Mecalim yok!

04:0017/05/2025, Cumartesi
G: 17/05/2025, Cumartesi
Özgür Bayram Soylu

Ekonomide başarıyı kalıcı kılmak için, yalnızca teknik doğrulara değil, aynı zamanda toplumsal kutuplaşmaları gözeten kapsayıcı bir söyleme ihtiyaç olduğu gün ve gün beliriyor. Kutuplaşmış bir algı ortamında, aynı enflasyon farklı mahallelerde farklı anlamlara gelebiliyor; aynı maaş, birinde “şükür” vesilesi, diğerinde “öfke” nedeni olarak karşımıza çıkıyor. Bu farkı gidermeden ekonomik başarıdan söz etmek, istatistiğe umut yüklemekten öteye geçmiyor. Areda Survey’in Sosyometre Nisan 2025 raporu

Ekonomide başarıyı kalıcı kılmak için, yalnızca teknik doğrulara değil, aynı zamanda toplumsal kutuplaşmaları gözeten kapsayıcı bir söyleme ihtiyaç olduğu gün ve gün beliriyor.
Kutuplaşmış bir algı ortamında, aynı enflasyon farklı mahallelerde farklı anlamlara gelebiliyor; aynı maaş, birinde “şükür” vesilesi, diğerinde “öfke” nedeni olarak karşımıza çıkıyor.
Bu farkı gidermeden ekonomik başarıdan söz etmek, istatistiğe umut yüklemekten öteye geçmiyor.
Areda Survey’in Sosyometre Nisan 2025 raporu ekonomik hayata dair pek çok çarpıcı sonucu barındırıyor. Toplumun ekonomiye dair tanımladığı en öncelikli yapısal sorunun yüksek enflasyon olduğu kendisini bu kez mahallede, markette, kasapta değil anket sonuçlarında gösteriyor. Katılımcıların %57,2’si, mevcut ekonomik politikanın en fazla yıprattığı noktanın fiyat istikrarı olduğunu belirtiyor. Bu oran, enflasyonun sadece istatistiksel bir gösterge değil, aynı zamanda toplumsal huzursuzluğun ve bireysel çaresizliğin en somut dışavurumlarından biri haline geldiğini açıkça ortaya koyuyor. Alım gücündeki düşüş (%8,9) ve gelir dağılımı adaletsizliği (%17,9) öne çıkan diğer sorunlar olarak dikkat çekiyor. Enflasyon, geçim sıkıntısı ve gelir dağılımındaki adaletsizlik, toplumda yalnızca fiyat artışlarına değil; aynı zamanda gelirlerin bu artışlar karşısında yetersiz kalmasına ve ekonomik yükün adil biçimde paylaşılmadığına dair derin bir adaletsizlik algısına neden oluyor. Yanisi, makroekonomik istikrar söylemleriyle vatandaşın günlük hayat pratikleri arasındaki makas giderek açılıyor. Araştırmada işsizliğin yalnızca %1,5 oranında “öncelikli sorun” olarak görülmesi karmaşık bir ekonomik gerçekliği temsil ediyor. Bu düşük oran, işsizliğin çözülmüş olmasından çok, "gelire sahip olmanın artık geçinmeye yetmediği bir dönemde", toplumun öncelik sıralamasının tamamen değiştiğini gösteriyor. Başka bir ifadeyle;
insanlar iş bulsalar bile bu işin temel ihtiyaçlarını karşılamaya yetmediği bir ortamda, geçim kaygısı işsizlik korkusunun dahi önüne geçmişe benziyor. Bu durum, asgari geçim koşullarının sağlanamadığı bir ekonomik yapıda, “istihdam” kavramının psikolojik olarak da anlamını yitirmeye başladığına işaret ediyor.
GELECEK BEKLENTİSİ
Sosyometre Nisan 2025 raporunun en kritik göstergelerinden biri, kamuoyunun ekonomik geleceğe dair duyduğu güven düzeyini ölçen “Enflasyon önümüzdeki 12 ay içinde belirgin bir şekilde düşer mi?” sorusuna verilen yanıtlarda kendisini gösteriyor. Veriler açıkça gösteriyor ki, toplumun yalnızca %20,3’ü bu soruya olumlu yanıt veriyor. Bu oran, ekonomik yönetimin ortaya koyduğu olumlu söylem ve iyileşme sinyallerinin toplumsal zeminde karşılık bulmadığını; diğer bir ifadeyle, makro verilerle kamuoyundaki algı arasında ciddi bir uyumsuzluk olduğunu ortaya koyuyor. Daha dikkat çekici olan ise bu umutsuzluğun yalnızca muhalefet seçmenlerinde değil, iktidar blokunu oluşturan seçmen tabanında da kayda değer düzeyde hissediliyor olması. AK Parti seçmeninin yalnızca %48,3’ü enflasyonun düşeceğine inandığını belirtirken, MHP seçmeninde bu oran %37,4’e kadar düşmektedir. Yani hükümet politikalarına görece yakınlık gösteren kitleler dahi ekonomik düzelme konusunda temkinli ya da karamsar bir yaklaşım sergiliyor.
Seçmenin kendi desteklediği iktidara rağmen ekonomik geleceğe ilişkin kuşku taşıması, sadece ekonomik politikalara değil, aynı zamanda bunların sosyal iletişim stratejilerine dair bir kırılganlık olduğuna da işaret ediyor.
GEÇİM GERÇEĞİ: SESSİZ BİR ÇOĞUNLUĞUN ORTAK DUYGUSU
Sosyometre Nisan 2025 raporunun en çarpıcı ve en insani bulgularından biri, halkın günlük yaşamdaki refah deneyimiyle ilgili. Türkiye'de ekonomik büyüme ve resmi enflasyon verilerindeki olumlu sinyallere rağmen, toplumun çok büyük bir kesimi bu iyileşmeleri bireysel yaşamında hissedemiyor. Nitekim her üç kişiden ikisi, aylık geliriyle temel ihtiyaçlarını karşılamakta ya sürekli ya da dönemsel olarak zorlandığını belirtiyor. Buna karşılık yalnızca %4,5’lik bir azınlık, geliriyle tüm ihtiyaçlarını rahatlıkla karşıladığını ifade ediyor. Bu oranlar, ekonomik iyileşmenin toplumsal zeminde ne kadar sınırlı ve eşitsiz dağıldığını net bir şekilde ortaya koyuyor. Refahın belirli bir kesimde yoğunlaştığı, ancak toplumun genelinde hâlâ geçim baskısının hâkim olduğu bir yapıdan söz etmek mümkün hale geliyor.
Her sabah “mecalim yok” diyerek uyanan milyonların sessizliği, artık yalnızca ekonomik bir sorun değil; toplumsal bir kırılganlık alanı olarak karşımızda duruyor. Bu kitlenin, ekonomik güvenlik duygusunu kaybetmesi, sosyal huzursuzluğun ve bireysel psikolojik baskıların tetikleyicisi haline gelme riskini de taşıyor.
EKONOMİNİN KENDİSİ KADAR ALGISI DA KUTUPLAŞMIŞ DURUMDA

Sosyometre Nisan 2025 raporunun ortaya koyduğu en dikkat çekici yapısal bulgulardan biri de, ekonomik sorunlara ve çözüm beklentilerine dair algının, siyasal aidiyetler doğrultusunda sert bir biçimde kutuplaşmış olmasıdır. Rapordaki veriler, ekonomik gerçekliğin farklı toplumsal kesimlerce ortak bir zeminde deneyimlenmediğini, aksine bireylerin siyasi pozisyonlarına göre şekillenen bir “ekonomik algı evreninde” yaşadıklarını göstermektedir. Bu durum özellikle, enflasyonun gelecekteki seyrine dair beklentiler, geçim sıkıntısı algısı ve ekonomik önceliklerin tanımlanmasında belirgin şekilde kendini gösteriyor. Örneğin, muhalefet seçmenlerinin neredeyse tamamına yakını enflasyonun düşmeyeceğini düşünürken, iktidar seçmenlerinin bir kısmı bile bu konuda kararsız ya da olumsuz bir tavır sergiliyor. Bu bulgular, ekonomik sorunların çözümünde yalnızca makroekonomik politikaların değil, aynı zamanda toplumsal algıların ve siyasal aidiyetlerin etkisini gözeten bütüncül bir yaklaşımın gerekliliğine işaret ediyor. Zira siyasal kimliğin ekonomik gerçekliğin önüne geçtiği bu algısal tıkanma, ortak bir ekonomik dil ve çözüm zemini oluşturulmasının önündeki en büyük engel olarak karşımıza çıkıyor.

Bizde
“yanlış trende ne kadar uzun kalırsan, eve dönmek o kadar pahalıya mal olur”
#Ekonomi
#istikrar
#Özgür Bayram Soylu