
Ordu eliyle yapılan fetih, istila ya da işgallerin, öncelikle halkın günlünde ya da en azından bilgisinde yer tutan dini yapıları yeni gücün dini ve siyasi anlayışına göre değiştirdiği malumdur.
Ancak görünür olanın değişimiyle yetinilmez, görünenin diğer duyulara olan etkisine göre işitmeler, tatlar, kokular… da değiştirilir. Asıl bu düzeylerdeki değişiklikler kültürle tanımlanır ve yaşama biçiminin değiştirilmesi manasıyla yeni kültür -ve çoğu zaman zorla- orduların mekanla birlikte temellük ettikleri halka yayılır.
İşeyişi itibariyle genel olan, tarihi bir olgu ve olay olarak hiç değişmeyen bu tutumu yadsımak beyhude bir iştir. Ancak bunların, mezkur temellükten değil, herhangi bir mülkte mukim olan güçlü bir aile, kavim, parti tarafından ya da halkın rızasıyla belli süreler içinde muktedir kılınanlarca da yapılması azami dikkate, incelemeye daima açıktır.
Bizim Batılı(laştırıl)ma hikayemiz, örneği başka milletlerde, devletlerde çok nadir görülen ikinci hususa dahildir. Osmanlı’nın yıkılış sürecinde saltanatın / devletin -öncelikle ordu müessesi üzerinden- ömrünü bir süre daha uzatma çabasıyla yaptığı Batılılaşma seçimi, yeni devlet tarafından kültürü de bizzat içine alan eski ya da yeni kurumların tamamının öz siyaseti haline getirilmiştir.
Önceki yazımızda bu durumu, Yahya Kemal’in Edebiyâta Dâir adlı kitabından (İstanbul Fetih Cemiyeti, 2022) naklettiğimiz şiir merkezli sanat idrakinin yani sanatsal bütünlüğün bozuluşuna dair tespitlerinden hareketle biz de bozulma olarak nitelemiştik.
Önce “halk ve saray” ayrımına uğratılıp, yeni devlet ve ilk iktidar tarafından önce saray/divan edebiyatının gündelik hayatın dışına resmen itildiğini bildiğimize göre, biz söz konusu bozulma örneğimizi halk edebiyatı terkibiyle yerli sanatın bütününden hem ayrıştırılması hem de resmi tahakküme tabi tutulması üzerinden verelim.
İstitraden, bu konuda akademik bilgileri talep edenlerin Cemal Kurnaz hocamızın ilgili kitaplarına ve yazılarına bakmalarını önererek, merhum ağabeyim N. Ahmet Özalp’in Aşk Gölünde Yüzen Canlar – Klasik Aşk Edebiyatı Külliyatı adlı değerli çalışmasına (Büyüyenay, İstanbul 2016) demir atalım.
“Halkın değerleriyle taban tabana zıt biçimde… yapılanan ve konumlanan devletin”, çoğu ehil olmayan eller tarafından çoğaltılmasına rağmen her devirde halkın büyük ilgisine mazhar olan halk hikayelerini “eski ve bayat bir zihniyetin, yaratılmak istenen yeni insan idealine aykırı bir ideolojinin ve geleneğin ürünü” olarak damladığını, onları resmi ideolojiye yani Kemalizm’e hizmet edecek şekilde dönüştürmeyi ise en uygun çözüm olarak gördüğünü belirten Özalp şunları da dile getiriyor:
“Aslında halk hikâyelerine müdahale düşüncesi ilk kez Kazım Karabekir tarafından dillendirilmişti. Karabekir, doğuda görev yaparken Millî Eğitim Bakanlığına, o zamanki adıyla Maarif Vekâletine bu konuda bir mektup yazarak düşüncelerini bir teklif hâlinde dile getirir. Karabekir henüz Kurtuluş Savaşı’nın sürdüğü 1922 yılında yazdığı bu mektubunda şunları söyler: Anadolu›nun hemen her köyünde ve hatta kasabasında bilhassa şark mıntıkası dâhilinde eskiden kalma üstün(lü) esreli Battal Gazi, Köroğlu, Âşık Garip kitapları okunmaktadır. Halkın elinden bunları kaldırmak çok zaman için gayr-i mümkündür. Bu gibi kitapların yazıları arasına ayni vezin ile faydalı satırlar ilâvesi pek muvafık olur. Bunların vatan muhabbeti, hissiyat-ı diniye, cengâverlik, binicilik, nişan, güreş gibi sair idman hususatını, hıfzıssıhha, iktisat gibi şeylerin içtimai fena âdetlerimizi gidermeye saik şeyler olmasına dikkat olunmalıdır. Bu tarzda ilâvelerden sonra aynı nâm ve isim ve tarz-ı tabı ile birçok nüshaların her tarafa neşrini arz ve teklif ederim.”
Özalp’ın tespitine göre, Maarif Vekaleti Karabekir Paşa’nın bu teklifine cevap vermiyor ama yeni devletin kuruluşuyla birlikte “durumdan vazife çıkaranlar” halk hikayeleri üzerinde, resmi ideolojinin -kısaca sekülerleştirme olarak adlandırabileceğimiz- maksatlarına uygun olarak oynamaya başlıyorlar.
Pir Sultan Abdal’ın bir deyişinden yazımıza da başlık yaptığımız mısraya bakarak, “saz”ı halkı memnun edecek bir düzenin kurulmasından sorumlu olan “devlet”, “tel”i de durumdan vazife çıkararak devlete yaranmaya çalışan kişi ya da kişiler olarak okuduğumuzda şu ilginç sonuçla karşılaşıyoruz:
Bizde Batılılaşmanın gerek eski gerek yeni devirde devlet eliyle hakim kılınmaya çalışılmasında, en büyük destek “içimizdeki Danimarkalılar”dan geliyor.
Ki bunlar “Kültürümüzü kesen Batı baltasının sapı bizim ağacımızdandır” dedirtecek cinsten Danimarkalılar ya da “Ehli keyfe keyif verir kahvenin kaynaması…”
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.