Saklambaç bitti!

04:0023/04/2025, Wednesday
G: 23/04/2025, Wednesday
Özgür Bayram Soylu

Türkiye’de doğurganlık oranlarının nüfusun kendini yenileyebilmesi için gerekli oran olan 2,1’in altına düşmüş olması, çocuk nüfusu oranının %25,5 seviyesine inmesi her dört kişiden üçünün yaşlandığına işaret ediyor. Türkiye’nin ekonomik, toplumsal ve kültürel dönüşümüne işaret eden bu oranlar politik zemin ile sosyolojik gerçekliği buluşturuyor. 1950’de çocuk nüfusu toplam nüfusun neredeyse yarısını oluşturuyor idi. Nüfus projeksiyonlarının demografik göstergelerdeki mevcut yapının devam edeceğini

Türkiye’de doğurganlık oranlarının nüfusun kendini yenileyebilmesi için gerekli oran olan 2,1’in altına düşmüş olması, çocuk nüfusu oranının %25,5 seviyesine inmesi her dört kişiden üçünün yaşlandığına işaret ediyor. Türkiye’nin ekonomik, toplumsal ve kültürel dönüşümüne işaret eden bu oranlar politik zemin ile sosyolojik gerçekliği buluşturuyor. 1950’de çocuk nüfusu toplam nüfusun neredeyse yarısını oluşturuyor idi. Nüfus projeksiyonlarının demografik göstergelerdeki mevcut yapının devam edeceğini varsayan ana senaryosuna göre çocuk nüfus oranının 2030 yılında %22,1, 2040 yılında %17,9, 2060 yılında %16,9, 2080 yılında %15,2 ve 2100 yılında %14,5 olacağı öngörülüyor. Bugünkü manzarada bir zamanlar gökyüzünü süsleyen uçurtmaların ipinin elimizden kayma olasılığı giderek artıyor. Bırakın uçurtma uçuran çocukları uçurtma satan amcaları bulmak dahi şans olacağa benziyor. Bu sadece yaşlanan bir toplum anlamına gelmiyor; aynı zamanda üretkenlikte düşüş, eğitim sisteminde öğrenci sayısında azalma, iç talepte daralma gibi ekonomik ve yapısal sonuçları da beraberinde getiriyor. Yani doğum oranlarındaki düşüş,
sadece nüfus sayısı değil; sosyal sistemlerin sürdürülebilirliğiyle doğrudan ilişkili hale geliyor.

GENÇLER NEDEN ÇOCUK İSTEMİYOR?
Ebeveynlik giderek duygusal bir karar olmaktan çıkıp, maliyet ve risk hesabı haline geliyor. Ekonomik belirsizlikler, barınma krizleri, güvensiz iş koşulları, kariyer kaygıları, toplumsal baskılar ve bireysel yaşam arzusu birleşince çocuk sahibi olmak gençler için bir tercihten çok risk haline geliyor.
Yaşam tarzı açısından sürdürülebilirliğinin de sorgulandığı çocuk sahibi olma meselesi gençlerin gözünde bir şirketin yatırım planı kadar büyüyor. Haliyle bugünün gençleri çocuk sahibi olmak istemiyor değil; çocuk sahibi olmayı hayatlarının gerçekleriyle uyumlu bulmuyor.

DOĞU’NUN TOPAÇLARI DÖNÜYOR, BATI’NIN OYUN ALANI BOŞ

Türkiye haritasına baktığımızda doğu illeri hâlâ çocuk cıvıltısıyla dolu görünüyor. Şanlıurfa, Mardin, Ağrı gibi illerde çocuk oranı %40’ların üzerinde kendisini gösteriyor. Ama batıya geldikçe o cıvıltı yerini sessizliğe bırakıyor. İstanbul'da saklambaç oynayan çocuk bulmak artık şehir efsanesine dönüşüyor. Bu tablo biri hâlâ kalabalık sofralarda büyüyen çocuklarla dolu, diğeri kalabalık AVM’lerde çocuk sesine hasret bir Türkiye fotoğrafına neden oluyor. Bir yanda beş kardeşle bir odada büyüyen çocuklar diğer yanda tek çocuklu ailelerin 60 metrekarelik apartman dairesinde sessiz büyüyen çocukları gerçeğimiz oluyor.

Çocukluğun dahi artık sınıfsal ve bölgesel bir ayrıcalığa yuvarlandığı bir döneme doğru ilerliyoruz. Doğu’da geleneksel aile yapısının baskınlığı, kadınların ev içi rolünün yoğun olması, kırsal yaşamın aktif olduğu bölgelerde çocuk sahibi olmanın hem sosyo-kültürel hem de ekonomik bir değer taşıması bu bölgede çocuk sayısını yüksek seviyelerde tutuyor. Batı illerinde baskın olan modern yaşam tarzı, kentli kadınların evlenme yaşlarının ve çocuk doğurma yaşlarının yükseliyor olması, yüksek yaşam maliyetleri, mekânsal ve kültürel kısıtlar çocuk sayısını giderek düşürüyor.


TÜRKİYE’DE ÇOCUK OLMAK KOLAY MI?
Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması, Çocuk Sağlığı ve Yoksunluğu Modülü sonuçlarına göre maddi yoksunluk ve diğer sebeplerden ötürü çocukların %48’i bir kez bile tatil yapamıyor, %18,2si maddi yoksunluk nedeniyle boş zaman aktivitelerine, %18,7’si okul gezilerine maddi nedenlerle katılamıyor. Bu veriler, Türkiye’de çocukluğun sadece sayısal olarak değil,
niteliksel olarak da gerilemekte
olduğunu gösteriyor. Çocukların sadece temel ihtiyaçlarına değil, sosyal gelişimlerini destekleyecek alanlara da erişememesi, onları erken yaşta sosyal yoksunluğa mahkûm ediyor.
Tatil yapamayan, okul gezisine katılamayan, arkadaşlarıyla oyun oynayacak zamanı ve alanı olmayan çocuklar, sosyal sermayesi eksik bireyler olarak büyüyor
. Bu durum yalnızca bireysel gelişimi değil, toplumun gelecekteki dayanışma, aidiyet ve üretkenlik kapasitesini de zayıflatıyor.
Hal böyle olunca çocukların yaşam kalitesi tartışılmadan yapılan her tartışma eksik kalıyor. “Zıp Zıp” ile değil, daha çok “Sessiz Sinema” ile büyüyen çocuk sayısı artma olasılığı gittikçe yükseliyor.

PEKİ, NE YAPMALI?
Çocuk doğurmayı sadece bireysel bir tercih değil, toplumsal bir gelecek yatırımı olarak gören Türkiye’nin, doğumu teşvik edecek somut, kapsayıcı ve hayatın içinden politikalara ihtiyacı var. Bu kapsamda; günün ekonomik gerçekliklerine uygun ilk çocuk için doğum ikramiyesi ve bakım desteği, kira yardımına dayalı yeni evli aile destekleri, her ilçede ücretsiz kreş ve gece bakım evleri gibi uygulamaların verimliliği gözden geçirilmeli. Ayrıca, çocuk sayısına göre artan eğitim bursları, ücretsiz toplu taşıma ve kültürel erişim kartlarıyla ailelerin ekonomik yükü hafifletilmeli. Annelere (ve isteyen babalara) yarı zamanlı iş modeliyle tam maaş koruması sağlanmalı, çocuk ürünlerinde KDV sıfırlanmalı ve enerji faturalarında çocuk başına indirim uygulanmalı. Kısacası, çocuk doğurmak cesaret değil, umut vadeden bir gelecek tercihine dönüşmeli; salıncak kurmak yetmez, o salıncağı sallayacak rüzgâr da devletin eli olmalı.
Saklambaç bitti, ebe ben değilim artık… sesinin yankılandığı sokaklara duyulan özlem giderek artıyor.
Bizde “yaşamak berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır”.
#Ekonomi
#nüfus
#doğurganlık