Körfez ülkeleri, hidrokarbon ticaretinden sağladıkları gelirleri iki temel amaç için kullanmaktadırlar; fiili güvenlik garantileri elde edebilmek ve karlı yatırım fırsatları kovalamak. Bu yüzden Körfez ülkeleri küresel ölçekte ABD ve Avrupa’da, bölgesel ölçekte ise Mısır ve Pakistan gibi ülkelerde en önemli yatırımcı olmuştur. Ancak uzun yıllardır Körfez fonlarının adresi olan bu ülkelerin Körfez güvenliğinde kendilerinden beklenen etkiyi gösterememesi ve Körfez ülkelerinin ekonomik karlılık anlamındaki beklentilerini karşılayamaması Körfez fonlarını yeni arayışlara itmiştir.
Son dönemde Körfez ülkeleri kaynaklı sermaye gruplarının veya kamu fonlarının alternatif yatırım bölgeleri arayışında önemli bir ivmelenme ile karşı karşıya kaldık. Geçmişte küresel ölçekteki yatırımlarını ABD’ye bölgesel ölçekteki yatırımlarını ise Mısır ve Pakistan gibi ülkelere yönlendiren Körfez ülkeleri bugün Rusya ve Çin gibi küresel, Türkiye ve Hindistan gibi bölgesel aktörlere kaydırma eğilimindeler.
Küresel hidrokarbon rezervlerinin önemli bir kısmına sahip olan Körfez ülkeleri hidrokarbon ticaretinden önemli miktarda gelir elde etmektedir. II. Dünya Savaşı sonrası başlayan hidrokarbon ticareti sayesinde Kuveyt, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan gibi Körfez ülkeleri çok büyük ekonomik imkânlara kavuştular. Söz konusu dört ülkenin günümüzdeki ekonomik büyüklüğü iki trilyon doları aşmaktadır. Genişleyen ekonomik imkânlarına rağmen sayılan ülkeler kendi ulusal güvenliklerini sağlayabilecek, içeriden ve dışarıdan gelen tehditleri caydırabilecek etkili bir güvenlik sektörü inşa etmekte başarısız oldular.
Ekonomi alanında elde edilen başarılara rağmen kapatılamayan güvenlik açıkları bölge dışındaki küresel ve bölgesel bazı aktörleri Körfez güvenliğinde vazgeçilmez kılmaya başladı. Küresel ölçekte ABD’nin bölgesel ölçekte ise Mısır ve Pakistan’ın fiili güvenlik garantilerini elde etmek için hidrokarbon kaynaklarından elde edilen gelirler önemli bir işlev görmektedir. Bu politikaya kısaca “çek defteri” politikası denilmektedir. Askeri olarak “cüce” fakat ekonomik olarak “dev” olan Körfez ülkeleri kendi güvenliklerini sağlamak için çek defteri politikasını etkili bir araç olarak kullanmışlardır.
Körfez ülkelerinin yaptıkları yatırımlarda öncelik güvenlik olsa da ekonomik fayda ve karlılık da önemli bir faktör olarak durmaktadır. ABD’nin özellikle 11 Eylül sonrası dönemde Körfez kaynaklı yatırımlara el koyma girişimi ve Körfez’in bölgedeki en önemli müttefiki olan Mısır ve Pakistan’ın içinde bulunduğu ekonomik koşullar karlılık motivasyonu olan Körfez fonlarının arayışlarını derinleştirmiştir.
2000’li yılların başlarından itibaren yaşanan gelişmeler Körfez ülkelerinin çek defteri kullanarak inşa ettiği fiili güvenlik garantilerinin geçerliliğinin sorgulanmasına yol açtı. 2003 yılındaki ABD işgalini takip eden süreçte Irak’ın ABD eliyle İran nüfuzuna terk edilmesi, Arap Baharı sürecinde Mısır, Bahreyn, Yemen gibi Körfez güvenliği açısından kritik ülkelerde yaşanan krizlerde ABD’nin Körfez ülkelerinin güvenlik hassasiyetlerine duyarsız kalması ABD-Körfez ilişkilerinde gerilime yol açtı.
Benzer şekilde uzun yıllar Körfez ülkelerinin İran’ı dengelemek için yatırım yaptığı Pakistan ve Mısır’ın İran “tehdidi” karşısında işlevsiz kalması Körfez ülkelerinde ciddi bir endişeye yol açtı. Çünkü ne Pakistan ne de Mısır, Körfez güvenliği için hayati bir alan olan Levant bölgesi ve Yemen’de genişleyen İran nüfuzunu dengelemek için Körfez’in beklediği çabayı göstermedi.
Küresel bir aktör olan ABD’nin zayıflayan fiili güvenlik garantilerine ilaveten Mısır ve Pakistan’ın Körfez güvenliğinde inisiyatif alma konusunda gösterdikleri isteksizlik Körfez ülkelerini yeni güvenlik arayışlarına sevk etti. Temel gayesi fiili güvenlik garantileri elde etmek olan Körfez ülkeleri geleneksel müttefiklerinden elde etmekte zorlandıkları güvenlik garantilerini Rusya, Çin, Hindistan ve Türkiye gibi alternatiflerden sağlamaya yöneldiler.
İlk olarak; her ne kadar geçtiğimiz mart ayında Çin’in arabuluculuğunda bir İran-Suudi uzlaşısı sağlansa da İran bölge ülkeleri için en önemli tehdit olamaya devam etmektedir. Çünkü iki aktör arasındaki rekabet ve düşmanlık kolay kolay aşılamayacak kadar köklüdür. Dolayısıyla Körfez ülkelerinin İran’ı dengelemek için Türkiye’nin yakın iş birliğine ihtiyacı bulunmaktır. Körfez ülkeleri özellikle de Suudi Arabistan geçmişte Mısır ve Pakistan’ın İran’ı dengeleme konusunda oynadığı rolün bir benzerini Türkiye’den beklemektedirler.
Güvenlik açısından ikinci sorun Suriye, Irak, Yemen ve Sudan gibi Körfez’in periferisinde oluşan istikrarsızlık ve çökmüş devlet sistemlerinin yol açtığı güç ve güvenlik boşluklarıdır. Türkiye-Körfez ilişkilerindeki bir yakınlaşma Körfezi saran bu istikrarsız devlet sistemlerinin Körfez’de yol açtığı tehdidin dengelenmesinde önemli katkılar sağlayabilir. Çünkü Türkiye hem jeopolitiğiyle hem de askeri/endüstriyel kapasitesiyle bölgenin en güçlü aktörüdür.
Ekonomik açıdan ise Körfez-Türkiye yakınlaşması Körfez ülkelerinin ekonomik kalkınma ve “Vizyon” politikalarının başarısına benzersiz katkılar sağlayacaktır. Bölge ülkeleri son dönemde büyük bütçeli ekonomik dönüşüm projeleri açıkladılar. Kuveyt’in “Vizyon 2035” Katar ve Suudi Arabistan’ın “Vizyon 2030” politikası büyük çaplı yatırım projeleri içermektedir. Türkiye sahip olduğu beşeri sermaye ve teknolojik avantajlar ile bölge ülkelerinin “Vizyon” projesinin başarısına benzersiz katkılar sağlayacaktır.