Türk-Kürt kardeşliği son birkaç asırda epeyce yıprandı, örselendi, hırpalandı. Her iki tarafın da hataları var, haklı gerekçeleri var.
1980 sonrası PKK terörüyle birlikte Kürtler arasında ulusalcılık yaygınlaştı. Türkleri zehirleyen ulusalcılık bu sefer Kürtleri zehirlemeye başladı. Öcalan’a, PKK’ya, terörün siyasi uzantısına sempati arttı. Terörle mücadelede yapılan hataların bunda büyük payı vardı. 80 ve 90’lar boyunca terörist ve Kürt, güvenlik ve özgürlük ayrımına dikkat edilmedi.
Gelinen noktada Türkler Kürtlere topyekûn ayrılıkçı nazarıyla bakar oldu; Kürtler Türklerin üstenci, kibirli bakışlarını iliklerine kadar hissettiler. Ulusalcılığın bir ileri seviyesi olan Türk ırkçılığı yükseldikçe Kürt gençlerinden reaksiyon geldi, mesafeler derinleşti. Küçük, istisnai, gelip geçici arızalar sanki halkların genel karakteri gibi sunuldu. Kimse derinlere inmek istemedi. Kimse “durun, siz kardeşsiniz, ne yapıyorsunuz?” demedi.
Evet, doğrudur, Türkiye’de İslami hareketler, cemaat ve tarikatlar da az ya da çok ırkçılık mikrobunu bünyelerinde taşıdılar. Bugün ise maalesef bu mikrobun bünyeyi teslim almaya doğru gittiğini görüyoruz.
Bir kere şunu görelim: Biz, yani Türkler, Kürtlere mecburuz.
Bu mecburiyetin iki yönü var: Zorunluluk ve gereklilik.
Biz Kürtlere mecburuz, onlarla birlikte yaşamak zorundayız.
Türkiye’de Kürt nüfusu en asgari seviyede bile 15 milyon olarak telaffuz ediliyor. Yani Kürtler varlar, azınlık değiller, yok sayılamazlar.
Öyleyse ne yapalım? Kürtlerin tamamını öldürelim mi? Ya da hepsini tehcir mi edelim? Asimilasyona mı tabi tutalım? Bu yöntemler en başta insani değil, İslami değil. Üstelik bu yöntemler yakın tarihte parça parça uygulandı ve sorunu büyütmekten başka bir işe yaramadı.
Yaygın kanaat maalesef şu: “Kürtler güçten anlar. Güç kullanacağız. Boyun eğecek, diz çökecekler!”. Ne kadar yazık! Gençler arasında pek yaygın olan bu görüş bize bir kısır döngüyü hatırlatmıyor mu? Bir dejavu değil mi? 80 ve 90’larda yapılan baskılar meseleyi daha da büyütmedi mi? Bunun bir yöntem olmadığı denenerek, acı tecrübelerle ortaya çıkmadı mı? Hem dünyada baskıyla boyun eğen topluluk var mıdır? Hem yine bu yöntem insani midir, İslami midir?
Öyleyse elimizde tek yol, tek seçenek kalıyor: Kürtlerle birlikte yaşayacağız; birlikte yaşamanın yollarını bulacağız.
Kürtlerle birlikte yaşamaya mecburuz çünkü bu aynı zamanda bir gereklilik. Cumhuriyetin dayatmacı ulusalcı politikalarına karşı Türklerle Kürtler birlikte direndiler. Eğer Kürtler olmasa, Anadolu’nun dindar-muhafazakâr Türk kesimi “on yılda yaratılan on milyon gençle” birlikte, beyaz, beyazlaşmış, seküler Türkler tarafından ezilip, yok olup gidecekti.
Üstelik “Türk” kavramı, gerçekten bütün Türkleri bir araya toplamaya yetiyor mu? Gerçekten bir üst kimlik mi? Bütün Türkler, “Türk” deyince aynı hassasiyeti, aynı duyguyu taşıyor muyuz gerçekten?
Tarihe bir dönüp bakın. Türk, yabancıdan çok kendisiyle savaşmış, çatışmış, didişmiş. Timur Türk’tü, Şah İsmail Türk’tü, Memlükler Türk’tü, Anadolu beylikleri Türk’tü… Asya asırlarca Türk kavgalarının sahnesi oldu. Haydi bunu geçelim, bugün “Türk” deyince birbirimize gerçekten yaklaşıyor muyuz? Cesaret edip soralım: Seküler, beyaz bir Türk’e, dindar bir Türk mü daha yakındır, yoksa bir İngiliz, Yunan, Alman, Fransız mı? Irkçı, şamanist, tengrici birine, dindar bir Türk mü, yoksa yakınlarda gördüğümüz gibi mesela İsrail mi, ABD mi daha yakındır? Mesela Siyasal bir Alevici için, dindar bir Türk mü daha tercih edilebilir, yoksa Siyasal Alevici bir Kürt, Siyasal Nusayrici bir Arap mı? “Türk” kavramından, gerçekten hepimiz aynı şeyi mi anlıyoruz?
İşte onun için Kürt’le muhabbet sadece bir zorunluluk değil, bir gerekliliktir. Cumhurbaşkanı Erdoğan da ifade etti: “Türk varsa Kürt vardır; Kürt varsa Türk vardır.” Eğer Türk yoksa geriye Siyonizm kalır; eğer Kürt yoksa da geriye Siyonizm kalır. Bugün Türkiye’de ezan okunabiliyor, Kur’an öğretilebiliyor, camiler açık ise, bu, Türk ve Kürt’ün ittifakının eseridir. Birini yok ettiğinizde geriye ne ezan kalır, ne Kur’an, ne de cami.
Elbette meselenin “mecburiyet” kavramı ötesinde de bir boyutu var: En başta “Müslümanlar kardeştir.” Ateşten yaratıldığını söyleyip topraktan yaratılan Adem’i küçümseyen Şeytan, her türlü ırkçılığın fikir babasıdır. Bir Müslümanın öncelikli asabiyesi İslam’dır; ırkı, kabilesi, mahallesi ardından gelir. “Ümmet” kavramını yaşatamayan “milleti” hiç yaşatamaz.
Yeri gelmişken yazalım: Türkiye’de Türk ve Kürt kardeşliği örselenirken, bu tarafta cemaatler, tarikatlar, vakıflar, dernekler sessiz kaldılar; Kürt tarafından medreseler, meleler, hocalar ses çıkarmadılar. Her iki halkın bekasını tehdit eden mevcut husumet, en çok da bu dini yapıların ihmalinden kaynaklanıyor.
Hem hasarı onarmak hem de Türk-Kürt ittifakını güçlendirmek için ülkedeki bütün dini yapıların iş gücü bırakıp, var güçleriyle bu meseleye odaklanmaları gerekiyor. Daha acil bir mesele yok, daha mühim bir konu yok. Boş bırakılan alanları kimlerin doldurduğunu görmek için daha ne olması gerekiyor?
Türk ile Kürt’ün kucaklaşmasını başarmak zorundayız. Bu bizim beka meselemiz. Her türlü ırkçı, ayrılıkçı, ayrımcı, kibirli, üstenci, baskıcı tavrı ayaklarımızın altına alıp ortak noktalarda buluşmak mecburiyetindeyiz.
Tekrar yazalım: Türk ile Kürt ittifakı kırılırsa, oraya Siyonizm girer. Türk ile Kürt’ü ayırmaya çalışan bilerek ya da bilmeyerek Siyonizmin uşaklığını yapar. Türk ile Kürt’ün kucaklaşması ise Türk’ü yüceltir, Kürt’ü yüceltir.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.