Osmanlı Medeniyeti’nin kurucu ruh kökleri

04:0023/11/2025, Pazar
G: 23/11/2025, Pazar
Yusuf Kaplan

Türkiye genç neslini de, Müslüman sosyolojisini kaybediyor. Hızla intiharın eşiğine sürükleniyor. Tam da dünyanın bize ihtiyaç hissettiği bir zaman diliminde biz intihar ediyoruz, demiştim. İntihar'dan kurtuluş, hem bizi hem de dünyayı yaşanan anlam krizinden çıkaracak bir medeniyet fikri ve bu fikri hayata geçirecek bir öncü dâhiler yetiştirmekten geçiyor. Bir neslin yaptığı işi tek başına yapabilecek Gazzali gibi, İbn Arabî gibi, Mevlânâ ve Sinan gibi öncü dehalar yetiştirebilirsek hem bu intihardan

Türkiye genç neslini de, Müslüman sosyolojisini kaybediyor. 

Hızla intiharın eşiğine sürükleniyor. 

Tam da dünyanın bize ihtiyaç hissettiği bir zaman diliminde biz intihar ediyoruz, demiştim. İntihar'dan kurtuluş, hem bizi hem de dünyayı yaşanan anlam krizinden çıkaracak bir medeniyet fikri ve bu fikri hayata geçirecek bir öncü dâhiler yetiştirmekten geçiyor.

Bir neslin yaptığı işi tek başına yapabilecek Gazzali gibi, İbn Arabî gibi, Mevlânâ ve Sinan gibi öncü dehalar yetiştirebilirsek hem bu intihardan kurtuluş hem de yeni bir medeniyetin kuruluş yolculuğu sürecinde bir mesafe katedebiliriz.

Azerbaycan MTO temsilcimiz Vuqar Azizov kardeşimizin bendenizin yazılarımda çerçevesini çizdiğim teorik çözümlemelere dayanarak Osmanlı ruhunun felsefî / metafizik temellerini tartıştığı muazzam yazısının ikinci bölümünü sizlerle paylaşıyorum.


1. “NİZAMİYE MEDRESESİ” VE ÜÇ DEHA

Belki bu başlık garip gelebilir. Gazzali’yi anladık da, İbn Arabi ve Mevlana ile Nizamiye medresesi arasında nasıl bir bağ var sorusu ortaya çıkabilir. Ancak Nizamiye-Osmanlı arasında bir bağ olduğunu dikkate alarak ve bu medrese sisteminin Osmanlı’nın belkemiği oluşundan yola çıkarak diğer iki deha’nın da bir şekilde bu bütünlüğün içinde rol aldığını fark etmek mümkündür. Ki, bu farkı fark ederek Nizamiye medresesinin Osmanlı hayat nizamını nasıl doğurduğunun içini doldurabiliriz.

Selçuklu döneminde kurulan Nizamiye medresesi, İslam medeniyetinin kuruluşu ve olgunlaşması için bir ön zemindir. İslam dünyasında büyük bir devrim yaratmıştır. Bu medreseler, Gazzali’nin etkisiyle şekillense de, İbn Arabi ve Mevlana’nın fikirleri, dolaylı olarak bu sistemin entelektüel ve manevi temellerine katkıda bulunmuştur. Osmanlı medrese sisteminin kökenleri de Nizamiye medreselerine dayandığı için, bu üç dehanın etkileri Nizamiye üzerinden Osmanlı’ya ulaşmıştır. O zaman ayrılıkta özet olarak bu üç dehanın Nizamiye medresesi ve Osmanlı üzerindeki bağını bulmaya çalışalım. 

Gazzali ve Nizamiye medreseleri

Gazzali, baş müderris olarak görev yapmış, eserleriyle medresenin eğitim felsefesini belirlemiştir. Onun akıl ve vahiy uyumu konusundaki yaklaşımı, Nizamiye Medreselerinde eğitim sisteminin temel taşını oluşturmuştur. Bu yaklaşım, İslam dünyasında felsefe, kelam ve tasavvuf arasında bir denge kurmuştur. 

Osmanlı medreseleri, Nizamiyenin eğitim modeli üzerine inşa edilmiştir. Gazzali’nin ahlak, hukuk ve teoloji konusundaki fikirleri Osmanlı eğitim sistemine dolaylı olarak taşınmıştır.

Muhyiddin ibn Arabi ve Nizamiye medreseleri

Doğrudan bağlantılı değildir. Ancak tasavvufun sonraki dönemde bu medrese üzerine etkisi, onun ‘Vahdet-i vücut” doktriniyle güçlenmiştir. Bu medreseler, başlangıçta daha çok kelam ve fıkıh ağırlıklı olsa da, İbn Arabinin fikirleri zamanla medreselerde ve toplumsal yapı üzerinde etkili olmuştur. Osmanlı’da yansımasını şöyle özetleyebiliriz: Osmanlı’da medreselerin yanında tekkelerin varlığı, medrese (yani resmi eğitim) ve tasavvuf (manevi eğitim) arasındaki dengeyi sağlamıştır, ki bu da İbn Arabinin fikirlerinin dolaylı bir yansımasıdır. 

Mevlana ve Nizamiye medreseleri

İbn Arabi gibi Mevlana da bu medreselerle doğrudan bağlantılı değildir. Ama tasavvufun toplum üzerinde etkisi ve Mevlevilik tarikatının yaygınlaşması, Nizamiyede yetişen ulema ve tasavvuf ehli arasındaki etkileşimi derinleştirmiştir. Onun aşk temelli mesajları, Nizamiye’nin ilmiye sistemi üzerine manevi bir boyut eklemiş sayılabilir. Bunu Osmanlı, medreselerle birlikte Mevlevi-haneleri toplumsal eğitimde tamamlayıcı bir unsur olarak benimsemiştir. Böylece Nizamiye modeline tasavvufi bir boyut katmıştır.

Sonuç olarak özetleyelim; Nizamiye medreseleri, Gazzali’nin düşünceleriyle şekillenmiş, İbn Arabi ve Mevlana’nın tasavvufi fikirleri ise medrese ve tasavvuf arasındaki uyumu sağlamıştır.

Osmanlı ise, Nizamiye medreselerini model alarak hem fıkıh ve kelamda Gazzali’nin akıl üzerine yaklaşımını hem de tasavvufta İbn Arabi ve Mevlana’nın manevi derinliğini bir araya getiren bir sistem kurmuştur. Bu bağlamda, Nizamiye Medreseleri bu üç dehanın fikirlerinin yayılması ve Osmanlı medeniyetine taşınmasında bir köprü görevi görmüştür.


2. ÜÇ DEHA’NIN “MEDENİYET TASAVVURU”

Burada bu 3 dehanın nasıl bir medeniyet tasavvuruna sahip olduğunu ve nasıl bir anlam kattığını hayata, bilmemiz gerekiyor. Bu 3 deha nasıl bir Medeniyet Tasavvuru vizyonu ortaya koydular?

* Gazzali’nin medeniyet tasavvuru, bir ahlak devleti ve hikmet toplumu inşa etmeyi hedefler.

* İbn Arabi’nin medeniyet tasavvuru, ilahi bir düzen ve manevi olgunlaşma toplumu vizyonu sunar.

* Mevlana’nın medeniyet tasavvuru, aşk ve temelli bir toplum vizyonu ortaya koyar.

Bu tasavvurun ortak boyutlarını ele alarak hayata nasıl yansıdığını anlayabiliriz.

Ferdi anlamda, insanları ahlaki ve manevi açıdan olgunlaştırmayı hedefler. Toplumsal düzeyde, sevgi ve adaleti temel alan bir toplum inşa etmeyi savunur. Devlet düzeyinde, adalet ve manevi liderlik üzerine kurulu bir yönetim modeli önerir. Kültürel düzeyde, sanat, edebiyat ve mimaride ilahi güzelliği yansıtan bir anlayışı teşvik eder. Bu ortak tasavvur, İslam medeniyetinin en görkemli dönemlerinin temel düşünsel zeminini oluşturmuş ve Osmanlı gibi büyük bir devletin felsefesini hayata aktarmıştır.

Dolayısıyla, “ilim-irfan-hikmet” kapsamında bu üç deha şöyle bir medeniyet tasavvuru ortaya koymuştur diyebiliriz:

* Gazzali, ilmin temellerini ve konularını belirleyerek medeniyetin “ilmi” zeminini inşa etmiştir. Onun çalışmaları, ahlak, fıkıh ve metafizik gibi alanlarda ‘bilgi’nin sınırlarını çizmiş ve bunu bir disipline dönüştürmüştür.

* İbn Arabi, bu ilmi konuları “felsefi” bir bütünlük içinde ele alarak, bunlara irfani ve metafizik bir derinlik kazandırmıştır. Vahdet-i Vücut anlayışı, varlığın birliğini ve İnsan-ı Kâmil idealini toplumsal bir medeniyet vizyonuyla harmanlamıştır.

* Mevlana, bu teorik temelleri “sanat” üslubunda hayata aktarmış, şiir, müzik ve tasavvufi estetik yoluyla bu fikirlerin fert ve toplum düzeyinde yaşam bulmasını sağlamıştır.

Dolayısıyla bu üçlü yapı, ilim, felsefe ve sanatın birbiriyle uyumlu bir şekilde çalışarak, medeniyetin düşünsel, manevi ve estetik boyutlarını tamamladığını gösterir. Osmanlı medeniyeti de bu üç düşünürün mirasını sentezleyerek hayata geçirmiştir.

#Tarih
#Osmanlı
#Yusuf Kaplan