7 Ekim sonrası İran’ın güç kayıpları

04:0029/04/2025, Salı
G: 29/04/2025, Salı
Yeni Şafak
Fotoğraf: Arşiv
Fotoğraf: Arşiv

Doç. Dr. Necmettin Acar - Mardin Artuklu Üniversitesi

7 Ekim sonrasında Orta Doğu bölge güvenlik mimarisinde köklü bir dönüşüm yaşandığı genel kabul gören bir yaklaşım oldu. Bu yaklaşıma göre, 7 Ekim’in ardından İsrail’in revizyonist politikaları sonucunda Lübnan’da Hizbullah’ın, Filistin’de Hamas ve İslami Cihad’ın zayıflaması, Suriye’de ise Esed rejiminin çökmesi, İran’ın bölgesel güç dengesi içindeki pozisyonunun zayıflamasına yol açtı ve böylece bölge güvenlik mimarisinde derin bir değişimi tetikledi.


ENDÜSTRİYEL KAPASİTE ASKERİ REKABETTE ÖNEMLİ

Ekonomi, devletlerin dış politikasında demografi, askeri kabiliyet ve jeopolitik avantajlar gibi unsurların yanında en önemli faktörlerden biri olarak kabul edilir. Hatta günümüzde, ekonomik unsurların dış politikada tek başına belirleyici olduğunu savunanların sayısı giderek artıyor. Bu alanda literatüre önemli katkı sunan Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükselişleri ve Çöküşleri adlı eserinin giriş bölümünde, devletler arasındaki uzun süreli çatışma ve rekabetin nihai sonucunu belirleyen unsurun, devletlerin ekonomik kaynaklarını verimli kullanabilme ve sanayi kapasitelerini yeterince geliştirebilme yetenekleri olduğunu savunur. Bu çerçevede Kennedy, son beş yüzyılda devletler arasındaki uzun süreli çatışmaları inceleyerek ekonomiyi dış politikanın temel belirleyicilerinden biri olarak konumlandırmıştır.

Günümüzde endüstriyel kapasiteye önem atfeden çalışmaların sayısında belirgin bir artış gözlemleniyor. Özellikle sivil amaçlarla tasarlanan ekonomik faaliyetlerin belirli bir frekans aralığında askeri kapasiteye dönüştürülebilme imkânı, ekonomiyi yalnızca ulusal refah açısından değil, askeri kapasitenin inşası açısından da kritik bir unsur haline getirmekte.


EKONOMİK TECRİT Şİİ HİLALİNİN SONUNU GETİRDİ

7 Ekim sonrası dönemde Orta Doğu’da bölge güvenlik mimarisinde yaşanan değişim, çoğunlukla askeri ve siyasi dinamikler üzerinden analiz edildi. Ancak bu değişimi yalnızca güvenlik ve güç politikaları bağlamında değerlendirmek yetersiz kalıyor. Şöyle ki; 2000’li yılların başlarından itibaren İran’ın Orta Doğu genelinde inşa ettiği ve “Şii Hilali” olarak adlandırılan güvenlik mimarisi, 7 Ekim sonrasında hızlı bir çözülme sürecine girdi. Bu durumu yalnızca İsrail’in farklı cephelerde İran’ın vekil ağlarına yönelik yürüttüğü yoğun saldırılarla açıklamak, meselenin derinliğini göz ardı eden yüzeysel bir değerlendirme olur. Bugün ortaya çıkan tablo, bu saldırıların ötesinde, daha köklü ve yapısal nedenlere dayanıyor. Bu çerçevede özellikle iki temel faktör ön plana çıkmaktadır: Birincisi, İran’ın yıllardır derinleşen ekonomik sorunları, ikincisi ise son dönemde şekillenen ve İran’ı büyük ölçüde dışarıda bırakan yeni ekonomik koridor projeleri.

İran ekonomisi, 2000’li yılların başlarından itibaren derin bir kırılganlık sürecine girdi. Dünya Bankası verilerine göre İran’ın gayrisafi yurt içi hasılası (GSYİH) son yirmi yılda üç kattan daha az artış göstererek 2003 yılındaki yaklaşık 150 milyar dolar seviyesinden 2023 yılında 400 milyar dolar düzeyine ulaşabildi. Buna karşılık, İran’ın başlıca komşuları ve bölgesel rakipleri aynı dönemde çok daha güçlü bir ekonomik büyüme performansı sergiledi. Örneğin Türkiye GSYİH’sini 300 milyar dolardan 1,12 trilyon dolara; Suudi Arabistan 200 milyar dolardan 1,11 trilyon dolara; Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) ise 125 milyar dolardan 510 milyar dolara yükselti. Hatta 2003 yılında işgal edilen ve uzun bir istikrarsızlık dönemi yaşayan Irak bile GSYH’sini 20 milyar dolardan 290 milyar dolara çıkarmayı başardı. Sonuç olarak, İran’ın bölgesindeki komşuları ve rakipleri son yirmi yılda ekonomik olarak istikrarlı ve güçlü bir büyüme trendi yakalamışken, İran aynı başarıyı gösteremedi. Bu durumun temelinde hem nükleer programı nedeniyle uygulanan ağır ekonomik yaptırımlar hem de İran’ın geniş bir coğrafyada sürdürdüğü yüksek maliyetli vekalet savaşlarının etkisi bulunuyor.

İkinci olarak, 21. yüzyılın başlarından itibaren küresel jeopolitik hatlar köklü bir yeniden şekillenme sürecine girdi. Bu yeni dönemde küresel jeopolitiği biçimlendiren en belirgin dinamik “ekonomik koridorlar” oldu. Bir ülkenin bu aksların merkezinde yer alması, ona hem ekonomik hem de güvenlik açısından benzersiz avantajlar sağlayacaktır. Son yıllarda öne çıkan başlıca ekonomik koridorlara bakıldığında; Kuşak ve Yol İnisiyatifi, Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru, Çin-Myanmar Ekonomik Koridoru, Kalkınma Yolu Projesi ve Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru gibi büyük ölçekli projeler ön plana çıkıyor. Ancak, bu stratejik eksenlerin neredeyse tamamının İran’ı doğrudan dışlayan veya teğet geçen bir şekilde planlanmış olması, İran’ın küresel siyaset ve ekonomi sahnesindeki ağırlığının gelecekte daha da zayıflayacağına işaret ediyor.


TAHRAN ŞİMDİ PASİF İZLEYİCİ

7 Ekim sonrasında Orta Doğu bölge güvenlik mimarisinde yaşanan değişimi anlamak için yalnızca askeri ve siyasi dinamiklere odaklanmak yetersiz kalıyor. İran’ın bölgesel nüfuz ağlarının zayıflamasının temelinde, uzun yıllardır süregelen ekonomik kırılganlıklar ve ülkenin küresel ekonomik koridorlardan dışlanması gibi daha derin yapısal faktörler bulunuyor. İran’ın, son yirmi yılda bölgesel rakiplerinin yakaladığı ekonomik büyüme trendine ayak uyduramadığı gibi, yeni küresel jeoekonomik düzen içinde de stratejik bir konum elde edemediği görülüyor. Bu iki temel dinamik, İran’ın bölgesel güç projeksiyonu kapasitesini aşındırdı, vekil ağlarının sürdürülebilirliğini zayıflattı ve ülkeyi bölge güvenlik mimarisindeki değişim sürecinin pasif bir izleyicisi haline getirdi.



#İran
#7 Ekim
#İsrail
#Gazze