Öteki Kıbrıs

04:0031/05/2025, Cumartesi
G: 31/05/2025, Cumartesi
Taha Kılınç

Hiç unutamadığım bir akşamdır: 2008’in sonbaharında, kıymetli kardeşim Burak Bahadır Bilgin’le köşe-bucak Kıbrıs’ı adımladığımız seyahat sırasında yolumuz Lefke’ye düşmüştü. O dönemde Kıbrıs’ta açık -ve namaz kılmaya uygun biçimde temiz- cami bulabilmek ciddi meseleydi. Akşam namazını kılabile-ceğimiz bir yer ararken uzaktan bir minare fark ettik, hemen direksiyonu o tarafa kırdık. Camiye ulaştığımızda, son cemaat mahallinde bir adam tekbir almak üzereydi. Kendisini durdurduk, “cemaat yapalım” dedik.

Hiç unutamadığım bir akşamdır: 2008’in sonbaharında, kıymetli kardeşim Burak Bahadır Bilgin’le köşe-bucak Kıbrıs’ı adımladığımız seyahat sırasında yolumuz Lefke’ye düşmüştü. O dönemde Kıbrıs’ta açık -ve namaz kılmaya uygun biçimde temiz- cami bulabilmek ciddi meseleydi. Akşam namazını kılabile-ceğimiz bir yer ararken uzaktan bir minare fark ettik, hemen direksiyonu o tarafa kırdık. Camiye ulaştığımızda, son cemaat mahallinde bir adam tekbir almak üzereydi. Kendisini durdurduk, “cemaat yapalım” dedik. Kabul etti, beni de imamete geçirdi. Namazdan sonra tanışma faslı oldu. O bize kim olduğumuzu, buralarda ne yaptığımızı sordu. Cevapladık. Kendisine aynı şeyi sorduğumuzda ise, gayet doğal bir tavırla “Dergâhta vazifeliyim” dedi. “Kimin dergâhı?” sorumuzun cevabı da aynı doğallıkta ve beraberinde bir davetle geldi: “Şeyh Nâzım Kıbrısî. Dergâh hemen caminin arkasında. Birazdan sohbeti başlayacak. Vaktiniz varsa buyurun.” Böylesine sıra dışı bir karşılaşma için vaktimiz elbette vardı.

O zamana kadar Şeyh Nâzım’ı sıkça duymuş, televizyonlar ve gazeteler aracılığıyla dikkat çekici üslubuna kulak kabartmıştım. Arapça öğrenimi için Şam’da bulunduğum dönemde, Şeyh Nâzım’ın üstadı Abdullah Dağıstânî’nin tekkesi ve kabri, evimizin hemen altındaydı. Oraya da ara sıra uğrardık. Bu sebeple Şeyh Nâzım’a gıyabî bir aşinalığım vardı. Ancak kendisini ilk kez görmüş olacaktım.

Dergâh, tasavvufa dair kitaplarda hep okuduğumuz o klasik manzaraların canlı bir örneğiydi: Her renkten ve ırktan insanların aynı kaplara kaşık salladığı mütevazı bir yemeğin ardından, aynı çeşitliliği barındıran bir mescitte sohbete geçtik. Şeyh Nâzım, birazdan iki müridinin kolunda içeri girdi, mihrabın yakınına yerleştirilen bir koltuğa oturtuldu. Ben ve arkadaşım da kalabalığın ortalarında kendimize yer bulup oturduk.

Tam sohbete başlayacağı sırada, Şeyh Nâzım dikkatli ve delici bakışlarını cemaatin üzerinde gezdirdi, sonra arada doğrudan bana odaklanıp parmağıyla işaret ederek sordu: “Sen kimsin?” Şaşkınlığımı tahmin edersiniz. Sorusunu oturduğum yerden cevaplamak yerine, kalktım ve yanına gittim, koltuğunun dibine diz çöktüm. Mescitteki kalabalık ve bütün müridân benimkinden daha büyük bir şaşkınlıkla manzarayı seyrediyordu.

Sonraki yarım saat boyunca, Şeyh Nâzım bana sürekli sorular sordu, cevapladım. Aramızda -bazı özel ve muzip sorularına fısıldayarak cevaplar verdiğim- ikili bir diyalog yaşanıyor, sohbet için mescide gelenler de bizi izliyordu. Nihayet yatsı ezanıyla beraber namaza geçilirken, sohbete ayrılmış olan vakit benimle ikili konuşmada eriyip bitince, Şeyh Nâzım gülerek “Nerden çıktı bu adam yahu?” dedi. Çıkışta, Şeyh Nâzım’ın koluna girip kendisine eşlik etme vazifesi artık benimdi bu sefer.

Prof. Dr. İsmail Güleç’in Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı tarafından yayınlanan “Kıbrıs’ın Manevî Atlası” adlı kitabını okurken, “Şeyh Nâzım-ı Hakkânî” (s. 173-177) bölümüne geldiğimde yukarıda anlattığım akşamı hatırladım gülümseyerek. 2008’deki o seyahatimiz, tıpkı İsmail Hoca’nın kitap boyunca gözler önüne serdiği gibi, Kıbrıs’ın “öteki” yüzünü görmemize yardımcı olmuş, tekke ve türbeleriyle, Ada’nın bambaşka cepheleri karşımıza çıkmıştı.

Kıbrıs Sosyal Bilimler Üniversitesi rektörlüğü vazifesi nedeniyle 2015-2017 arasında iki yıl Kıbrıs’ta kalan İsmail Hoca, Ada konusunda Türkçedeki en ayrıntılı seyahatname ve gezi rehberlerinin yazarı. Sözünü ettiğim kitabı dışında “Lefkoşa Sur İçi Rehberi” ve “Gazi Mağusa Gezi Rehberi” bilhassa hazine değerinde. 2022’de Derin Tarih dergimiz için hazırladığı “Kıbrıs Gezi Rehberi”ni de muhakkak zikretmeliyim. O küçük ama çok kıymetli kitapçığı eline alıp Kıbrıs’ı adımlayan bir öğretmenler grubundan bana yapılan şu dönüşü aktarmam yeterli: “Bize Kıbrıs hiç böyle anlatılmadı, Kıbrıs’ı şimdiye kadar hiç bu şekilde görmemiştik. Çok geç kalmışız.”

Hafızalarımızda -maalesef- sadece eğlence ve tatil mekânlarıyla yer eden Kıbrıs, tarihî ve manevî haritamızın ana duraklarından biri oysa. İsmail Hoca’nın ısrarla altını çizdiği şey tam olarak bu. Kıymetli hocamıza bu alanda büyük bir boşluğu doldurduğu için teşekkür ederken, Öteki ve Esas Kıbrıs’ı tanıyıp tanıtmanın hepimizin boynuna bir borç olduğunu da hatırlatmak isterim.

#Kıbrıs
#Tarih
#Taha Kılınç