
Günümüzdeki söylenişiyle gelenek-sel-sanat ehlinin, Abdin Dino’nun kelimeleriyle esrarkeş kahvelerinde “içi su dolu hindistancevizli, kamış saplı, lüleli nargilerin ocakçılığını” yapmaya mecbur bırakıldıkları bir zamanda doğmuş ve böyle bir kültürel yenilgi ortamında sanat yapmış olan Mehmed Necmeddin Okyay’ın (1883-1976) Hayâtımdan Hatıralar’ı M. Uğur Derman’ın resimlemesi ve notları eşliğinde Kubbealtı Neşriyat tarafından kitaplaştırıldı (İstanbul 2025).
Kitaba üst başlık olan “Hezârfen Hattat” terkibi, “binfenli hattat” anlamıyla önce “on parmağında on/bin marifet” deyimini, sonra Sabri Koz’un zikrettiği “eski meski/ eskimez ki” tekerlemesini açmakta ve dolayısıyla Necmeddin Okyay’ı mizacını ve meziyetini yani sanat gayretini ilk elden tek başına resmetmektedir.
Hayatımdan Hatıraları’ı okuyanlar Necmeddin Okyay’ın ebrîcilik (bizim söyleyişimle: ebruşen’lik) hattatlık, okçuluk, müderrislik / muallimlik, gül yetiştiriciliği, mücellitlik ve musikişinaslık… menzillerini nasıl kat ettiğine tanık olarak, onun Hezârfen’lik vasfını bizzat kendileri de açacaklardır elbette. Ancak biz bu bahiste onu benzer bir kanaldan daha açmak isteriz:
“Oldum olası, haklı ya da haksız olarak, Osmanlı hat sanatını, Osmanlı minyatürlerinden bambaşka” yorumladığını söyleyen Abidin Dino, bu bambaşkalığı “Harf istiflerinde, dizilişlerinde, soyut yoldan anlatılmış ‘dram’lar” sezinlemesine yorarak, “Bir Karahisari’nin harf biçimlerinde, istif örgüsünde, büyük çarpışmaların, boğuşmaların, çelişkilerin güçlü keskinliklerini” duyduğunu; o “Yalın kılıç biçimler”in “Soyut yoldan ‘kaçak’ anlatılmış, acımasız serüvenler”le “sıram sıram harflerin hikâyesi” olduğuna hükmettiğini ve bu bağlamda hat’larda asıl konunun insan olduğunu söyleyen Baltacıoğlu’na hak verdiğini belirterek, “Minyatür başka, hat başka olabilir mi? Her ayrı sanat kolu, toplumun ayrı ayrı duygularını yansıtabilir mi?” sorusunu müzik üzerinden söyle cevaplamıştır:
“Hele müzik alanında bu soruya olumlu karşılık vermek büsbütün kolaylaşır sanırım, minyatür konusunda doğru olduğunu sandığım ‘mutluluk’ kavramı, Osmanlı çalgı ve türküleri için hiç de geçerli değil. Değil yalnız halk, fakat saray müziği bile, genellikle onulmaz özlemler, kederler içinde değil mi? (Oyun havaları azınlıkta.)
Kıyılardan Anadolu yaylasına, hele Doğu’ya doğru ilerledikçe acılaşır türküler.
Dede Efendi’nin sesli mutsuzluğu ile bir Kürt halk türküsünün mutsuzluk örgüsü bambaşka nitelikte olsa bile, onulmaz özlemlerde birleşirler bir bakıma. Dede Efendi’nin notaları, yitmenin, yitirmenin acısını duyururlar insana. Mutsuzluğun mutluluğu gibi bir şey (imparatorluğun çöküşü yitik süre duygusunu kamçılamıştı belki de?).
Diyeceğim, minyatürlerin bize verdiği duygu başka, çalgının (ud, ney, keman, saz vb.) bize verdiği duygu yine başka olmuştur.”
Dino’nun bu son cümledeki “başka”lığı, yukarıdaki “Bambaşka”lık vurgusuyla birlikte okuduğumuzda ondan renklerle, notalarla çeşitlenen tek bir dünyayı ima ettiğini söyleyebiliriz.
Zira hattın “sıram sıram harfler”le ilk ve son tahlilde insanın hikâyesine bitişmesi, buna mahsus hayatın ya da daha özel manada dünyanın başka başka yani renk renk açılması demektir ki, bu manada Necmeddin Okyay’ın hezârfenliği harflerle, renklerle şekillenen hikayeler dünyasını, sanki kendi hünerinin imkanlarının sınırlarını da keşfetmek istercesine hüsnihatla, ebruyla, güllerle… renk renk çözmeyi, şekil şekil biçimlendirmeyi, nota nota seslendirmeyi, milim milim okumayı ve ilmik ilmik dokumayı… mekan tutmuş gibidir.
Okyay’ın yetiştirdiği şu öğrencilere meslek, meşrep, telif ve sanat gayretleri cihetinden baktığımızda da onun hezârfenliği yine bir başka yönden daha teyit edilmiş olunacaktır:
Oğulları Nebih ile Sâmi ve Sâcit, yeğeni Mustafa Düzgünman, Ali Alparslan, Ressam Şefik Bursalı, Topkapı Sarayı Müzesi müdür muavini Lutfi Bey, A. Süheyl Ünver, Mustafa Uğur Derman, Muhsin Demironat, Fatma Rikkat Kunt, Feyzullah Dayıgil, M. Emin Barın, Kerim Silivrili, Mesud Kacaralp, M. Bekir Pekten, Numan Buharalı…
Okyay’ın özel ilgisini de beyan eden “Talebelerim ders için Pazar sabahı gelirler, fakat Uğur Bey evlâdım canı ne vakit isterse o vakit gelir. O gelmedi mi benim de neş’em yerine gelmez.” iltifatına mazhar olarak Derman Hocamızın onun hatıralarını her biri hazine kıymetindeki istiflerle, tablolarla, resimlerle ve hassaten notlandırmak suretiyle günümüze ve dolayısıyla geleceğe taşıması altı çizilmesi gereken önemli bir husustur.
Kubbealtı Neşriyat’ın mezkur hatıratı Mahmut Sami Kanbaş’ın editörlüğünde, son derece özenli bir grafik-tasarım, dizgi ve baskı ile kitaplaştırması da ayrıca tebrik ve teşekküre sebeptir.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.