Epeydir Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde sempozyum, çalıştay ve konferanslara katılıyorum. Toplantıların konusuna göre müzakere edilen meseleler değişiyor. Ama sohbet derinleşip de İslam düşünce tarihi hakkında değerlendirmelere gelince istikrarlı bir şekilde bazı sorulara muhatap oluyorum. Bu sorulardan biri, Gazzâlî’nin filozofları eleştirip tekfir etmesi nedeniyle on üçüncü yüzyıldan itibaren İslam dünyasında felsefenin Müslümanların gündeminden kalkıp kalkmadığı sorusu. Soruyu soranlar, meramlarını soru formunda dile getirseler de ekseriyetle soru sorma niyetinde değiller. Eskilerin tabiriyle istifhâm-ı inkârî kabilinden yani reddetmek için soruyorlar.
Bu iddia geçen yüzyılda oryantalistler tarafından ortaya atıldı. Aslında İslam dünyasının bilim ve teknolojide Batı’dan geri kalmasının makul bir izahını yapmak için geliştirilen açıklamalardan biriydi. Gazzâlî’nin eleştirileri ve şöhreti dikkate alındığında ilk başta makul görünen bu iddia, Batı’dan ziyade, geri kalmışlığın izahına dair bir hikayeye ihtiyaç duyan İslam dünyasında karşılık buldu ve yaygınlık kazandı. Fakat bizzat bu iddiayı ortaya atanlar, bir hipotezi hatta tahmini sanki araştırma sonucuymuş gibi takdim ettiler. Bu iddia gerçekten Gazzâlî’nin şöhreti dikkate alınarak yapılmış bir tahmindi, zira Gazzâlî sonrası döneme dair bir çalışmaya dayanmıyordu. İddianın ortaya atıldığı zamanlar bırakın Gazzâlî sonrası döneme dair çalışmaları bu dönemde yaşayan şahısların ve kaleme alınmış eserlerin dahi sağlam bir listesi yoktu. On üçüncü yüzyıl ve sonrasında felsefe, kelam ve tasavvuf alanında kaleme alınmış eserlerin yüzde doksandan fazlası yazmaydı. Yayınlanmış olanlar da Osmanlı’nın son döneminde basılmış olan eserlerdi. Bunlar ise sadece medrese müfredatında yer alan ve çokça tedavülü bulunan eserlerdi.
Onca zaman geçmesine rağmen şimdi bile on üçüncü yüzyıl ve sonrasına yani İslam’ın son sekiz yüzyılına dair çok az çalışma var. Dolayısıyla Gazzâlî’nin İslam tarihinde felsefe ve bilimlerin kötürümleşmesine yol açtığı iddiası, İslam’da felsefe ve düşüncenin tarihine yönelik hiçbir ciddi çalışmada desteklenemedi. Son otuz yılda Batılı akademisyenler de bu iddialarından vazgeçtiler ve İslam düşünce tarihinde müteahhirûn (sonrakiler) dönemi adı verilen Gazzâlî sonrası döneme dair çalışmalara ağırlık vermeye başladılar. İslam dünyasında da genel olarak sonraki döneme dair çalışmaların hız kazandığı söylenebilir.
Lafı dolaştırmadan söylemek gerekirse özelde Gazzâlî genelde İslam düşünce tarihi hakkındaki bu iddia, kelimenin tam anlamıyla boş bir söylentiden ibaret. Normalde böylesi bir iddia ileri sürebilmek için Selçuklu, İlhanlı, Memlüklü, Babürlü, Safevi ve Osmanlı devletlerinin hâkim olduğu dönemlere tekabül eden bu zaman diliminin hallaç pamuğu gibi atılarak belli başlı eserlerinin yayınlaması, müstakil çalışmalara konu olması, tarihsel sürecin nasıl okunacağına dair farklı yaklaşımların geliştirilmesi gerekir. Oysa söz konusu zaman diliminde üretilen binlerce eseri bırakın tetkik etmeyi adını dahi okumaktan aciz insanlar, İslam düşünce tarihi hakkında ileri geri konuşmayı kendilerine hak görüyorlar. Dahası, öyle saplantılı davranıyorlar ki bilimsel çalışmaların sonuçlarını dikkate almaya dahi tenezzül etmiyorlar. Bu sebeple de İslam’da felsefenin veya genel olarak bilimlerin ve teorik düşüncenin tarihine yönelik hastalıklı tavırları beslemeye devam ediyorlar. Halbuki bu dönemde yazılan eserler hakkında şahsi okumalarını biraz deriştiren bir kişi bile tartışmaya yer bırakmayacak şekilde şunları görür:
(i) Gazzâlî sonrası dönemin asıl etkili şahsiyeti Gazzâlî değildir, felsefe ve kelam gelenekleri söz konusu olduğundan Fahreddin er-Râzî, tasavvuf geleneği söz konusu olduğunda Muhyiddin İbnü’l-Arabî’dir.
(ii) Gazzâlî’nin felsefe eleştirileri, felsefenin kötürümleşmesine değil, muhtemelen onun da tahmin etmediği şekilde yaygınlaşmasına yol açmış, felsefe-kelam ve felsefe-tasavvuf irtibatlarını güçlendirmiştir. Felsefî bilimler o zamana dek dünyada tarihinde görülmedik seviyede yaygınlık kazanmıştır. Bu durumun düşünce tarihimiz açısından olumlu ve olumsuz sonuçları olabilir, ayrıca konuşulması gerekir.
(iii) Gazzâlî sonrasında Fahreddin er-Râzî’nin eleştirileri ve İbnü’l-Arabî’nin yorumları felsefe tartışmalarını canlandırmış, daha önce İbn Sînâ elinde olgunlaşan klasik felsefe yeni bir döneme girmiştir. İslam düşünce tarihinde “tahkik dönemi” adı verilen ve Batı bilimiyle karşılaştığımız zamanlara kadar etkisini sürdüren yeni bir evre başlamıştır.
(iv) Gelenekler arası olanca yakınlaşmaya rağmen saf kelam, tasavvuf ve felsefe eserleri yazılmaya devam etmiş, her alan kendi özgün kişiliğini korumuştur. Bu eserler, ihtiyaca göre kaleme alındığından telif, şerh, hâşiye, risale gibi farklı formlarda kaleme alınmıştır. Bütün eserleri aynı kefeye koyarak değerlendirmek yanlış anlamalara yol açmaktadır.
(v) Bilimler ve sanatlara yatırım yapan bütün büyük devletlerin zirveyi temsil ettikleri bir dönem olur. Önceki dönemde olduğu gibi Gazzâlî sonrasında da Selçuklular, İlhanlılar, Memlükler, Osmanlılar, Safevîler ve Babürlüler de bilimsel çalışmalara yatırım yapmışlar, hakimiyetlerinin bir döneminde İslam dünyasının tamamında tanınan ve etkili olan filozof ve âlimler yetiştirmişlerdir. Mesela İlhanlılar on üçüncü yüzyılın ikinci yarısında güney Azerbaycan’da sonraki dönemlere derinden tesir eden ilmi çalışmaları desteklediler. Eşzamanlı olarak Anadolu Selçukluları Konya’yı Urmevî, Mevlâna ve Konevî büyük düşünürlerin bulunduğu bir ilim havzasına dönüştürdüler. Osmanlılar on beşinci yüzyılın son çeyreğinden on yedinci yüzyılın sonuna kadar İslam dünyasında etkili olan Hocâzâde, Hatibzâde, Kemalpaşazâde, Ebussuûd Efendi ve Taşköprîzâde gibi filozof ve âlimler yetiştirmiştir. Babürlüler Siyâlkûtî ve İmâm Rabbânî gibi filozof ve âlimler yetiştirmiştir.
Bu maddeleri biraz daha ayrıntıya girerek artırmak da mümkün. Hal böyleyken bir Gazzâlî teranesi tutturup okumaktan aciz olduğumuz devasa literatürü mahkûm etme kolaycılığından kendimizi kurtarmamız gerekir. Fakat bu sorun münhasıran ilahiyatçıların sorunu olarak değerlendirildiği sürece çözülmesi çok bir gibi görünüyor. Çözüm uğrunda mesafe katetmek için Türkiye’de düşünce tarihi çalışmaları Batı merkezcilikten kurtarılıp sahici bir zemine oturtulmalıdır. Bu amaçla üniversitelerimizin düşünce tarihiyle ilgili bölümlerinin bakış açılarının sorgulanması, tashih edilmesi ve akademik düzenlerinin yeniden yapılandırılması gerekmektedir.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.