ı azîm [büyük heyecan] içinde. O, unutulmaz bir gündür. Altı, yedi bin müte’essir[etkilenmiş] kalpten yükselen “Ahd olsun” nidâsı Ayasofya kubbelerini titretti. Hazretin o lisân-ı âteş-zebânı[ateşli dili], o talâkat-ı hârika-nümâsı[olağanüstü belagati] ahâlîyi öyle bir hâle getirmişti ki herkes birer gazanfer-i hamiyyet[yiğit vatansever] kesilmiş, ebediyyen ömründe Avusturya malı almamaya yemine hazır idi. Bu nutkun[hitabın], bu nutk-ı dînînin[dini hitabın] İstanbul’da azîm[büyük] tesîri görüldü. Bundan sonra boykotaj bütün şiddetiyle hükümrân [hâkim] olmaya başladı.”

Boykot yayılıyor
Boykot basının ve kürsülerin etkisiyle kısa sürede farklı sektörlere yayıldı ve toplumun geniş kesimlerinde karşılık buldu. Selanik’teki ticarethaneler Avusturya fabrikalarına telgraf çekerek siparişlerini iptal ederken kahve ve şeker tüccarları da Trieste’ye telgraf gönderip artık Avusturya şekeri almayacaklarını ilan ediyordu. Boykotun en sembolik yönü ise fes üzerinden yaşandı. Avusturya’dan ithal edilen feslere karşı güçlü bir tepki doğdu. Bu duruma karşı “serpuş-u millî” adıyla yeni bir yerli fes üretimi başlatıldı. İthal feslerin sekizde biri fiyatına satılan bu millî serpuşlar adeta direnişin simgesi haline geldi.
Deniz ticareti ve liman işçileri boykotun bel kemiğini oluşturdu. Kayıkçılar ve mavnacılar Avusturya gemilerinin yolcu ve yüklerini boşaltmayı reddederek kararlı bir duruş sergilediler. Benzer olayların artması Avusturya Sefiri Marki Pallavicini’yi harekete geçirdi. Sefir, durumu defalarca Babıâli’ye şikâyet etti. Avusturya sefaretinden gelen raporlarda, gümrük memurları Avusturya mallarının geçişini kasıtlı olarak yavaşlatmakla, zabıta memurları ise boykotçuların eylemlerine göz yummakla suçlanıyordu. Avusturyalı yetkililer Osmanlı hükümetini boykotçulara destek vermekle itham ediyordu.
Osmanlı’nın dengeli tavrı
Osmanlı, Avusturya’nın artan diplomatik baskılarına karşı temkinli ve dengeli bir politika izledi. Sefir Pallavicini’ye verilen yanıtta, “Ticaret serbesttir, mavnacı ve sandalcıların gönlünü yapmaktan başka çare yoktur” denilerek, halkın ekonomik tercihine müdahale edilmeyeceği açıkça ifade ediliyordu. Devlet, halkın Avusturya malı almaya ya da hamalların bu malları taşımaya zorlanamayacağı görüşünü benimsedi. Böylece hükümet, boykotu doğrudan teşvik etmese de kanun sınırları içinde fiilen desteklemiş oldu. Ancak aynı zamanda sorumluluğunu da hatırlatarak, görevinin asayişi sağlamak ve Avusturya tebaasına ya da gemilerine yönelik herhangi bir saldırı veya zararı önlemekle sınırlı olduğunu vurguladı.
Boykotun Avusturya’ya etkileri
Avusturya ekonomisinde boykotun etkileri kısa sürede hissedilmeye başladı. Trieste borsasından Avusturya’nın Dışişleri ve Ticaret bakanlıklarına peş peşe giden şikâyetler yetkililerden boykotu durdurmak için acil önlem alınmasını istiyordu. Pek çok Avusturya fabrikası üretimi azaltmak ya da tamamen kapatmak zorunda kaldı. Bu baskı karşısında Avusturya hükümeti, boykot sona ermeden görüşmelere devam etmeyeceğini Babıâli’ye bildirdi. Ancak Osmanlı tarafı geri adım atmadı ve boykot sürerken dahi müzakereleri başlatma kararı aldı. Bu durum, boykotun Avusturya’yı ne kadar tedirgin ettiğini ve bir baskı aracı olarak ne denli etkili olduğunu açıkça gösteriyordu.
Avusturya’nın artan baskıları üzerine Babıâli, gümrüklere bir genelge göndererek Avusturya mallarının ithalatında engel çıkarılmamasını ve kamu hizmetinde çalışan hamalların boykota katılmamalarını istedi. Ancak bu adım kamuoyunda tepkiyle karşılandı. Tanin gazetesi hükümeti sert bir dille eleştirerek Avusturya’ya taviz verildiğini ve boykotun halkın kararlılığıyla sürdürüleceğini yazdı. 17 Aralık 1908’de Meclis-i Mebusan’ın açılmasıyla birlikte siyasi gündem değişti ve diplomatik görüşmeler hız kazandı. Nihayet 26 Şubat 1909’da Osmanlı Devleti ile Avusturya arasında bir anlaşma imzalandı ve boykot muamelesine son verildi.
Ahd olsun!
1908’deki boykot deneyimi Osmanlı kamuoyu açısından birçok yönden dönüm noktasıydı. Halk, askeri ya da siyasi olarak karşı koymanın mümkün olmadığı bir durumda bile düşmanla ekonomik yollardan mücadele edilebileceğini gördü. Üstelik bu yöntemin, diplomatik alanda devletin elini güçlendirdiği de kısa sürede anlaşıldı. Boykot süreci aynı zamanda Batılı güçlerin Osmanlı’yı yalnızca bir pazar olarak gördüğünü ve siyasetlerini emperyalist çıkarlar üzerine kurduklarını da gözler önüne serdi. Böylece milli ekonominin önemi ilk kez geniş kitlelerce fark edildi. 1908 boykotu sırasında atılan adımlar, ilerleyen yıllarda geliştirilecek yerli üretim hamlelerinin ilk tohumlarını oluşturdu.
Aradan geçen bir asırdan fazla zamandan sonra bugün boykotun önemi bir kez daha ortaya çıktı. Neredeyse tüm sektörlerin Siyonizm’in kuşatmasında olduğu, ekonomik faaliyetlerimizin Siyonist terörün finansmanına dönüşmemesi için titiz ve kararlı hareket etmemiz gerektiği daha da belirginleşti. Aslında yapılması gerekenler 1908’de yapılanlardan çok da farklı değil. Elde ettikleri karları bize doğrulttukları silahlara harcayan güçlere basitçe “size para kazandırmayacağız” diyeceğiz, kısa uzun ve orta vadede daha kaliteli, uygun ve yerli alternatifleri üreteceğiz ve son iki yılda yaşananları unutmadan bilinçli, kararlı ve istikrarlı bir biçimde boykota devam edeceğiz!
Ayasofya kürsüsünden Manastırlı’nın aldığı sözü tek bir güncelleme ile 117 yıl sonra tekrar verelim:
“Fakat sebât edelim. Kat’iyyen Siyonist malı almayalım. Onun malına karşı gâyet sıkı ve şiddetli bir boykotaj yapalım.
-Yapacağız mı?
-İnşâllâh!
-Ahd ettik mi?
-Ahd olsun!..”