Çin'in dünyaya “öğrenilmiş çaresizlik” tuzağı

Sernur Yassıkaya
Sernur Yassıkaya
04:0018/04/2025, Cuma
G: 21/04/2025, Pazartesi
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Çin, düşük maliyetli devasa üretim kapasitesi, ucuz iş gücü, devlet destekli ekonomik politikalar ve ters mühendislik uygulamalarıyla, küresel tedarik zincirinin merkezine yerleşirken; kendisine rakip olan ya da olması ihtimal dahilindeki ülkeleri serbest ticaretin kendisine sağladığı “avantaj”ları kullanarak ya bir bir saf dışı bıraktı ya da kendisi için fason üretici konumuna getirdi.

ABD Başkanı Donald Trump, 2 Nisan günü, Berlin Duvarı’nın 1989’da çöküşüyle resmen başlayan küreselleşme dalgasının tabutuna son çiviyi çaktı. 36 senedir ABD’nin ideolojik ve ekonomik politikalarıyla şekillendirildiği düşünülen küreselleşme olgusu yine yaratıcısının eliyle boğulmak isteniyor. Onlarca yıl Amerikan hegemonyasının ve tek kutuplu sistemin önemli sacayaklarından olan küreselleşme, Washington’ın en büyük siyasi ve ekonomik rakibi Çin tarafından adeta tersine mühendislikle ABD çıkarlarını törpüleyecek politikalara dönüştürüldü. Ancak görünen o ki Çin, küreselleşmenin herkes için adil ve serbest olması gereken kurallarını, kendi çıkarlarına uyumlu şekilde yontarken, tüm dünyayı da herkesçe bilinen bir psikoloji testinde olduğu gibi “öğrenilmiş çaresizlik sendromu”na sokmuş durumda. Çin'in özellikle son 20 senede dünya ekonomisinde artan ağırlığı, küreselleşmenin getirdiği fırsatlar ile birlikte Pekin yönetiminin stratejik hamleleriyle şekillendi. Çin, düşük maliyetli devasa üretim kapasitesi, ucuz iş gücü, devlet destekli ekonomik politikalar ve ters mühendislik uygulamalarıyla, küresel tedarik zincirinin merkezine yerleşirken; kendisine rakip olan ya da olması ihtimal dahilindeki ülkeleri serbest ticaretin kendisine sağladığı “avataj”ları kullanarak ya bir bir saf dışı bıraktı ya da kendisi için fason üretici konumuna getirdi. Batı’nın üretim kabiliyetinin düşmesine ve ekonomik yapılarının değişmesine neden oldu. Bu da aslında Batılı ülkelerin kendi idam fermanlarını gönüllü olarak imzalamasının bir sonucuydu.


KÜRESELLEŞMENİN KİTABINI YENİDEN YAZDI

Çin'in üretim gücü, 80'lerde Deng Xiaoping’in “Kendi yolumuzu seçerek, Batı’yı taklit edebiliriz” yaklaşımını benimsemesiyle ivme kazandı. Ancak, bu strateji sadece Batı’nın teknolojilerini taklit etmekle kalmadı, aynı zamanda Çin’in ters mühendislik becerileri sayesinde Batı’nın sahip olduğu markaların kendi topraklarında üretilmesini de sağladı. Bu sayede Çin, yalnızca üretim yapmakla kalmadı, aynı zamanda teknoloji üreticisi olma yolunda da büyük adımlar attı.

Bu süreçte, Çin’in para birimi olan yuanın düşük değeri, ihracatın ucuzlayarak rekabet avantajı sağlamasına olanak tanıdı. Aynı zamanda, Çin hükümetinin sübvanse ettiği şirketler ve devlet destekli yatırımlar sayesinde, üretim maliyetleri daha da aşağı çekildi ve dünya pazarlarında Çinli ürünlerin rekabet gücü arttı.

Batılı ülkeler, Çin’in ucuz iş gücü cazibesi karşısında üretim tesislerini Çin’e taşımaya başladılar. Özellikle ABD ve Avrupa merkezli uluslararası şirketler üretim maliyetlerini düşürmek adına Çin’in ekonomik büyüklüğünden faydalandılar. Ancak zamanla, bu eğilim Batılı ülkelerin kendi topraklarında üretim kabiliyetlerini kaybetmelerine yol açtı. Çin'in rekabetçi üretim fiyatları, Batı'daki fabrikaların kapanmasına ve iş gücünün, daha düşük ücretlerle çalışılabilen hizmet sektörlerine kaymasına neden oldu.

Batılı ülkelerdeki ekonomik yapılar, yaşlanan nüfus ve genç istihdam eksikliği ile karşı karşıya kalmaya başladı. Çin’in yükselen ekonomik gücü karşısında, Batı’nın ekonomik büyüme modelleri de sarsılmaya başladı. Özellikle, üretim sektöründen daha çok hizmet sektörüne yönelen Batılı iş gücü, birçok ekonomik sorunu da beraberinde getirdi. Bu durumu, örneğin ABD’nin fabrika üretim kapasitesinin kaybı ve hizmet sektöründe yaşanan darboğazlar daha açık bir şekilde gözler önüne seriyor. Bu da beraberinde istihdam problemini doğururken, ucuz ithalata bağımlı hale gelen batılı ekonomileri aşırı borç sorunuyla da karşı karşıya bıraktı.


DAVOS’TA VERİLEN O MESAJ

Trump’ın 2017’de başlattığı Çin’e karşı yüksek gümrük vergisi savaşı, Çin’in küresel üretim gücüne karşı bir tür tehdit olarak görülmüş olsa da, Batı’nın küresel ticaretteki rolünü zayıflatmış ve Çin’in üstünlüğünü pekiştirmiştir. Batılı medya organlarının çoğu, ABD’nin orta ve uzun vadede Çin karşısında rekabet edemeyeceğini belirtmiş, hatta ABD’nin bu savaşı kaybedeceği öngörüsünde bulunmuşlardır. Çin’in, üretim kapasitesini sadece düşük maliyetli iş gücüyle değil, aynı zamanda yenilikçi teknolojiler ve yüksek üretim verimliliği ile de artırması, Batı’nın bu rekabeti sürdürebilmesini zorlaştıran etkenler arasında.

Son olarak 2 Nisan süreciyle birlikte Trump’ın yüzde 125’e kadar yükselttiği ek gümrük vergilerinin ardından sosyal medya platformlarında, Pekin’e matuf olduğu değerlendirilen bazı hesaplar aracılığıyla dolaşıma sokulan Batılı ülkelere dair yapılan mizahi paylaşımlar dikkat çekti. Bu paylaşımlarda Pekin’in “dünya fabrikası” olarak konumuna işaret edilirken, başta ABD olmak üzere batılı ülkelerin bir çift spor ayakkabı ya da tişört üretemeyecek hale gelen ekonomileri hedef alan paylaşımların altında yatan ana mesaj; “Biz olmasak fabrikalarda çalışmak ve ayağınızdaki ayakkabıyı daha pahalıya giymek zorunda kalırdınız” idi. Pekin kendisini hedef alan adil ve kurallara dayalı serbest ticarete sadakat çağrılarına, “öğrenilmiş çaresizlik” duygusunu harekete geçirerek baraj kurmaya çalıştı ve gelen tepkilere bakıldığında bunda da başarılı oldu.

Aslında Pekin bu mesajı, 2017’de neoliberal ideolojinin kalesi Davos Forumu'nda en üst düzeyde vermişti. O sene Çin adeta Davos’a bir çıkartma yapmış ve ülkelerin açık küresel ekonomik sisteme kendilerini adaması gerektiğini belirten Devlet Başkanı Şi Cinping “ticaret savaşlarının kazananı olmaz” dedikten sonra “Yerli ekonomiyi korumaya yönelik ekonomik politikalar uygulamak tıpkı kendini karanlık bir odaya kilitlemek gibidir. Rüzgar ve yağmur dışarıda tutulsa da içeri ışık ve hava girmez” sözleriyle dünyaya korku pompalamayı ihmal etmemişti.

Trump’ın o dönem tıpkı bugün olduğu gibi züccaciye dükkanına giren bir fil misali uyguladığı politikalar, Pekin için küreselleşme ideolojisinin bayraktarlığını yapmasının önünü açarken aynı zamanda diğer ülkelerin kendi üretim güçlerinin altını oyan politikalarını gözden kaçırması için de uygun ortamı hazırladı. Geçen 9 yıl içinde Pekin, küreselleşmenin nimetlerinden faydalanarak tüm dünyayı kendi üretim gücüne bağımlı hale getirmeyi başardı. Adeta Çin’in ucuz ve bol üretimi, aşırı tüketimi vaaz eden neoliberal politikaların sunduğu bir uyuşturucuya dönüştü.


1 TRİLYON DOLARLIK İŞARET

Çin'in ekonomik büyüklüğü, dünya ekonomisinin yüzde 17’sini oluştururken, 2023 yılı itibarıyla Çin, dünya ticaretinde en büyük paya sahip ülkelerden biri olmuştur. Çin’in 2024 yılı itibarıyla dünya üretiminde yüzde 28 gibi büyük bir paya sahip olduğu tahmin edilmekte. Öyle ki Çin ekonomisi, 2024 sonunda yüzde 21’lik bir artışla 1 trilyon dolara yakın dış ticaret fazlası elde etti. Bu, Çin’in dünya pazarında rakipsiz bir üretim merkezi haline gelmesinin somut göstergesi. Ayrıca, Çin’in teknoloji alanındaki yatırımları- özellikle yapay zeka ve yenilenebilir enerji gibi alanlarda- Batılı ülkelerle arasındaki farkı giderek daha da açmaktadır.

ABD’nin Çin’e uyguladığı gümrük vergilerinin ardından başlayan ticaret savaşları, Çin'in ticaretini yönlendirme kabiliyetini etkilememiş, aksine yeni ticaret yolları ve altyapı projeleri ile Çin, Batı'nın baskılarından sıyrılarak küresel pazarda daha fazla yer edinmiştir. Bu duruma örnek olarak Çin’in elektrikli otomobiller alanında adeta tüm dünyayı kıskaca alan üretim ve pazarlama politikası gösterilebilir.


PEKİN MASAYA OTURMAYA İKNA EDİLMELİ

Çin'in "dünyanın fabrikası" olma yolunda ilerlediği süreç, sadece üretim kapasitesinin artışıyla sınırlı kalmadı. Çin, bu stratejilerle sadece üretim yapmanın ötesine geçmiş ve küresel ekonomik düzeni kendi lehine yeniden şekillendirmiştir. Bu durum, sadece Batılı ülkeler için değil tüm dünyanın üretim kabiliyeti için tehdide dönüşmüş, küresel ekonomik dengenin değişmesine yol açmıştır. Açık ki dünyanın, üretimde “öğrenilmiş çaresizlik sendromu” ile başa çıkmasının yolu, Trump’ın yıkıcı politikaları yerine Pekin yönetiminin de ikna edilip oturmaya razı edildiği masada, küreselleşmenin tüm ülkelerin çıkarını koruyacak daha adil ve kurala dayalı bir ticaret sistemine dönüşmesi için müzakerelere başlanmasından geçiyor.


#Ekonomi
#Çin
#üretim