İstanbul’un kültürel haritasında Pera Müzesi artık yirmi yılı geride bıraktı. Beyoğlu’nun kalbinde, Meşrutiyet Caddesi’ndeki tarihi Bristol Oteli’nin dönüştürülmesiyle 2005’te kapılarını açan müze, kısa sürede yalnızca bir sergi mekânı olmanın ötesine geçti; farklı coğrafyalardan sanatın İstanbul’daki izleyicilerle buluştuğu bir kesişim noktasına dönüştü. Bu yirmi yılın panoramasına baktığımızda, Pera Müzesi’nin sergi politikası, Türkiye’de müze kavramının nasıl genişleyip dönüştüğünü de gösteriyor.
Pera Müzesi’nin en dikkat çekici yönlerinden biri, burada ülkemizde az bilinen coğrafyalara dair sergilere sürekli olarak alan açması oldu. 2007’de açılan “Kutsal Görüntü, Kutsal Alan: Bizans İkonaları” sergisinden tutun da, 2011’deki “Osman Hamdi Bey ve Amerikalılar”a, 2013’te Hindistan minyatür sanatını İstanbul’a taşıyan “Altın Çiçekler, Altın Kaplanlar”a kadar uzanan geniş bir yelpaze var. 2017’de İranlı modernistlerin işlerini Türkiye’ye getiren “Zamansız Masallar” sergisi, 2018’de Kuzey Afrika’dan gelen fotoğrafçıların işleri ya da Latin Amerika’dan çağdaş sanatçıları buluşturan projeler… Her biri, İstanbul’da genellikle göz ardı edilen kültürel hatlara dikkat çekti.
Bu sergilerin önemi yalnızca egzotik olanı göstermelerinde değildi; asıl mesele, Türkiye’nin kendi coğrafi ve tarihsel bağlarını daha geniş bir kültürel ağda yeniden düşünmeye davet etmeleriydi. Bugün hâlâ İstanbul’daki müzelerin çoğu Batı merkezli bir perspektifle sergiler açarken, Pera Müzesi’nin Latin Amerika’dan Kuzey Afrika’ya, İskandinavya’dan Ortadoğu’ya uzanan çizgisi, izleyiciye yeni görme biçimleri kazandırdı. Dolayısıyla Pera Müzesi, sadece Batı ile Doğu arasında bir köprü değil, aynı zamanda farklı “periferilerin” birbirine değdiği bir buluşma noktası oldu.
Unutulmaz örneklerden biri, 2014’te düzenlenen “Aurora: Kuzey Ülkelerinden Çağdaş Cam Sanatı” sergisiydi. Bugün yeniden Pera’ya dönen İsveçli sanatçı Åsa Jungnelius’un da işlerinin yer aldığı bu sergi, İskandinavya’nın çağdaş cam pratiğini İstanbul’da görünür kılmıştı. İzleyiciyi camın yalnızca dekoratif bir malzeme değil, toplumsal kodların, cinsiyet anlatılarının ve modern yaşamın sembollerinin bir yansıması olarak okumaya çağırıyordu. Pera’nın yirmi yıl boyunca ısrarla sürdürdüğü bu çeşitlilik, müzeciliğin “merkez” ile “çevre” arasındaki hiyerarşiyi kırmaya yönelik bir çaba olarak da okunabilir.
Pera Müzesi’nin programında aynı zamanda kendi coğrafyamızın katmanlı tarihini görünür kılma isteği de hep vardı. Anadolu’nun arkeolojik mirasına dair sergiler, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e sanatın izlerini süren projeler, oryantalist resim koleksiyonunu her defasında yeni bağlamlarla yorumlayan küratoryal müdahaleler… Tüm bunlar, müzenin bir yandan küresel sanatı Türkiye’ye taşırken, diğer yandan kendi tarihsel birikimimizle diyalog içinde olmasını sağladı.
Bugün geldiğimiz noktada, Pera Müzesi’nin yirmi yıllık hikâyesi, aslında Türkiye’de müze kurumunun “dışarıya bakan yüzü”nün nasıl güçlendiğini de gösteriyor. Zira bu sergiler sayesinde Türkiye’deki izleyici, yalnızca Batı’nın büyük merkezlerinden gelen sanatla değil, dünyanın farklı coğrafyalarından gelen üretimlerle de ilişki kurma imkânı buldu.
Ve şimdi, müzenin yirminci yılına yakışır bir sergiyle karşı karşıyayız: Åsa Jungnelius’un “Toprak, Ateş, Su ve Havayla Yazılmış Bir Dize”si. Elif Kamışlı küratörlüğünde hazırlanan bu sergi, sanatçının Türkiye’deki ilk kişisel sergisi olma özelliğini taşıyor. Jungnelius’un üretimi, camın kırılganlığını taşın dayanıklılığıyla, doğal malzemelerin izlerini çağdaş yorumlarla buluşturuyor. Serginin iki ana yolculuğu var: biri Doğu Anadolu’daki obsidyen yataklarına uzanıyor, diğeri ise Denizli’deki Şişecam fabrikasında ustaların nefesiyle biçimlenen cam heykellere. Bu yolculuklar, malzemeyle kurulan ilişkinin hem tarihsel hem de duyusal katmanlarını görünür kılıyor.
Sergi yalnızca camın estetiğine değil, aynı zamanda malzemenin hafızasına, coğrafyayla kurduğu bağlara da işaret ediyor. Jungnelius’un pratiğinde süreç, belirsizlik, hatta kaybolma hissi üretimin merkezinde yer alıyor. Bu yaklaşım, izleyiciyi de malzemenin sesine kulak vermeye davet ediyor. Fotoğrafçı Peo Olsson’un sergiye eşlik eden görsel anlatısıysa bu süreci belgelerken, camın doğadan atölyeye, ustanın elinden izleyicinin algısına uzanan yolculuğunu tamamlıyor.
Pera Müzesi yirmi yaşında. Ama bu yaş, bir olgunluk noktası değil; tam tersine, hâlâ yenilikçi, hâlâ sorgulayıcı, hâlâ farklı coğrafyaları İstanbul’un kalbine taşımak için istekli bir kurumun yaşı. “Toprak, Ateş, Su ve Havayla Yazılmış Bir Dize” sergisi, bu istek ve tutkunun yeni bir kanıtı.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.