
Hem felsefi hem manevi temelleri olan mutedil hayat anlayışı, çağımızın ölçüsüzlüklerine karşı bir denge ve direnç zemini sunmaktadır. Bu nedenle, ne hızlı ne de yavaş; mutedil olmak, insan için yalnızca ahlaki bir seçenek değil, aynı zamanda zihinsel ve bedensel bir özgürleşme imkânıdır.
Türkeli Eğitim ve Kültür Günleri vesilesiyle gittiğimiz Sinop’ta yazar ve şair dostlarımızla sahil ve deniz turu yaparken sohbet bir ara uzaklardan görünen Gerze üzerine yoğunlaştı. Gerze, Sinop’un en güzel ilçelerinden biridir. Pek çok kişinin hayalinde olan “Emekli olunca bir sahil kasabasına yerleşmek lazım” sözünün karşılığı kesinlikle Gerze gibi bir yerdir. Bu güzel ilçemizin özelliklerinden bahsedilirken cittaslow unvanından da söz edildi. Cittaslow ifadesi, Türkçeye “yavaş şehir” olarak tercüme ediliyor. Sonrasında Ali Ural, Hüseyin Akın, Bestami Yazgan, Salih Zengin, Yasin Şahin ve diğer dostlarımızla şehrin ‘yavaşlığı’ ve ‘hızlılığı’ üzerine konuştuk. Orada paylaştığım ve uzun süredir sohbet ortamlarında anlattığım bir yaklaşımımı yazıya dökmek istedim.
ÖNCE HIZLI, SONRA YAVAŞ PAZARLAMASI
Kapitalist modernite, insanın ekonomik ilişkilerinin yanı sıra zamanla ve mekânla bağını da yeniden kurguladı. Zaman artık nötr bir akış değil, üretimle ölçülen ve verimlilikle değerlendirilen bir sermaye biçimidir. Bu dönüşüm, beraberinde “hız” davranışını getirmiştir. Hız, ilerleme, başarı, rekabet, değişim ve gelişmişliğin göstergesi olarak meşrulaştırılmış, buna ayak uyduramayanlar sistem dışına itilmeye başlanmıştır.
Son bir iki asırdır hız, hem teknolojik gelişmelerin hem de kültürel pratiklerin merkezine yerleşerek ideolojik bir form haline gelmiştir. Hızlanmayı müzikten sanata, edebiyattan eğitime, ilişkilerden evliliğe, alışverişten yemeğe, ulaşımdan şehirleşmeye, yayıncılıktan pazarlamaya kadar her alanda yaşadık. Bu süreçte onlarca kavram türedi. Fast music, TikTok sound, pop-up sergi, fast food, grab and go, take away, smart city – akıllı şehir, hızlı tren, fast dating, fast fashion, hızlı okuma gibi ifadeler ilk anda aklımıza gelenlerden bazılarıdır. Burada saydığım ve hızlı yaşamı anlatan her kavram, Kapitalizmin “daha çok tüketmelisin” talimatının toplumda bir kültüre dönüştüğünü göstermektedir.
Hız, modern dünyanın kimliğini biçimlendiren bir unsur haline gelirken ciddi bedeller de doğurmuştur: Yabancılaşma, tükenmişlik, anlamsızlık, aidiyet yitimi, yetişemeyiş gibi olumsuzluklar bunların başında gelir.
Hızın tetiklediği sorunlar, 21. yüzyılda “slow” akımını doğurdu. Yavaş hareket (slow movement), yavaş şehir (Cittaslow), yavaş yemek (slow food), yavaş yaşam (slow living) gibi söylemlerin, kapitalist modernliğe bir tepki olarak ortaya çıktığı düşünülmektedir. Hatta “sakin şehir” veya “yavaş şehir” modelleri zaman zaman kapitalist karşıtlığı veya popüler modernliğe direniş vazifesi de görmektedir. Bu akımların, insanın bin yıllardır süregelen doğal yaşam formu olduğu inancı da hayli yaygındır. Bir tercih durumunda ben de yavaş ve hızlı iki şehirden yavaş olanı tercih ederim.
Ancak dikkatlice baktığımızda görürüz ki, bu eğilimler felsefi veya dini bir itiraz ya da gerçek bir alternatif olmaktan uzak biçimde bir “yaşam tarzı ürünü” olarak piyasa dinamiklerinin içine eklemlenmiştir. Dolayısıyla hızın karşıtı gibi sunulan yavaşlık, aynı sistemin yeni ürünüdür. Daha açık ifadeyle Kapitalizm dün hız satarken bugün yavaşlık satmaktadır. Daha iyi niyetli yaklaşımla şunu da diyebiliriz: “Sakin şehir” veya “yavaş şehir” aslında başlarda güçlü bir itiraz olmasına rağmen hızlı biçimde Kapitalist tüketim kültürünün ürününe dönüşmektedir.
Bu aşamada farklı bir yol ayrımına ihtiyacımız var. Mesele sadece hız ve yavaşlık arasında bir tercih yapmak değildir. Asıl mesele, zamanla kurulan ilişkinin mahiyetini yeniden düşünmektir. İnsanı temelde tanımlayan iki dinamikten biri zaman olduğuna göre insanın “zaman” ile ilişkisini doğru yorumlamamız ve kurgulamamız gerekir. İnsan, yaratıcının aksine zaman ve mekânla kısıtlıdır, tanımlıdır. İnsan iradesi de zaman ve mekân dinamikleriyle şekillenir. Dolayısıyla insan, zaman ve mekânın varlığıdır.
HAKKINI ALAMAMIŞ HER ZERRE EVREN İÇİN SORUNDUR
Hem klasik felsefenin hem de İslam düşüncesinin sunduğu “itidal” ya da “mutedillik” kavramı, insan ve zaman bağlamı başta olmak üzere hayatın her alanında bize önemli bir açılım sağlar. İslam’da adalet yalnızca hukuki bir kavram değil, her şeyin yerli yerinde oluşunu ifade eden kozmik ve ahlaki bir dengedir. Kur’an, hadis ve sünnette sıkça adalet vurgusu yapılır. Adalet, Müslümanlar için yaşamın temel kuralıdır. Ayette geçen “Kûnû ümmeten vasatâ” ifadesi ise mutedil yaşamın sadece bireysel değil, toplumsal bir ideal olduğunu gösterir. Aristoteles’in öğretisine göre de erdem, aşırılıklar arasında bulunan “orta”dır. Cesaret, korkaklık ile deliliğin ortasındadır; cömertlik ise cimrilik ve savurganlık arasında bir dengedir. Benzer şekilde ifrat ve tefrit de iki uçta iki yanlıştır.
Mutedillik, yalnızca davranışsal bir tutum değil, aynı zamanda zamanla, çevreyle ve kendilikle kurulan ilişkinin ontolojik bir biçimidir. Bu tavır, tüketim kültürünün dikte ettiği hız ya da yavaşlık ekstremizmlerine teslim olmaksızın, bağlamın ve hikmetin gerektirdiği şekilde bir yaşamı önerir. Hızın sarhoşluğu ya da yavaşlığın nostaljisi değil; varoluşun ritmine uygun bir ölçülülük…
Dolayısıyla şehirlerimizi tüketici kültürü bağlamında ne yavaşlatmalıyız, ne de hızlandırmalıyız biz şehirlerimizi mutedilleştirmeliyiz. “Akıllılık” başta olmak üzere ihtiyaçları da bu mutedillik içinde üretmeliyiz.
Bu kapsamda namazın şartlarından biri olan tadili erkân üzerine de düşünmeliyiz. Tadili erkân, sadece namazla ilgili değil hayatın bütününde uygulamamız gereken bir prensiptir. Namazda her rüknün veya her aşamanın hakkını vermek anlamında olan tadili erkânı, hayatın geneli için her anın, her mekânın, her işin hakkını vermek olarak yorumlayabiliriz. Hakkını alamamış her zerre evren için sorundur.
ÖZGÜRLEŞME İMKANI
Kapitalizm ve ardından dijitalleşme, zamanla kurulan ilişkide hız üzerinden bir hegemonya oluşturmuş; buna tepki olarak gelişen yavaş yaşam ise çoğu zaman aynı düzenin başka bir yüzüne dönüşmüştür.
Bu ikiliğin ötesinde, hem felsefi hem manevi temelleri olan mutedil hayat anlayışı, çağımızın ölçüsüzlüklerine karşı bir denge ve direnç zemini sunmaktadır. Bu nedenle, ne hızlı ne de yavaş; mutedil olmak, insan için yalnızca ahlaki bir seçenek değil, aynı zamanda zihinsel ve bedensel bir özgürleşme imkânıdır. Elbette burada şehir bağlamında yazdıklarım tüm alanlara teşmil edilerek düşünülmelidir.
Gerze’ye gelince… Gerze eskiden hızlı bir şehir değildi, şimdi de yavaş şehir değil, dün de bugün de mutedil bir şehirdir.