Kınayı getir aney…

04:003/05/2025, Cumartesi
G: 3/05/2025, Cumartesi
Özgür Bayram Soylu

Nisan ayı Türkiye ekonomisi için yalnızca rakamların değil aynı zamanda toplumun ruh halinin de dile gelmesine sahne oldu. Ekonomik güven endekslerinde meydana gelen gerilemeler, teknik bir gerilemeden öte toplumda oluşan beklenti kaybını, piyasalardaki temkinli bekleyişi ve gündelik hayatın ağırlaşan yükünü açıkça yansıtması ile öne çıkıyor. Nisan ayında Tüketici Güven Endeksinin 2,3 puan azalar 83,9’a gerilemesi, Ekonomik Güven Endeksinin 4,2 azalarak 96,6 seviyelerine inmesi toplumun geleceğe

Nisan ayı Türkiye ekonomisi için yalnızca rakamların değil aynı zamanda toplumun ruh halinin de dile gelmesine sahne oldu. Ekonomik güven endekslerinde meydana gelen gerilemeler, teknik bir gerilemeden öte toplumda oluşan beklenti kaybını, piyasalardaki temkinli bekleyişi ve gündelik hayatın ağırlaşan yükünü açıkça yansıtması ile öne çıkıyor. Nisan ayında Tüketici Güven Endeksinin 2,3 puan azalar 83,9’a gerilemesi, Ekonomik Güven Endeksinin 4,2 azalarak 96,6 seviyelerine inmesi toplumun geleceğe umutla bakmasının önünde birtakım engellerin olduğunu, karabulutların aradan kaldırılması gerektiğine dair sinyaller veriyor. Bir dip not; ekonomik güven endekslerinde 100 puan, iyimserlikle kötümserlik arasındaki çizgi olarak kabul edilir. Bu eşiğin altındaki her değer, halkın ve iş dünyasının geleceğe dair pozitif beklentilerini kaybettiğini ve ekonomik kararlarında daha temkinli davrandığını gösterir. Reel kesim, hizmet sektörü, perakende ticaret sektörü ve inşaat sektörü güven endekslerinde meydana gelen dramatik düşüşler özellikle emek yoğun sektörlerde beklentilerin hızla zayıfladığına, üretim ve istihdam cephesinde huzurun yerini artan oranda belirsizliğe bıraktığına işaret ediyor.

Kısacası çarklar hâlâ dönüyor ama bu çarklar artık gıcırdayarak işliyor. Kredi kartı asgari ödemeleri artık bir tasarruf biçimi hâline gelmişken, vatandaş günlük yaşamını sürdürebilmek için borçlanmayı bir alışkanlığa dönüştürüyor. Bu durum sadece bireysel finansal dayanıklılığı değil, uzun vadeli ekonomik büyümenin temel dinamiklerini de zayıflatıyor.

Bu güven kaybının ardında yatan en önemli nedenlerden biri, enflasyonu kontrol altına almak için uygulanan yüksek faiz politikalarının kısa vadede toplumun geniş kesimleri üzerinde baskı oluşturması olduğunu hepimiz biliyoruz. Kredi maliyetlerinin yükseliyor olması ve finansal erişimde yaşanan sıkıntılar beraberinde yatırım iştahının azalmasını getiriyor. Fiyat istikrar vurgusu ön plana çıkarılsa da izlenen adına rasyonel Ortodoks dedikleri politikalar toplum üzerinde derin sosyoekonomik yansımalar bırakıyor.
Sorunun sadece ekonomik değil psikolojik olduğu canım ülkemde hem bireylerin hem de firmaların “bekle-gör” pozisyonuna konumlandıkları bir bahara güven bunalımıyla giriliyor.

ENFLASYONUN ATEŞİ

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Nisan 2025’teki Para Politikası Kurulu toplantısında politika faizini 350 baz puan artırarak %46’ya yükseltti. Enflasyon bahane edilerek gerçekleştirilen bu agresif adım, enflasyonla mücadelede kararlılığın bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Ancak piyasalarda beklenen güven dalgasını inşa etmede yetersiz oluşu soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Ayrıca Nisan ayı aylık enflasyon oranının 3,5’un altında kaldığı her seviye Merkezin son faiz kararının enflasyon gelişmeleri ile yakından uzaktan ilgisi olmadığı gerçeğini karşımıza çıkarmış olmakla kalmayacak çıkan yabancı sermayeye daha yüksek faiz mi vaat edildi sorusunu akıllarımızın bir köşesine de bırakacak.

Gelinen noktada irrasyonel sermaye hareketliliklerine karşı daha yüksek faizle pozisyon alma refleksi toplumda güven ve ekonomik öngörülebilirliği sarsmışa benziyor.
Yüksek faizle gelen sıcak paranın kendince güven bulamayınca çıkma serbestisi para politikasının siyasi emellerle kafa kola alınma çabalarına da işaret ediyor. Sessizce gelen sıcak sermaye tıpkı düğüne gelip zarf bırakmadan yemeği yiyip giden misafir misali sessizce gitmişe benziyor.

PPK özetlerinde Merkez Bankası’nın “son gelişmelerin enflasyon beklentilerini olumsuz etkilediği” ifadesi, dezenflasyon sürecinin bozulduğuna yönelik kaygıları pekiştiriyor. Tarımdaki zirai donlar, kur geçişkenliği ve dalgalı döviz kuru, enflasyonun arz yönlü dinamiklerle daha da yükselmesine neden oluyor. Artık "gerekirse araçları kullanırız" gibi temkinli ifadeler yerini doğrudan "duruş sıkılaştırılacaktır" cümlesine bırakıyor. Ancak sürekli atladığımız sorun şu ki işin özü teknik değil. Beklentiler bozulmuşsa ki bozulmuş, yetmiyor arz kaynaklı enflasyon ihmal ediliyor, haliyle faiz artırımı yalnızca geçici bir ağrı kesici olmaktan öteye gidemiyor.


YOLSUZLUĞU BANTLAYARAK AKLAMAK
Nisan ayı öyle bir ay ki enflasyon-faiz-kur bir yana bant-jammer-valiz bir yana. Öyle ki bizim makro ekonomik göstergeler bu mahşerin üç atlısının yanında çorbada tuz bile olmuyor.
Şeffaflık kelimesinin en çok yakıştığı bizim muhalif çevrelerin itibardan tasarruf etmeyip kullandıkları bantlar “çorba dökülür, itibar zedelenir” kara mizahına malzeme olurken buluyor kendini.
Yolsuzlukla mücadelede kameraları bantlamanın mucitleri Türkiye’nin ihtiyacı olan itibarın çorba lekesiyle ölçülmediğini bilecek bir siyasi akıldan çok uzak bir yere konumlanıyor.
Bir başka ifade ile, muhalefetin şeffaflık vaat ederek ortaya çıkıp görüntüleri karartması, iktidara alternatif olma iddiasını zayıflatıyor. Zihnimize kazınan altı ok öğretilerinden nakledilenlere göre gerçek muhalefet, kameraları bantlayan değil, o kameralarla halkın karşısına çıkan olmalıdır. Aksi takdirde, Allah göstermesin bu kadar bantlı bir muhalefet, ülkenin sorunlarına çözüm bulan değil kulis odalarına dekor olan bir sona doğru hızla ilerliyor.

Kınayı getirin aney…

Makroekonomik veriler, politika metinleri, faiz kararları, banttan yayınlar bir yana... Türkiye ekonomisinin asıl nabzı artık sokağın sessizliğinde atıyor. Geçim derdindeki baba, kantin sırasındaki lise öğrencisi, kredi taksitini denkleştiremeyen küçük esnaf... Her biri aynı kaygılı soruyu dillendiriyor: "Bu iş nereye varacak?"

Eğer bu soruya verilen tek yanıt; yükselen faizler, belirsiz enflasyon hedefleri ve gelip geçen elin sermayesi olmaya devam ederse, hakikaten de “kınayı getir aney” deme vakti yakındır. Faizle gelenin, belirsizlikle gittiği bu gidişat yalnızca dövize, kura veya yatırımcıya değil; halkın umuduna, alın terine ve geleceğine de veda anlamı taşıyor.

Bizde “insan sevdiğini bırakmaz, sevmek bırakır insanı”
#Ekonomi
#enflasyon
#Nisan
#Özgür Bayram Soylu