Pakistan’da Cemaati İslami açılım kavşağında

04:0026/11/2025, Çarşamba
G: 26/11/2025, Çarşamba
Yasin Aktay

LAHOR . Bir buçuk ay kadar önce Pakistan Cemaati İslami’nin (Cİ) yıllık kongresine ve ardından yapılacak uluslararası konferansa katılmak üzere Pakistan’a bir davet aldığımda heyecanlanmış, hiç tereddütsüz icabet edeceğimi bildirmiştim. Doğrusu daha önceki mutat kongrelerinden farklı bir organizasyon vardı. Hatırladığım kadarıyla ilk kez uluslararası katılımın bu kadar önemsendiği ve bunun için özel oturumların olacağı bir kongre olacaktı. Günü geldi Pakistan’ın Lahor şehrine doğru yola koyulduk.

LAHOR
. Bir buçuk ay kadar önce Pakistan Cemaati İslami’nin (Cİ) yıllık kongresine ve ardından yapılacak uluslararası konferansa katılmak üzere Pakistan’a bir davet aldığımda heyecanlanmış, hiç tereddütsüz icabet edeceğimi bildirmiştim. Doğrusu daha önceki mutat kongrelerinden farklı bir organizasyon vardı. Hatırladığım kadarıyla ilk kez uluslararası katılımın bu kadar önemsendiği ve bunun için özel oturumların olacağı bir kongre olacaktı.
Günü geldi Pakistan’ın Lahor şehrine doğru yola koyulduk.
Cİ’nin ve yeni lideri Naim’ur Rahman
’ın portrelerinin bulunduğu afişler bütün Lahor caddelerinde ve arabaların arkasında boy gösteriyor.
Kongre 18 milyonluk bütün şehrin en önemli olayı olarak yaşanıyor.
Kongreye tahmin ettiğim gibi İslam dünyasının her tarafından Müslüman alimler, siyasetçiler ve entelektüellerden büyük bir rağbet var. Yıllardır tanıdığım çok sayıda insanla ve tabii ki fazlasıyla burada karşılaşıyor 4 gün boyunca farklı vesilelerle bir araya gelip hasbihal ediyoruz.
Ebu’l-Ala el-Mevdudi
’nin kurmuş olduğu ve Pakistan’ın dini kimliğinin ve kültürel formasyonunun oluşmasında kuşkusuz çok önemli bir katkısı olan Cİ, kendimi bildim bileli gelişimini takip etmeye çalıştığım bir hareket.
Halen İslam dünyasının en önemli, örgütle, köklü ve kurumsal hareketlerinden biri.
Daha önce de defalarca değinmiştim.
Türkiye’de 1924 yılında Hilafetin kaldırılmasından sonra başsız kalan dünya Müslümanları bu sürece kısa bir süre içinde iki uluslararası sivil toplum yapılanması ortaya koyarak çaresiz kalmamaya çalıştılar.
Biri 1928 yılında Mısır’da kurulan ve kısa süre içinde bütün Ortadoğu coğrafyasında örgütlenen
İhvan-ı Müslimin
hareketi. Diğeri ise 1941 yılında Hindistan’da Mevdudi tarafından kurulan
Cemaat-i İslami.
Aslında her iki hareket “
bizi arkadan vurmuş
” birkaç çapulcu Arap hikayesine karşı,
bu hikâyeyi uyduranların yüzüne tüküren bir asalet örneği. Hilafeti kaldırmak suretiyle meydandan çekilen Osmanlı’ya karşılık, Osmanlı’nın tam 600 yıl temsil etmiş olduğu misyonu inatla, sebatla sürdürmeye çalışan çok güçlü bir sosyal tabanın varlığının bizatihi kanıtıdır.
Jİ’nin tabanını oluşturan
Hindistan Hilafet Hareketi
nin Milli Mücadeleye nasıl canla, başla, malla katkıda bulunmuş olduğunu artık herkes biliyor. İngilizlerin köleleştirerek getirip Osmanlı’ya karşı Çanakkale’de veya başka cephelerde zorla savaştırdığı Hint Müslümanların varlığı bu toplumsal tabanı geçersiz kılmıyordu. Osmanlıya veya belki sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne düşen bu Hilafet sorumluluğu adına onları özgürleştirmekti, umut bağladıkları zemini yok etmek değil.
Mevdudi’nin öncülüğünde kurulan Jİ’in kuruluş ilkeleri arasında
İslami bir toplum ve devlet modeli inşa etmek
, Modern Hint-İslam toplumunun ahlaki çöküşüne karşı “tecdid” ve “ihya” hareketi olmak,
Laik milliyetçilik yerine “İslami ideolojik birliği” savunmak
ve Batı modernitesine karşı bağımsız bir medeniyet duruşu geliştirmek sayılıyordu.
Mevdudi doğrudan sahada mücadele eden bir alim bir entelektüel ve İslami düşünce alanında müceddit derecesinde inisiyatif sahibi biriydi.
Onun bu özelliği, bu hareketin büyük şansıydı tabi, ama mücadele ettiği zemin de modern İslam tarihinin en hareketli ve kaygan zeminlerinden birini oluşturuyordu. Bir yandan Osmanlı devletinin savaş sonrası işgal edilmiş
topraklarında İsrail devleti kurulurken
diğer yandan Hindistan’da yaşanan uzun süreli sömürge sonrası çatışmalardan bir bölünme çıkıyordu ve
kuruluş amacı İslam olan bir devlet olarak Pakistan kuruluyordu.
Hilafet sonrası kurulan hiçbir İslam ülkesinin kuruluş ve varoluş amacının İslam olmadığı, hepsinin birer ulus-devlet olarak teşekkül ettiği gözönünde bulundurulduğunda Pakistan devleti enteresan bir istisna oluşturuyordu.
Muhammed Ali Cinnah’ın siyasi, Muhammed İkbal’in fikri liderliğinde Pakistan devleti kurulduğu esnada Cİ de bu sürecin faal aktörlerinden biri olarak yerini aldı. Ancak Hindistan bölününce Cİ de aynı paralelde ikiye ayrıldı. Bu durum Cİ’nin söylem ve siyaset üretiminde kendine özgü, Pakistan’dan da Hindistan’dan da zaman zaman ayrışan bir yol ortaya koymasına yol açtı. Bu dönemde her ne kadar varoluş sebebi İslam olarak ilan edilmiş olsa da Pakistan’ın İslami devlet ile ulus-devlet arasındaki gerilimi ve Pakistan devletinin bu gerilimde İslami devlet olmanın gereklerine ne kadar uyduğu konusu bir bakıma Cİ’nin moral denetim konumunu öne çıkardı.
Tabii ki resmen tanınan bir denetim değildi ki, bu konudaki ayrışmalar dolayısıyla Mevdudi defalarca tutuklanıp hapis yattı. Pakistan’ın
laikleştirici eğilimlerine karşı
ilk büyük İslami muhalefeti başlattı ve 1953’te
Kadiyanilere
karşı yürütülen hareket nedeniyle tutuklandı mesela. 1956’da anayasal düzene geçilmesiyle birlikte Cemaat “
davet hareketi
” olmaktan bir
siyasi parti
niteliğine geçiş yaptı.
İlk kez seçimlere katıldı, ancak oy oranı düşük kaldı.
Buna rağmen
entelektüel etki alanı çok güçlüydü
; üniversitelerde, basında ve eğitim sisteminde ciddi bir nüfuz kazandı. Seçim süreçlerinde halk desteği oldukça sınırlı olduğu halde ideolojik etkisinin orantısız büyüklüğü
Cİ’nin tarihinde karakteristik bir durum oluşturmuştur.
Özellikle 1977’de yönetime gelen General
Ziyaul-Hak
döneminde devletin başlattığı İslamlaşma politikasına Cİ büyük bir destek verdi, karşılığında kadroları devlet içinde güç kazandı, üniversite gençlik hareketi (IJT) devletle uyumlu çalıştı.
Cemaatin tarihinde devlete en yakın olduğu dönemdir bu
. Ancak bu yakınlık aynı zamanda bir yandan cemaatin “
bağımsız İslami hareket”
kimliğini kısmen kaybetmesine ve diğer yandan, buna bağlı olarak halk nazarında, askeri rejimin ortağı gibi görülmeye başlamasına yol açtı.
Bu durum uzun vadede oy desteğini sınırlayan psikolojik bir bariyer oluşturdu.
Ziyaul Hak sonrası dönemde Cİ’nin devletteki etkisi azaldı, Parlamento siyaseti öncelik kazandı ve Parti daha çok “
ahlaki muhalefet
” pozisyonuna geçti. Bu dönemde cemaat Kırsal seçmende tabanının zayıf olduğu gerçeğiyle yüzleşti, ortada popülist hareketler yokken bile kitle çekmekte zorlanıyordu. Buna mukabil tek güçlü alanı
öğrenci hareketi (IJT)
idi.
Ziyaretimiz esnasında Öğrenci Hareketi merkezini ve şimdiki başkanını ziyaret ettik. Merkez merhum allame
Mevdudi
’nin bağışlamış olduğu, kendi evinin bitişiğindeki bir arazi üzerinde kurulmuş ve tam bir eğitim ve teşkilatlanma merkezi. Şimdiye kadar Cİ’ye liderlik yapmış bütün isimleri bünyesinde yetiştirmiş, hepsi de gençliklerinde Cİ’nin Gençlik Kollarına başkanlık yapmışlar. Kongreye ev sahipliği yapan şimdiki lider
Hafiz Naim ur Rahman
da 1998-2000 yıllarında Gençlik teşkilatının başkanlığını yapmış.
Cemaatin bu genel tarihi içinden bakıldığında şimdiki başkanın şehirli, genç ve mühendis kimliğiyle yeni bir kadro hareketi temsil ettiği görülüyor.
Hem eğitim bakımından hem de sosyolojik taban bakımından şimdiye kadarki cemaat yönelimine daha şimdiden yeni bir açılım kazandırmış olduğunu söyleyebiliriz. Önceki başkanların çoğu geleneksel, kırsal kökenli, klasik medrese geleneğinden gelen siyasetçilerden oluşurken Hafız
Naim ur Rahman şehir
siyasetinde yetişmiş, genç ve aktivist, karizmatik profilli bir lider profili çiziyor. Üniversite gençliği, kentli orta sınıf ve sivil toplum üzerinde etkisi oldukça güçlü ve özellikle
Karachi
gibi çok karmaşık bir mega kentte örgütlenme başarısıyla biliniyor.
Bu özellikleri şimdiye kadar entelektüel bir hegemonyayı temsil ettiği halde bunu seçmen desteğine dönüştüremeyen Cİ için yeni bir fırsat oluşturur mu?
Bu soru ortada. Pakistan ve Cİ izlenimlerimizi aktarmaya devam edelim, sonra.
#Pakistan
#Lahor
#Cemaati İslami