Ders: YEŞİL Konu: VATAN

04:002/09/2025, Salı
G: 2/09/2025, Salı
Yeni Şafak
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Doğada yapılan etkinlikler öğrenmeyi ve akademik başarıyı dışarıdan destekler ve zenginleştirir. MEB yeni müfredatta doğa içerikli derslerin “sadece sınıf ortamında işlenmeyerek okul bahçesinin ve yakın çevresindeki okul dışı öğrenme ortamlarında da yapılması gerektiği” vurgusunu yaparak alandaki öğretmenlere aslında birçok uygulamalı etkinlik yapma fırsatı sunmuştur.

Recep Tezgel / Sosyolog

Milli Eğitim Bakanlığı, 2025-2026 eğitim-öğretim yılının ilk haftasında “Yeşil Vatan” temasıyla orman sevgisi ve çevre bilinci odaklı etkinlikler düzenleyecek. Bakanlıktan yapılan açıklamada: Tarım ve Orman Bakanlığı ile iş birliği içerisinde sadece teorik bilgilendirme değil, öğrencilerin doğayla aktif bir ilişki kurmalarını da sağlayacak uygulamalı çalışmalar planlanıyor. Bu son derece önemli ve yerinde bir karar, iklim krizine çözüm için uluslararası alanda gittikçe taraftar bulan “doğa merkezli eğitim yatırımı” paradigması ile uyuşmaktadır. Birleşmiş Milletlerin 2023 yılında yayınladığı, Eğitim ve İklim Değişikliği Ortak Gündemine İlişkin Bildirisi’ndeki ifade ile “küresel ölçekte yaşadığımız krizleri hafifletmenin önemli bir aracı olarak yeşillenen okullar, yeşillenen müfredat, yeşillenen öğretmenlere” ihtiyacımız vardır.” Yine Gıda ve Tarım Örgütü, FAO’ya göre doğayı korumak ve iklim değişikliğine uyum sağlamak için okullarda yapılacak eğitim çalışmaları sayesinde günlük alışkanlıklarımızı değiştirip basit kararlar vererek bu kötü gidişat ile mücadele edebiliriz.

DERSLER SANAYİLEŞİNCE MÜFREDATTA DOĞAYA YER KALMADI

Günümüzde, tüm dünyada ders müfredatları; genel olarak akademik başarıyı ve yaşamın gerçeklerini merkeze alarak oluşturuldukları iddiasına sahiptirler. Öğrencilerin “yüksek faydasını” gözettiği iddia eden bu anlayış kimi zaman insan doğasının yaratılışında var olan bazı ihtiyaç ve moral değerleri göz ardı edebilmektedir. Göz ardı edilen bu değerlerden biri öğrencinin en büyük hazinesi olan hevesini, ilgi ve merak duygusunu destekleyen “doğa”dır. Richard Louv’un ifadesiyle: Dersleri o derece sanayileştirdik ki müfredatta doğaya yer kalmadı.

Doğa/eğitim ilişkisi sadece günümüzde tartışılan bir konu değildir. Batı’da 18. yüzyıldan itibaren “ana akım” okullara tepki olarak “doğa merkezli” eğitim anlayışı ortaya çıkmıştır. Ana akım okulları, modernizmin ilkeleri çerçevesinde kurulan standart, senkronize ve tek tip eğitimi temsil eden kurumlardı. Ana akım okullar, eğitime yönelik tek yönlü bakış açılarıyla tüm bireylerin aynı eğitim süreçlerinden faydalanacağını öne sürmekte, bu tür okullarda ‘yüksek kaliteli ürünlere’ yönelik bir gurur bulunmaktaydı. Bu ürünler okulun en önemli mekânlarında sergilenirken düşük başarıya sahip olan öğrenciler gözlerden saklanmaya çalışılmakta ya da kendilerine daha ‘uygun’ bir okul bulmaları için yönlendirilmekteydiler.

Böylesi bir eğitim anlayışına karşı çıkan Rousseau, Basedow, Salzman gibi düşünürler sınıf dışı doğa eğitiminin felsefi temellerini ortaya koymuşlardır. Bu düşünürlerden Rousseau, aklen nakıs ama doğa ve çevresiyle barışık noble savage yani “asil yabani” tipolojisini romantize ettiği kült eseri Emile’de çocukların şehirlerin kirli ortamı yerine doğada yetiştirilmeleri gerektiğini savunur. Rousseau’ya göre çocuk iyi yaratılmış bir şekilde doğar ancak zamanla (doğaya yapılanlar gibi) insanlar tarafından bozulur.

“Yaratan’ın var ettiği şekliyle her şey iyidir: her şey insanların elinde bozulur. İnsan bir toprağı başka bir toprağın ürünlerini beslemeye zorlar; bir ağacı başka bir ağacın meyvelerini taşımaya zorlar. İklimleri, ürünleri, mevsimleri birleştirir ve karıştırır. Köpeğini, atını, kölesini satar. Her şeyi altüst eder, her şeyi değiştirir: biçimsizliği, ucubeleri sever.”

REKLAMLARDAKİ MOR İNEKLERİN YAŞADIĞINA İNANAN NESİL

Okulun ilk haftasında yapılacak etkinlikler aslında minik bir hayat öpücüğü gibi olacaktır. Yüzyılımızın doğayla temas anlamında şanssız olan çocuklarına, doğanın onlara kazandıracağı tüm güzellikleri göstermek bir zorunluluktur. Scottt D. Samson, bu zorunluluğu çocuklara doğa vitamininin günlük dozda verilmesi şeklinde formüle etmiştir. Günümüzde çocukların doğadan kopma süreci hızla ve artarak devam etmektedir. Çocuklar zaman kıtlığı, çok fazla cihaz ve çok fazla dikkat dağıtıcı unsur içinde etrafta koşturuyor, oyun oynamak için birçok olumlu fırsatı içinde barındıran doğa yerine elektronik cihazlarını çalıştırabilecekleri bir elektrik prizine mümkün olan en yakın yeri arıyorlar. Montessori’nin ifadesi ile kendimizi doğadan kopararak gönüllü tutsaklara çevirdik ve sonunda zindanlarımızı sevmeye ve çocuklarımızı da bu zindana tıkmaya başladık. Artık modern kent yaşamında çocukların doğa algıları, çoğunlukla parklarda elde etikleri sınırlı tecrübe ve gözlemlere dayalıdır. Bazı bilim insanları bu durumu, doğa yoksunluğu sendromu (nature deficit disorder) olarak tanımlarlar. Çocuklar domatesin market raflarına fabrikada üretilip geldiğini, reklamlarda yer alan mor ineklerin var olduğunu sanmaktalar. Fransa’da bir ilkokul öğretmeninin aktardığı deneyim bu genel yaklaşımın vardığı ‘uç’ durumlardan birini sergiler: Öğretmenleri, 1. sınıf öğrencilerinden resim yapmalarını ister. Konu bulmakta zorlandıklarını görünce de “Bir balık resmi yapın.” der. Bir süre sonra, çocuklardan birinin önündeki kâğıda bir dikdörtgen konserve kutusunun resmini yaptığını görür. Öğretmen ne denli şaşkınsa çocuk da o denli kendinden emindir.

TÜRKİYE YÜZYILI MAARİF MODELİNE UYUMLU BAŞLANGIÇ

Maarif Modelinin yol haritası niteliğindeki “Programlarının Erdem / Değer / Eylem Çerçevesi” başlığında doğa ve iklim krizine çok önemli göndermelerde bulunulmuştur:

“Çevre sorunlarına yol açabilecek davranışlardan kaçınır. Temiz enerji kaynaklarının kullanımını önemser. Çevresel sürdürülebilirliğin sağlanabilmesi için atık yönetimini önemser. Tüketim tercihlerini sürdürülebilirliğe katkıda bulunacak şekilde yapar. Tüm canlıların haklarını korur. Çevresinde yaşayan canlı türlerini tanımaya istekli olur. Çevresini korumak ve güzelleştirmek için girişimlerde bulunur.”

“Doğayı korumaya önem verir. Doğadaki tüm canlıların yaşam haklarını savunur. Hayvanlara karşı duyarlı olur. İnsan ve diğer canlılara yardım etmekten mutluluk duyar. Doğal yaşamı korumaya ve zenginleştirmeye yönelik etkinliklere gönüllü olarak katılır.”

Öğretim programlarının içeriğinde doğa ve iklim krizine yer verilmiştir. Bu çerçevede bir noktaya değinmekte fayda buluyoruz. Yeni hazırlanan “Okul Öncesi” öğretim programı içeriği ve etkinlikleri ile örnek bir “doğa eğitimi” perspektifini yansıtmaktadır.

Programda; “Çocuklar, iklim değişikliği, kirlilik, doğal kaynakların tükenmesi gibi mevcut sorunları inceleyerek, bu sorunların gelecekte nasıl etkiler yaratabileceğini öngörürler. Bu süreç, çocukların analitik düşünme yeteneklerini ve çevresel farkındalıklarını artırır, aynı zamanda problem çözme ve kritik düşünme becerilerini destekler.” ifadeleri yer almıştır. Rachel Carson’nun belirttiği gibi, erken çocukluk yılları âdeta toprağı hazırlama zamanı gibidir ve bu evrede bilinmeyenin heyecanından yola çıkarak; sempati, hayranlık, ve sevgi gibi duyguları geliştirerek çocuk ile doğal dünya arasında empati kurulması sağlanmalıdır. Ana sınıfı evresinde çocuklarımıza kazandırılacak beceriler, yetişkin olduklarında doğaya karşı olumlu tutum ve değerlere sahip olmaları ve doğa ile güçlü bir duygusal bağ kurmalarını sağlayacaktır.

YAŞAYARAK ÖĞRENMEK

Bakanlık açıklamasında, ilk hafta yapılacak etkinliklerin sadece teorik bir bilgilendirme değil, öğrencilerin doğayla aktif bir ilişki kurmasını sağlayacak uygulamalı çalışmalar şeklinde planlandığı ifade edilmiştir. Bu yaklaşım gayet yerinde bir karardır. Açık hava ve doğada yapılan etkinlikler öğrenmeyi ve akademik başarıyı dışardan destekler ve zenginleştirir. MEB yeni müfredatta doğa içerikli derslerin “sadece sınıf ortamında işlenmeyerek okul bahçesinin ve yakın çevresindeki okul dışı öğrenme ortamlarında da yapılması gerektiği” vurgusunu yaparak alandaki öğretmenlere aslında birçok uygulamalı etkinlik yapma fırsatı sunmuştur.

Naturalist yazar ve ilk çevrecilerden Henri David Thoreau; “Dışarıda ne kadar çok kalırsak düşüncelerimizde de o kadar fazla hava ve gün ışığı olacaktır.” der. Orta Çağ’ın ünlü doğa bilimcisi Roger Bacon’un üstatların üstadı olarak takdir ettiği Cabir Bin Hayyan, doğayı anlamak için uygulamalı yöntemlerin kullanılmasını ilk savunanlardandır. Cabir, Muhtâru Resâ’ili kitabını tanıtırken “Bu kitapta, duyduklarımızı, bize söylenenleri yahut okuduklarımızı değil ancak tecrübe ettikten sonra gözlediğimiz şeylerin özelliklerini zikrettik.” ifadesi ile deneysel metodun önemini ortaya koymuştur. Yukarıda söz ettiğimiz muhteşem eseri Emile’de Rousseau; “Yaşamak, Emile’e öğreteceğim meslektir” sözüyle yaşayarak öğrenmeyi çok iyi bir şekilde özetlemiştir. Rousseau’ya göre ilk öğretmenlerimiz ellerimiz, gözlerimiz ve ayaklarımızdır:

“Eğer bir çocuk, çocukluğunda kurbağa, yengeç gördüyse, bir kaplumbağa yavrusunu eline alıp onun kabuğuna çekilişini izlediyse, bir su yılanının suyun üzerinde tuttuğu küçücük başını gördüyse ve hepsinden önemlisi, tabiatın yalnızca bize ait olmadığı zihninin bir köşesine yerleştiyse, ileriki hayatında daha cesur ve kendinden emin olacağı muhakkaktır.”

DARÜLEYTAM ÖRNEĞİ

Bizim eğitim tarihimizde birçok uygulamalı örnek vardır. Sultan II. Abdülhamid döneminde ilköğretimden yükseköğretime kadar her seviyede öğrenciler mayıs ayının son haftasında İstanbul’un mesire yeri olan Kâğıthane çayırlığında buluşurlardı. Burada öğrencilerin hazırladığı gösteriler izlenir, doğal ortamda bir gün geçirmeleri amaçlanırdı. Montessori’den etkilenen Satı Bey’e göre; İnsan, gözü ile görmediği şeyleri tarif ve tasvir üzerine tasavvur ve tahlil edebilir; bu nedenle çocukları arada sırada kasabanın nazretli mevkilerine götürmeli, kırlara çıkarmalı, oralardan etraftaki dağlara, vadilere, ovalara, nehirlere, göllere, burunlara, adalara, köylere…. Velhasıl bütün coğrafi unsurlara dikkat ettirilmelidir.

Osmanlı Devleti’nde öncelikle şehit çocukları başta olmak üzere Balkan Savaşı’ndan sonra kimsesiz kalan çocuklar için 1915 yılında “Darüleytam” adlı okullar kurulmuştur. Darüleytamlardaki eğitim; meslek, doğa ve tarımsal faaliyetler üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu okullarda kuramsal eğitim, mart başında bitiyor ve bu tarihten sonra öğrenciler tarlalarda ekim dikim ve hayvancılık gibi işlerle uğraşıyorlardı Cumhuriyet sonrası eğitim sisteminin planlanması için Türkiye’ye davet edilen ünlü eğitim bilimci John Dewey, hazırladığı “Türkiye Maarifi Hakkında Rapor” adlı çalışmasında, Darüleytamların içerdiği eğitim modelini örnek bir model olarak görmüştür.




#Doğa
#Aktüel
#Toplum