14Ağustos 2001 tarihinde kurulan ve Türkiye siyasetinde çeyrek asra yaklaşan siyasi ömrüyle derin izler bırakan AK Parti’nin 23 yıllık serencamı elbette bir köşe yazısı ile sınırlan-dırılamaz. Bu nedenle bu serüveni olabildiğince anlamlı şekilde yazabilmenin tek yolu AK Parti’nin kendisini nasıl ayrıştırdığı, siyaset sahnesine hangi iddia ile dahil olduğu ve hakim parti konumuna nasıl evrildiği gibi izlekleri takip etmekle mümkün olacaktır. AK Parti’nin çok partili demokrasi tarihimiz içerisindeki
14Ağustos 2001 tarihinde kurulan ve Türkiye siyasetinde çeyrek asra yaklaşan siyasi ömrüyle derin izler bırakan AK Parti’nin 23 yıllık serencamı elbette bir köşe yazısı ile sınırlan-dırılamaz. Bu nedenle bu serüveni olabildiğince anlamlı şekilde yazabilmenin tek yolu AK Parti’nin kendisini nasıl ayrıştırdığı, siyaset sahnesine hangi iddia ile dahil olduğu ve hakim parti konumuna nasıl evrildiği gibi izlekleri takip etmekle mümkün olacaktır.
AK Parti’nin çok partili demokrasi tarihimiz içerisindeki yeri ve onu pozitif ayrıştıran temel husus, güçlü bir siyasi liderliğin öncülüğünde halkı merkeze alan bir siyaset tarzını eksene almasıdır.
2002 seçimleri öncesinde AK Parti’nin seçim bildirgesinde de yer aldığı gibi, çok partili siyaset tecrübesine rağmen yeterince demokratikleşemeyen, temel hak ve özgürlükler noktasında ciddi sorunlarla mücadele eden bir Türkiye’yi hak ettiği konuma yükseltmek,
partinin ana felsefesi olmuştur.
AK Parti 2002 seçimleri öncesinde siyasetin kronik sorunlarına ışık tutan ve Türkiye’nin koalisyon tecrübeleri ile yaşadığı zaman kaybının nasıl aşılacağına dair halkı inandıran ve yaptığı reformlarla birlikte iktidarını her seçimde perçinleyen bir siyasi parti oldu. Bunu nasıl başardı sorusunun cevabı ise halkın merkezde olduğu ve yürütmeye doğrudan etkide bulunduğu bir siyasal kültür üreterek vesayet mekanizmalarını ortadan kaldırmasıdır. Reformcu kimliğini ön plana çıkararak değişimi her şart ve koşulda mümkün hale getiren, toplumsal farklılıkları dikkate alarak geniş toplumsal kesimlerin taleplerini siyaset arenasına taşıyan bir parti oldu. Farklı toplum kesimleriyle kurduğu etkileşim AK Parti’nin bu kadar uzun süre iktidarda kalmasını temin eden en önemli hususlardan biri idi. Kendisini demokrat, muhafazakar ve çağdaş olarak tanımlayan bir partinin bu başarısı sadece Türkiye açısından değil dünya tarihi açısından eşine az rastlanır bir örneklikti.
AK Parti’nin siyasi tarihimiz içerisinde pozitif ayrışmasını temin eden hususlardan bir diğeri de partinin erken Cumhuriyetten bu yana kronikleşen sorunlara dair ortaya koyduğu cesur açılımlar idi.
Demokratikleşme paketleri ile tedavüle sokulan siyasi projeksiyonların çeşitli mukavemetlere rağmen hayata geçirilmesi elbette kolay olmadı. AK Parti’nin farklı zamanlarda oluşan konjonktüre göre yeni tarzı siyasetler geliştirmesinin bu mukavemetlerle ilgili olduğu da açık. Cumhuriyet mitingleri, parti kapatma davası, Gezi ve 15 Temmuz gibi kritik süreç ve meydan okumalar, yeni bir siyaset tarzını benimsemeyi icbar etti. Bu sebeple zaman zaman AK Parti’nin değiştiği iddiasını dile getirerek bu yönde eleştiriler ortaya koyanların anlamadığı husus siyasetin lineer bir çizgide ilerlemediği gerçeğidir. Siyaset bu açıdan farklı koşullara ayak uydurabilme ve o koşullara göre politikalar üretebilme anlamına gelmektedir.
Peki bugün AK Parti hakim parti konumunu sürdüre-bilecek imkan ve kapasiteye sahip midir?
Ya da bir diğer ifadeyle AK Parti neden ve nasıl 31 Mart seçimlerinde ikinci parti konumuna düşerek bu pozisyonunu tartışmaya açmıştır? 31 Mart seçimleri sonrasında ortaya çıkan tabloya bakıldığında AK Parti’nin parti içerisinde bir muhasebe yapma zorunluluğu ortaya çıktı. Her ne kadar bu muhasebenin yapılacağı iddia edilse de kamuoyuna yansıyan tarafı ile çok doyurucu tartışmaların yapılmadığı açık. Fakat örtük de olsa AK Parti’nin 2017 sonrasında geliştirdiği ittifak kültürünün bazı toplum kesimleri ile arasında bir mesafe ürettiği ya da bir diğer ifade ile AK Parti’nin kapsama alanında bir daralma yaşandığı iddia edildi. Kimilerine göre de AK Parti, reformcu kimliğini gölgede bırakacak işlere imza attı ve partide anlamlı değişiklikler yapmayarak statüko tuzağına düştü.
Kanımca
AK Parti’nin seçim yenilgisiyle ortaya çıkan ve hakim parti konumunu sarsan en önemli gelişme, AK Parti’nin siyaset üretme noktasında yaşadığı tıkanıklıktır.
Uzunca bir süre kültür-sanat alanında istediği ivmeyi yakalayamayan AK Parti’nin siyasal hegemonyasının da sonuna gelindiği yönündeki eleştiriler, parti elitlerinin üzerinde düşünmesi gereken bir husus. Erdoğan liderliğinin kat ettiği mesafeye eklemlenemeyen aktörlerin sokaktan ve siyasetten kendilerini ayrıştırmaları, zamanla AK Parti’nin temel iddiasının aksine partide bürokrasinin ağırlığının hissedilmesi ve siyaset üreten aktörlerin arka planda kalmasına neden oldu. Gerilemedeki en önemli nedenlerden birisi de uzunca süredir AK Parti’nin söylem üstünlüğü noktasında yaşadığı sorunlardır. AK Parti elitlerinin, siyasal gerçekliğe gözlerini kapamadığı ve daha rekabetçi bir ortamda siyaset yapmanın zorluklarının farkında olması, AK Parti’nin kaybettiği söylem üstünlüğü ve hegemonyasını yeniden tesis etmesini kolaylaştıracaktır. Aksi takdirde, siyasal ve toplumsal meşruiyetiyle ilgili daha fazla tartışma yapılmasının önüne geçemeyecek ve toplumla arasındaki makas açılacaktır.
Çok kutuplu dünya ihtimalinin tartışıldığı, küresel açıdan ciddi belirsizliklerin yaşandığı ve güç geçişlerine sahne olan bir dünyada, hem toplum hem de devlet nezdinde yeni ve kapsayıcı tezler üretmek, AK Parti’nin siyasi ömrünü doğrudan etkileyecektir. AK Parti’nin bir hikayenin partisi olma olgusu, onun geniş toplum kesimleriyle kurduğu ilişki ve bu ilişkiyi siyaset sahnesine aktarmayla mümkün oldu. Yeni dönemde bu ilişki biçiminin aksayan yönlerine dair anlamlı bir muhasebe ve özeleştiri yapılması partinin geleceği açısından hayati öneme sahip.
#AK Parti
#Siyaset
#Turgay Yerlikaya