Papa’nın İznik âyini ve düşlerim

04:005/12/2025, Cuma
G: 5/12/2025, Cuma
Mahmut Ay

Dün gece, geçen haftaki yazımızın devamı olan “İslam’da Din Adamı Var mıdır? (2)” başlıklı yazıyı hazırlamıştık. Bugün aslında gazeteye o yazıyı gönderecektik. Ancak yazıyı yazdıktan sonra günlerdir hepimizin gündeminde olan bir mesele dolayısıyla bazı düşüncelere ve hayallere daldık. Bu sebeple uzun bir süre uyuyamadık. Sabahleyin de şu kelimeleri yazmak mukadder oldu: İki-üç haftadır “Lâ rahbâniyyete fi’l-İslam (İslam’da rahbâniyet yoktur)” sözü ne anlama gelir? İslam’da din adamı var mıdır?

Dün gece, geçen haftaki yazımızın devamı olan “İslam’da Din Adamı Var mıdır? (2)” başlıklı yazıyı hazırlamıştık. Bugün aslında gazeteye o yazıyı gönderecektik. Ancak yazıyı yazdıktan sonra günlerdir hepimizin gündeminde olan bir mesele dolayısıyla bazı düşüncelere ve hayallere daldık. Bu sebeple uzun bir süre uyuyamadık. Sabahleyin de şu kelimeleri yazmak mukadder oldu:

İki-üç haftadır “Lâ rahbâniyyete fi’l-İslam (İslam’da rahbâniyet yoktur)” sözü ne anlama gelir? İslam’da din adamı var mıdır? gibi konularda düşünüp yazmaya çalışıyoruz. Tam da bu günlerde Katolik kilisesinin başı konumundaki Papa’nın ülkemize gelmesi ilginç bir tevafuk oldu. Bendeniz, dinler tarihi ve siyaset uzmanı olmadığım için bu alanları ilgilendiren konular hakkındaki yorumları erbabına bırakmam daha isabetli olacaktır. Ancak Papa 14. Leo’nun Türkiye ziyaretinde gerçekleştirdiği İznik Âyini’nde vermek istediği mesaj, günlerdir fakiri etkilemişti. Papa’nın bu ziyaretinin en önemli özelliği, Katolik mezhebi ile Ortodoks mezhebi arasındaki asırlardır süregelen bölünmeyi hafifletme çabası ve kardeşlik mesajıdır. İki kilisenin/mezhebin birleşmesi mümkün değildir ancak birlik ve beraberlik mesajının verilmesi önemlidir. Gerçi siyasî sebeplerden ötürü Rus Ortodoks kilisesinin patriği katılmamıştır. Toplantıya katılan Rum ve İskenderiye patrikleri tüm Ortodoksları temsil etmemektedir. Yine de böyle bir toplantı, birlik ve beraberlik için önemli bir adımdır. Hristiyanlar, 1054’te Doğu (Ortodoks) ve Batı (Katolik) kilisesi olarak ikiye ayrıldıktan sonra birbirlerini aforoz etmişlerdir. 1965’te ise Papa VI. Paul ve Patrik I. Athenagoras, 1054’teki aforozların bir kısmını karşılıklı olarak iptal etmişlerdir. 1965’ten sonra bu İznik buluşması ve âyini Hristiyan kiliselerin birlik ve beraberlik içinde hareket etmeleri doğrultusunda önemli bir adımdır.

Dün gece uykuya dalmadan önce şu düşüncelere daldık: “Asırlardır birbirlerini aforoz etmiş (İslâmî tabirle söylersek tekfîr etmiş) olan Katolik ve Ortodoks kiliselerinin en üst temsilcileri konumundaki çok sayıda Hristiyan din adamı, İznik’te toplanıyor, “İznik Kredosu/Âmentüsü”nü beraberce okuyarak birlik mesajı veriyor. Öte yandan, bizim Müslüman âlimlerin epey bir kısmı hâlâ birbirlerine reddiye yapmakla, birbirlerini tekfir etmekle meşguller. Şu âlimler, şeyhler, hocalar, ilahiyatçılar vs. ne zaman bir araya gelip ‘Bizler farklı mezheplere mensup olabiliriz. Bazı dinî meselelerde görüşlerimiz ve bakış açılarımız farklı olabilir. Ama ittifak ettiğimiz meseleler, ihtilaf ettiğimiz meselelerden çok daha fazladır. İttifak ettiğimiz hususlara odaklanıp hep birlikte el ele gönül gönüle Müslümanların birliği ve dirliği için çalışmalıyız.’ diyecekler acaba?”

Bu düşünceler, bendenizi biraz karamsarlığa sevk edince umutsuzluğun Müslümana yakışmadığını düşünerek güzel bir düş kurmak istedim ve hemen hayal dünyamda şöyle bir pencere açıldı: Günlerden cuma… Sünnîsi, şiîsi, alevîsi, mutezilîsi, selefîsi, sûfîsi vesâiresiyle tüm Müslüman mezhepleri ve cemaatleri temsilen önde gelen Müslüman din âlimleri, cemaat liderleri, tarikat şeyhleri, diyanet işleri başkanları, müftüler, ilahiyat hocaları vs. Mekke’de bir araya gelmişler. Müslümanların yaşadığı her devletten çeşitli temsilcilerin olduğu yüzlerce hatta binlerce din âlimi ve manevî rehber Kabe’ye doğru yürüyorlar. Tüm dünya canlı yayında bu görüntüleri izliyor. Yüz milyonlarca Müslüman coşku ve sevinç gözyaşları içinde bu hadiseyi takip ediyor. Âlimler, gruplar hâlinde Harem-i Şerif’e giriyor ve metâf (tavaf alanı) Müslümanların birliği için can atan bu nur yüzlü âlimler ve şeyh efendilerle doluyor. Birazdan hutbe başlıyor. İçlerinde en yaşlı olanlardan ve ilmiyle olduğu kadar züht ve takvasıyla da maruf olan zülcenâheyn bir hoca efendi, mutad şekliyle hutbeye başlıyor. Duygulanmaktan kelimeler boğazına düğümleniyor, gözyaşları ihtiyarlıktan seyrelmiş bembeyaz sakallarını ıslatıyor. Seksen yıldır “Allah” zikriyle cilalanmış dudakları tir tir titriyor. Bu esnada kameralara diğer ulemânın ağlama görüntüleri de yansıyor. Hatip efendi, bu binlerce âlimin ve şeyh efendinin imzasını taşıyan şu özet bildiriyi okuyor: “Muhterem müminler! Ey Allah’ın iman nimetiyle şereflendirdiği, tevhid nuruyla kalplerini nurlandırdığı, Muhammed Mustafa’nın (sav) izinden gitme lütfuna mazhar kıldığı bahtiyar kulları! Son ilâhî vahyin merkezi ve Allah’a kulluk için yeryüzünde inşa edilmiş ilk mabet olan, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail Efendilerimizin temellerini yeniden yükselttiği tevhidin menbaı ve muvahhidlerin kıblesi olan şu kutlu mabetten tüm Müslümanlara şu tarihî bildiriyi ve çağrıyı yapıyoruz: Asırlardır Müslüman âlimler arasındaki ihtilaf, İslam toplumlarını çok yormuştur. Bizler, aramızda yaptığımız uzun istişareler neticesinde şu karara vardık: Allah’ımız birdir, Kur’an’ımız birdir, Peygamber’imiz birdir, kıblemiz birdir. Ancak bazı dinî meselelerde aramızda yorum farklılıkları vardır. Bu da insan mizacındaki farklılıklar, çeşitli siyasî hadiseler ve toplumsal gelişmeler sonrasında ortaya çıkan durumlar gibi sebeplerle doğal karşılanmalıdır. Bundan böyle, aramızdaki ihtilaf noktalarına değil ittifak noktalarına odaklanmaya söz verdik. Hepimizin en önemli amacı, Müslümanların birliğini tesis etmektir. Rabbimizin bizden istediği üzere bundan sonra Allah’ın ipine sımsıkı sarılacağız, tefrikaya düşmeyeceğiz.

Düşenler olursa onları uyaracağız. Yorum farklılıklarına müsamahayla bakacağız, onları bir nevi kültürel zenginlik ve çeşitlilik olarak göreceğiz. Herkes, kendi din anlayışını en doğru anlayış olarak görmeye devam edecek ama tek doğru olarak görüp diğerlerini susturmayacak, yasaklamayacak, yok etmeye çalışmayacak. Enerjimizi, ehl-i kıbleyi “dalâlet”le suçlamakta kullanmak yerine iman ile tanışmamış olanları “hidayet”le buluşturmak uğrunda kullanacağız. Birbirimizi “ötekileştirme” yarışına girmeyi bırakıp, “öteki” gördüklerimizle “yakınlık” kurmaya çalışacağız. İslam’ın tevhit, huzur, barış ve adaleti hâkim kılmayı amaçlayan kutlu öğretisini tüm dünyaya ulaştırma hususunda el birliğiyle hareket edecek, İslam’ın evrensel mesajlarını tüm insanlıkla buluşturmaya çalışacağız. Bundan gayrı, Müslümanlarda birlik şuuru çok daha güçlü olacak. Tevhide inanan müminler olarak, hepinizi vahdete çağırıyoruz! Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz!” Hatip efendi, ağlamaktan bu kelimeleri zor telaffuz ettiği gibi onu hem Harem-i Şerif’te hem de ekranlarının başında dinleyenler de ağlamaktan ne dediğini pek anlayamıyorlardı. Ama anladıkları ve hissettikleri bir şey vardı: Ümmetin âlimleri, hatalarını anlamışlar, geçmişte yaşanan olumsuz tecrübelerden ders çıkarmışlar ve çok önemli bir karar almışlardı. Bundan sonra İslam dünyasında tefrika ve ayrımcılığın, yok olmasa bile en azında azalacağı âşikârdı.

İslam dünyasının yöneticilerinin çoğu da Harem-i Şerif’teydi, bu tarihi âna onlar da şahitlik ediyordu. Ulemâ metâf alanını doldurmuştu; ümerâ da revakların altında saf saf dizilmişti. Zaten siyasî destek olmasa, âlimlerin bu şekilde toplanmaları mümkün olmazdı. Ulemâdaki bu birlik azmini görünce ümerâ da etkilenmiş ve bu iradenin önüne geçmemişlerdi.

Hatip efendi, hutbesini şöyle tamamladı: “Aziz müminler! Bu bir başlangıçtı. Daha önümüzde kat edecek çok mesafe var. Yolumuz çok uzun, menzilimiz ise pek mübarektir. İnşallah önümüzdeki hac mevsiminde tekrar bir araya geleceğiz ve tüm İslam dünyasında heyecan uyandıracak, Müslümanların birliğini ve dirliğini sağlama hususunda çok önemli bir dönüm noktası olan mübarek bir kararı sizlere duyuracağız.” Bu sözleri duyan müminlerin heyecanı daha da artmış, gözyaşları sel olmuştu.

Ne dersiniz? Böyle bir hayal, bir gün gerçek olur mu? Kim bilir; belki de olur. Gerçekleşmiş her plan, önce hayal âleminde var olur. Hayal kurmak, düş görmek iyidir. Yeter ki hayra yönelik olsun. Öyleyse elimizden geleni yapmaya çalışarak ve asla ümidimizi yitirmeden düş kurmaya devam…

#aktüel
#hayat
#mahmut ay