Her çağ, kendine özgü bir gürültü üretir. Bizim çağımızın gürültüsü teknoloji, hız ve tüketimdir. Oysa bu gürültüde en çok kaybolan şey sessizliktir — ve o sessizliğin içindeki anlam. Niyazi Sayın bizlere sessizliğin anlamını öğreten bir bilgeydi. 1927’de Üsküdar’da doğan Sayın, bir ömür boyu nefesle, yani en saf insan sesiyle, bize hem zamanı hem mekanı aşan bir dil bıraktı.
Onun ney’i eline alış biçimi bile bir derstir: hızlı değil, aceleci hiç değil; her sesin öncesinde düşünce, her nefeste bir dua vardır. Sayın, ney’i bir müzik aleti olarak değil, bir varoluş biçimi olarak ele aldı. Onun icralarını dinleyenler, bir konserin değil, bir zikir halkasının ortasında hisseder kendini. Çünkü Sayın’ın sesi, makamdan öte, kalbin makamına taliptir.
Cumhuriyet sonrası modernleşme sürecinde geleneksel sanatların çoğu ya müzeye kaldırıldı ya da nostaljik bir süs olarak yeniden paketlendi. Niyazi Sayın bu akışa direndi. Fakat direnişi sessizdi; ne kürsüde bağırdı ne de sayfalarda manifesto yazdı. Onun direnişi, gelenekle bugünü barıştıran bir nefesti. Galata Mevlevihanesi’nin inceliğini Üsküdar’ın içtenliğiyle birleştirerek, Türk musikisinin yüzyıllardır biriken zarafetini 20. yüzyılın beton duvarlarına taşıdı.
Bir ustanın büyüklüğü, yetiştirdiklerinden anlaşılır. Sayın, İTÜ Türk Musikisi Konservatuvarı’nda onlarca öğrenciyi yetiştirirken “hocadan çok yol gösterici” oldu. Öğrencilerine notayı değil, dinlemeyi, yani kalbin kulağını öğretirdi. Onun sınıfında teknikten önce adab, disiplinden önce tevazu gelir. Bu yüzden bugün onun öğrencilerinin neyleri farklı tınlasa da, hepsinde aynı nefesin izi vardır.
Ama Niyazi Sayın’ı yalnızca müzikle sınırlamak eksik olur. O, çok yönlü bir sanatkardı: ebru yaptı, fotoğraf çekti, sedef kakmacılığı, gül yetiştiriciliği, tesbihçilik, hatta kuşçulukla uğraştı. Her işinde sabır, dikkat ve ölçü vardı. Bu çok yönlülük, onun sanatı bir “disiplin” değil, bir yaşama biçimi olarak gördüğünü kanıtlar. Çünkü Sayın’a göre sanat, insanın kendisini arındırdığı bir aynadır.
1980’lerde ABD’de ders verdiğinde Batılı müzikologlar onun icrasını “mistik” olarak tanımladı. Oysa o, mistisizmden değil, tevazudan konuşuyordu. Batı’nın egzotik olarak gördüğü bu ses, aslında kendi içinde bir tevhid arayışıydı. Niyazi Sayın ne Doğulu bir efsane ne de Batılı bir virtüöz olmak istedi. O, sadece “neyzen” olmakla yetindi — ama o kelimenin tüm manevî yükünü taşıyarak.
Bugün onun vefatının ardından arkasında bıraktığı şey yalnızca plaklar, kayıtlar veya notalar değil; bir terbiye biçimi, bir zarafet anlayışıdır. Giderek gürültülü hale gelen bir çağda, onun neyiyle dile getirdiği dinginlik, adeta bir “manevî ekoloji”dir: kalabalıklar arasında yavaşlamayı, konuşmak yerine dinlemeyi, hükmetmek yerine anlamayı öğütler.
Belki de Niyazi Sayın’ın en büyük mirası, ses ile sessizlik arasındaki o ince çizgide yürüyebilme kudretidir. Çünkü o çizgi, insanın kalbiyle dünyası arasındaki hattır.
Bugün pek çok neyzen ondan öğrendikleriyle sahneye çıkıyor, kayıtlar yapıyor, konserler veriyor. Ama Sayın’ın bıraktığı miras, yalnızca kulağa değil, ruha hitap eden bir üslup mirasıdır. O, bize bir müziği değil, bir ahlâkı, bir tavrı, bir inceliği miras bıraktı.
Modern zamanlarda kaybettiğimiz en büyük şeylerden biri belki de budur: incelik.
Niyazi Sayın, bu inceliği bir ömür boyunca korudu.
Nefesle, sabırla, sessizlikle.
Ve belki bugün hâlâ bir yerlerde onun neyinden süzülen bir ses, aynı şeyi fısıldıyordur: “hakikat bazen ancak sessizlikle söylenir.”
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.