Sultan İkinci Mahmud ve müsahibi Said Efendi

04:0015/06/2025, Pazar
G: 15/06/2025, Pazar
Dursun Gürlek

Ses itibariyle birbirine benzeyen, ancak anlamları ayrı olan üç kelime vardır ki, bunları muhasebe, mübahase ve musahabe diye sıralayabiliriz. Muhasebe hesapla ilgili olup, bu işle iştigal edenlere de muhasip denir. Mübahase ise bahisleşmek, karşılıklı konuşmak mânâsındadır. Üçüncüsü olan musahabeye gelince, o da doğrudan doğruya sohbetle alakalıdır. Aynı kelimenin bazı kitaplara isim olarak verildiğini de biliyoruz. Mesela son vak’anüvis Abdurrahman Şeref Efendi ile Yahya Kemal Beyatlı’yı zikredebiliriz.

Ses itibariyle birbirine benzeyen, ancak anlamları ayrı olan üç kelime vardır ki, bunları muhasebe, mübahase ve musahabe diye sıralayabiliriz. Muhasebe hesapla ilgili olup, bu işle iştigal edenlere de muhasip denir. Mübahase ise bahisleşmek, karşılıklı konuşmak mânâsındadır. Üçüncüsü olan musahabeye gelince, o da doğrudan doğruya sohbetle alakalıdır. Aynı kelimenin bazı kitaplara isim olarak verildiğini de biliyoruz. Mesela son vak’anüvis Abdurrahman Şeref Efendi ile Yahya Kemal Beyatlı’yı zikredebiliriz. İkisinin de “Tarih Musahabeleri” adıyla kitapları bulunuyor.

Şimdi de sözü aynı kökten türeyen “Musâhib’e getirelim ve bunun açıklamasını ünlü tarihçilerimizden Mehmet Zeki Pakalın’a bırakalım. “Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü”nün yazarı şöyle diyor:

“Musâhib, padişahların daha ziyade eğlendirmek için, hizmetlerinde bulundurdukları adamlar hakkında kullanılır, bir tabirdir. Musâhib, Arapça sohbet edici, sohbet eden demektir. ‘Musâhiban’ şeklinde cemilendirilirdi (çoğul yapılırdı.) Padişahların gerek saraydaki ağalardan, gerek vezir ve beylerbeyilerden musahip denilen malumatlı, sözünden ve sohbetinden istifade edilen veyahut zarif, nüktedan ve hazırcevap zatlardan maiyyetleri vardı. Bunların arasında cüce, dilsiz ve hadım ağalarından seçilmişler de bulunurdu. Üçüncü Murad’ın musahiplerinden Şemsi Paşa ile Beylerbeyi Mehmed Paşa, Dördüncü Mehmed’in veziri ve damadı Mustafa Paşa musahiplerin tanınmış şahsiyetlerindendir. Padişah kimi isterse onu kendine musâhip yaparak bu ünvanı kendisine verirdi.

Meşhur mûsıki üstadı İsmail Dede Efendi ve güzel musâhabeleri ve menkıbeleri ile İkinci Mahmud’a musâhib olan Ali Bey ve Hayali Said Efendiler meşhur simalardır. Musahiplik 1834 senesinde lağvedilip musâhiblerden Abdi ve Said Beylere kapıcıbaşılık verilmiştir.”

Şunu da belirtmek gerekir ki, musâhiplik öyle kolay yapılacak bir meslek değildir. Bu sıfatı taşıyacak olan kimsenin ilk şart olarak bilgili, zeki ve hoş sohbet olması gerekir. Unutulmasın ki, onun padişahı en öfkeli zamanında bile teskin etmesi, hatta kahkahalarla güldürmesi icap etmektedir. Hele bu padişahlar Yavuz Sultan Selim, Dördüncü Murad ve İkinci Mahmud gibi son derece “asabiyyül - mizaç” kimseler ise musâhiplerin işi daha da zorlaşmaktadır.

Bu kadar izahattan sonra şimdi sıra bir örnek vermeye geldi. Hemen belirtelim ki bu mesleğe en çarpıcı misal Sultan İkinci Mahmud’un musâhibi Hayali Said Efendi’dir. Sultan Vahdettin zamanında Mabeyin Başkatipliği görevinde bulunan ve daha çok “Görüp İşittiklerim” adlı hatıra kitabıyla tanınan Ali Fuat Türkgeldi, hemen aklıma geldi. Bu zatın, Osmanlı nüktedanlarına dair Servet-i Fünun’da seri yazılar yayımladığını ve okuyucularına fıkra ve latife ziyafeti çektiğini biliyoruz. Türkgeldi, Musâhip Said Efendi’ye de ilgisiz kalmıyor, onu da bu yönüyle bize tanıtıyor. Sizleri gülümsetmek için ben de bazılarını – biraz sadeleştirmek suretiyle – nakletmek istiyorum.

1828 yılının son günlerinde açılan savaşın neticesinde Ruslar Edirne’yi ele geçirince Sultan Mahmud son derece üzülüyor. Yakınları olan Abdi Efendi ile Said Efendi padişahın üzüntüsünü gidermek için harekete geçiyor. Devrin önemli şahsiyetlerinden Kürt Hoca Abdurrahman Efendi’yi de yanlarına alarak huzura çıkıyorlar. Abdurrahman Efendi, “Padişahım! Niçin bu kadar üzülüyorsunuz? Düşmana karşılık verecek askeriniz mi yok? Hazinenizde paranız mı yok? Kulunuz gibi bir âcize emir buyurun, şimdi gider 40 bin kuyruklu Kürt getiririm” diye latife edince Said Efendi ağlamaya başlar. Sultan Mahmud: “Said, ne ağlıyorsun?” diye sorunca, o da Abdurrahman Efendi’yi göstererek “Biz burada biriyle başa çıkamıyoruz, bu adam 40 bin kuyruklu Kürt getirirse o zaman halimiz ne olur diye ağlıyorum” der. Sultan Mahmud gülmekten kendini alamaz.

Bir gün harem dairesinde kadınlar Sultan Mahmud’u fena halde kızdırıyorlar, bununla da kalmayıp arkasından maşa bile atıyorlar. Padişah, pürhiddet mabeyne çıkıyor. Yakınları bu durumu görünce Musahip Said Efendi’ye vaziyeti haber veriyorlar ve padişahın öfkesini dindirmesi için ricada bulunuyorlar. Said Efendi, derhal mangalda maşayı kızdırıp, elbisesini birkaç yerinden yakıp huzura çıkıyor ve ayakta duruyor. O sırada omuzlarını kaldırarak ve yüzünü ekşiterek çektiği ızdırabı hissettiriyor. Sultan Mahmud bunun üzerine “Said bu halin ne?” diye soruyor. Said, “Aman efendim, huzuru âlinizde bunu söylemeye teeddüp ederim” diyerek konuşmak istemiyor. Ancak ısrar edince, “Bu sabah hanımla kavga etmiştik. Kızgın maşayla üzerime yürüyerek elbisemi birkaç yerinden yaktı. Yanıklar vücuduma kadar sirayet etti. Elbiseyi değiştirmeye imkân bulamadan, zor güç elinden kurtulup kendimi sokağa attım. Şimdi acısından yerimde duramıyorum” cevabını veriyor. Sultan Mahmud da, “Zararı yok, olağandır, bugün kadınlar benim de arkamdan maşa attılar” diye mukabele ediyor. Böylece Said Efendi padişahı sakinleştiriyor.

Görüldüğü üzere sarayda bile eli maşalı kadınlar varmış!

Yine bir gün Sultan Mahmud bir kayık hazırlatıyor. Musahibi Said Efendi’yi de kayığa bindirip tam karşısına oturtuyor. Ancak nereye gideceklerini söylemeyip, “Said! Bugün bana öyle bir fıkra anlat ki hem yalan olsun, hem de gideceğimiz yere varınca bitsin” diyor. Kayık Kağıthane’ye doğru yol alırken Said Efendi şöyle diyor: “Bugün efendimize nakletmek üzere bir vak’a hatırladım, müsaade buyurulursa ilk önce onu hikâye edeyim, sonra emir buyurulan fıkrayı da naklederim” Said Efendi, Veli Efendizade’nin çocuklarının sünnet düğününü konu alan bir fıkra anlatmaya başlar. Kayık Silahtarağa İskelesi’ne yaklaşınca fıkra da son bulur. Sultan Mahmud, “Hikâye güzel ama ben senden yalan bir fıkra istemiştim, sen ise gerçek bir vak’a naklettin” deyince Said Efendi “Efendim! Bu da yalandır. Veli Efendizade’nin hiç çocuğu olmamıştır” cevabını verir. Sultan Mahmut bu yalandan çok hoşlanır.

Sultan Mahmut, kalın sesli olduğundan “telaş” kelimesini “talaş” diye telaffuz edermiş. Bu da etraftakilerin dikkatini çekermiş. Said Efendi, buna çare bulmak üzere bir gün padişahın huzuruna çıkar ve “Efendimiz! Kulunuza geçmiş olsun demiyorsunuz, dün bir kaza geçirdik” der. Sultan Mahmut “Ne oldu Said?” diye sorunca Said Efendi, söze şöyle başlar: “Sâye-i şâhânenizde fakirhanemizi tamir ettirmiştim. Yapıdan çıkan talaşları da bahçenin bir köşesine yığmış idik. Bizim Arap aşçı patlıcan kızartmak için bir kucak talaş alarak ocağa atınca talaş birden bire parlar. Arap, telaşa düşer, Arap telaş ettikçe talaş parlar, talaş parladıkça Arab’ın telaşı artar” Said, böyle telaş ve talaş kelimelerini birkaç kere tekrar edince Sultan Mahmut, “Anladım Said, anladım! Sus artık” der.

Bu fıkralarla neşveyab olduk, şimdi biraz da hüzünlenelim. Padişah, tebdil-i hava için Büyük Çamlıca’da hemşiresi Esma Sultan’ın köşküne gitmiş. İlk hafta, Cuma Selamlığı için arabayla Üsküdar’daki Selimiye Camii’ne gitmiş ve merasim burada yapılmış. Mahfilin merdivenleri gayet dik olduğundan çıkarken mecali kesilmiş. Said Efendi’ye dönüp “Said! Vaktiyle biz bu merdivenleri bir solukta çıkardık!” demiş. Said Efendi de “Padişahım! İnşallah, en yakın zamanda eski sağlığınıza kavuşursunuz” mukabelesinde bulunup teselli etmiş. Arkadan mabeyinciler, kendisini kucaklayarak merdiveni çıkarmışlar. Ertesi hafta artık selamlığa da çıkamaz olmuş. Oturduğu köşkün önündeki meydanlığa tahtadan bir minber kurulup, saray halkı Cuma namazını orada edâ etmiş, padişah da pencereden iktida etmiş. Sultan Mahmud böyle can çekişirken yakınları da halkı oyalamak için “Elhamdülillah, efendimiz sağlığına kavuşmak üzeredir diye köşkün etrafında geceleri donanma yapıyorlarmış, halk da seyrine çıkıyormuş.

Âh mevt, senin elinden âh âh

Ne gedâ kurtulur elinden ne şâh

Süleyman Çelebi

Not: Cuma günü ebediyete uğurladığımız değerli arkadaşım Hüseyin Goncagül’e Allah’tan rahmet niyaz ediyor, ailesine sabr-ı cemil diliyorum.


#Aktüel
#Tarih
#Dursun Gürlek