
İsrail’in saldırgan tutumunun provoke edilmemesi adına, bölgedeki rejimler Filistin yanlısı muhalefete karşı iç politikada sert önlemler alıyor. Muhalefetin Filistin halkıyla kurduğu en küçük sembolik dayanışma dahi, İsrail saldırganlığına “meşruiyet” üretme riski taşıdığı düşüncesiyle bastırılıyor.
İsrail, 7 Ekim olaylarını bahane ederek, “revizyonist” devlet refleksiyle yayılmacı bir dış politika izlemeye başladı. Başta ABD olmak üzere küresel güçlerin bu revizyonist politikaya verdikleri doğrudan ve dolaylı destek, bölgede İsrail’i sınırlayacak/dengeleyecek bir aktörün yokluğu İsrail’in “yayılma güzergâhı”nda yer alan ülkelerde ciddi güvenlik endişelerine yol açıyor. Tel Aviv yönetiminin artan bir pervasızlıkla, çeşitli gerekçeler öne sürerek bölge ülkelerine yönelik saldırıları, İsrail ile coğrafi ve demografik yakınlık içinde bulunan ülkeleri olası saldırılardan korunmak amacıyla alternatif güvenlik arayışlarına yöneltiyor. Bu eğilimin son örneği Ürdün oldu.
Nüfusunun yaklaşık üçte ikisini Filistinlilerin oluşturduğu Ürdün’de, en büyük muhalefet bloku olan Müslüman Kardeşler sistemle uyumlu ve şiddetten uzak bir muhalefet profili çizerken, son dönemde devletin artan baskı politikalarının hedefi hâline geldi. Yasadışı ilan edilen Müslüman Kardeşler’in tüm ofisleri kapatıldı ve mal varlıklarına el konuldu.
İÇ GÜVENLİK KONSOLİDASYONU
Orta Doğu, yönetilenlerle yönetenler arasında derin meşruiyet krizi yaşanan, zayıf, kırılgan ya da çökmüş devlet yapılarına sıkça rastlanan bir bölge olarak öne çıkıyor. Genel bir otoriterleşme eğiliminin hâkim olduğu bu yapısal konjonktürde rejime yönelik en küçük muhalif bir tutum dahi meşru görülmüyor ve muhalefet hareketleri ağır güvenlik önlemleriyle bastırılıyor.
Soğuk Savaş sonrası dönemde demokrasi ve insan haklarını teşvik eden politikaların, yalnızca Orta Doğu’da değil, küresel düzeyde de istikrar ve güvenliğe katkı sağlayacağı yönünde güçlü bir uluslararası inanç ortaya çıkmıştı. Bu çerçevede Arap Baharı, bölge halklarının özgürlük, eşitlik ve adalet taleplerine dayalı bir dönüşüm süreci olarak büyük umutlara yol açmıştı. Ancak günümüzde ortaya çıkan tablo, bu beklentilerle taban tabana zıt bir yönelim sergiliyor.
Yapısal bir otoriterleşme eğilimi sebebiyle zaten baskı altında olan muhalefet hareketleri, 7 Ekim sonrası süreçte yeni ve daha yoğun bir baskı dalgası ile karşı karşıya kalıyor. Çoğu Orta Doğu ülkesinde, iktidardan memnun olmayan, silaha başvurmaksızın fikirlerini ifade etmek isteyen ve hatta sistemle uyumlu kalmaya özen gösteren yapılar dahi güvenlikçi politikaların hedefi hâline geliyor.
Yeni dönemde bu yaşananlar, İsrail’in “revizyonist” stratejilerinin yarattığı tehdide karşı bir tür “iç güvenlik konsolidasyonu” süreci olarak okunmalıdır. İsrail’in saldırgan tutumunun provoke edilmemesi adına, bölgedeki rejimler doğal olarak Filistin yanlısı olan muhalefete karşı iç politikada sert önlemler alıyor. Muhalefetin Filistin halkıyla kurduğu en küçük sembolik dayanışma dahi, İsrail tarafından sınır ötesi saldırganlığa zemin hazırlayabilecek “meşruiyet” üretme riski taşıdığı düşüncesiyle bastırılıyor. Böylece bölgedeki rejimler, dış tehditlere karşı kendilerini koruma gerekçesiyle içeride siyasal alanı daraltıyor ve otoriter yapıları daha da tahkim ediyor.
HEDEFTE MÜSLÜMAN KARDEŞLER VAR
Ürdün’deki Müslüman Kardeşler Hareket’i, Orta Doğu genelinde mevcut siyasi sistemle en uyumlu muhalefet bloklarından biri olarak öne çıkıyor. Arap Baharı sürecinde bölgeyi sarsan geniş çaplı sokak eylemleri ve rejim karşıtı isyanlara rağmen, Hareket, rejimle doğrudan bir çatışmaya girmek bir yana temkinli bir duruş sergileyerek rejimle uyumlu bir muhalefet çizgisi benimsedi.
Hareket’in bu temkinli duruşu 7 Ekim sonrasında da önemli ölçüde devam etti. Ülke nüfusunun önemli bir kısmının Filistin kökenlilerden oluşması, İsrail ile uzun ve geçirgen bir sınırın varlığı ve İsrail’in Batı Şeria’da Filistinlilere yönelik artan baskılarının Ürdün toplumunda güçlü bir şekilde yankı bulmasına rağmen, Hareket bu tür gelişmeleri sisteme karşı bir direnişe dönüştürmekten kaçındı. Siyasete kurumsal katılım yolunu tercih eden Hareket, siyasi kanadı olan İslami Eylem Cephesi aracılığıyla seçimlere katıldı ve son seçimlerde oy oranını artırarak ülkenin en büyük muhalefet bloku hâline gelmeyi başardı.
Ancak tüm bu sistem içi duruşuna rağmen, Hareket, 7 Ekim 2023 sonrası Ürdün rejiminin artan baskı politikalarının odağı hâline gelmekten kurtulamadı. Bu durumun arka planında, İsrail’in son yıllarda giderek daha açık bir şekilde benimsediği revizyonist siyasetin yer aldığını söyleyebiliriz. İsrail’in bölgedeki statükoyu zorlayan saldırgan politikaları, yalnızca hedef alınan devletlerde değil, coğrafi ve demografik olarak İsrail’e yakın tüm devletlerde bir güvenlik endişesini tetikliyor. Ürdün ise hem nüfus yapısı hem de coğrafi konumu itibarıyla bu güvenlik kaygılarından doğrudan etkilenen ülkelerin başında geliyor.
BÖLGESEL OTORİTERLEŞME ARTIYOR
İsrail’in Batı Şeria’daki yerleşim politikaları, askeri operasyonları ve Filistinli sivillere uyguladığı soykırım Ürdün toplumunda derin bir infial yaratıyor, bu tepki doğal olarak toplumun Filistin’le en güçlü organik bağa sahip siyasal temsilcisi olan Müslüman Kardeşler’in çevresinde şekilleniyor. Ürdün devleti ise, bu dinamiklerin İsrail tarafından potansiyel bir tehdit ya da provokasyon olarak değerlendirilmesinden çekindiği için iç muhalefetin Filistin yanlısı söylemlerini dış politik bir risk unsuru olarak çerçevelendiriyor. Bu nedenle, Müslüman Kardeşler gibi sistemle entegre olmuş bir yapının dahi kontrol altına alınması ya da etkisizleştirilmesi, Ürdün yönetimi açısından güvenlik öncelikli bir zorunluluk olarak değerlendiriliyor.
Ürdün örneği, İsrail’in bölgesel revizyonizminin yalnızca sınır ötesi değil, komşu ülkelerin iç siyasetinde de ciddi bir daralmayı tetiklediğini ortaya koyuyor. İç politikada siyasal alanın daraltılmasının, yalnızca rejim muhaliflerini değil, uzun yıllardır sistemle uyum içinde hareket eden yapıları da hedef alması bölgedeki otoriterleşme eğiliminin yeni bir aşamaya geçtiğini gösteriyor.