Yazıma başlık olarak seçtiğim bu cümle kurulduğunda yıl 2013 idi. Geçen 10 yılda hem dünya büyük bir dönüşüm içine girdi hem de Türkiye, 21. yüzyılın sistemsel krizlerinin çözümünde başvuru merkezi oldu. Dünya “karantina” kavramıyla tanışırken “belirsizlik” adeta bu dönemin anahtar kelimesi haline geldi. “Kovid-19” denen virüsle mücadele ise birlikte hareket etmenin belki de daha önce hiç olmadığı kadar elzem olduğunu hatırlattı tüm insanlığa. İttifaklar şekil değiştirirken “belirsiz” tehditlerle mücadele de yeni bir bakış açısını getirdi.
Bütün bu değişimler içinde şaşırtıcı olansa Ukrayna, Soğuk Savaş ruhunu hatırlatan günler yaşadı. Nükleer kavramı kaldırıldığı yerden hiç beklenmedik bir anda çıkarılırken “nükleere sahip ülkeler” kategorisinin önemi bir kez daha ortaya çıktı. İşte Türkiye, 10 yıl öncesinde attığı adımın ne kadar hayati olduğunu gözler önüne serdi.
Pasifik Okyanusu, 21. yüzyılın büyük güç mücadelesi sahalarından biri olarak karşımıza çıkarken işin belki de kırılma noktası, Amerika Birleşik Devletleri’nin 40 yıl sonra Güney Kore’ye nükleer denizaltı göndermesidir. Ülkelerin caydırıcılık için Ukrayna meselesinde Rusya’nın “nükleer kartını” en başından masaya koymasında olduğu gibi bu olayda da kullanılması, “nükleer, bir güç ve güvenlik meselesidir” ifademi 10 yıl sonra bir kez daha doğrulamaktadır.
Bu noktada Türkiye’nin nükleer konusunda attığı adımın bu mücadelede ne kadar hayati olduğunu bir kez daha göstermiştir. Önce bölgesel ve sonrasında da küresel güç olma yolundaki bir ülkenin, bu güç mücadelesinin halen en ayrıştırıcı parametresinde adımlarını çoğaltması da yine göze çarpmaktadır. Kaldı ki çevresindeki ülkelerin nükleer kapasitesi ile ilgili belirsiz durumlar daha da artmaktadır…
‘Kavşak noktası’, ‘köprü’ gibi ifadelerden sonra “Orta Koridor” olarak tanımlanan coğrafyanın tam kalbinde yer alan bir ülkenin pek çok konuda olduğu gibi “Büyük Güç Mücadelesi” içinde kendini nerede konumlandıracağı büyük önem taşımaktadır. Tarih göstermektedir ki bu konumun gerektirdiği yaklaşım, “denge politikası” olarak tanımlanabilecek olan taraflarla ilişkiyi korurken ulusal çıkarlar doğrultusunda pragmatik iş birliğini sürdürmek, İkinci Dünya Savaşı döneminde olduğu gibi hem dramatik sonuçlarından korunmaya hem de Doğu atasözünde olduğu gibi krizdeki fırsatların değerlendirmesini sağlayabilir.
Diğer taraftan önemi giderek artacak bir coğrafyada bu rolü oynamanın gereklerini de yerine getirmek hayatidir. Dönemin kriz konularından olan enerji güvenliğinin sağlanması da en kritik başlıklarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’nin bu yönde son dönemde attığı kararlı adımların tasarlanması ise 2014 yılında düzenlenen Enerji Stratejisi Çalıştayı idi. Kamu-özel-sivil sektörün temsilcilerinin yer aldığı çalıştayda belirlenen hemen hemen her başlık, birer birer günümüze kadar gelen süreçte gerçekleştirilirken Türkiye’nin “Orta Koridor” diye adlandırılan coğrafyada lojistik merkez olmanın öncüllerinden olan “enerji merkezi” olma vizyonunu oluşturan bileşenlerinden olan “çeşitlendirme” stratejisiyle farklı yerel kaynaklardan arz güvenliğinin sağlanması hedefine nükleer ile önemli bir katkıda bulunmaktadır. Yakın dönemde Filyos’a getirilen, Karadeniz’de Sakarya Gaz Sahası’nda bulunan doğal gaz rezervi de ‘doğal gaz ticaret merkezi’ olma vizyonuna bir adım daha yaklaşılmasını sağlarken, nükleer santral ile bir adım daha ileriye hedefi taşıyarak “enerji merkezi” konumunu gerçekleştirmenin kilometre taşını oluşturmaktadır.
Bu noktada gündeme getirilen önemli unsurlardan bir tanesi ise Türkiye’nin, nükleer enerji teknolojilerinde çalışmalar yürüterek, çevresel etkiler üzerinde yeniliklere imza atma vizyonunu koyulması önem teşkil etmektedir. 21. yüzyılın iklim krizi temelli çalışmalarda karbon emisyonunu azaltıcı adımlarla birlikte enerji verimliliği de payını giderek artırırken bu noktada nükleerin kapasitesi ortadadır. Teknoloji üzerinde yapılacak çalışmalarla bunun da geliştirilmesi imkanının bulunması, karbon emisyonunun azaltılması çalışmasına önemli katkılarda bulunma potansiyeline sahiptir.
Dünyada belirsizliğin giderek arttığı dönemlerde güvenliği tehdit eden unsurlarla mücadele etmek de güçleşmektedir. Bu da güç kullanımında ‘orantılılık’ kısmında ‘belirsizlik’ durumunu getirebilir ki bu da aşırı güç kullanma veya güç kullanım tehdidini gündeme getirmektedir. Son dönemde nükleer tehdidin hiç olmadığı kadar sık dile getirilmesi güç skalasında nükleere sahip olan ülkelerin nasıl konumlandırıldığını bir kere daha hatırlatmaktadır. Türkiye’nin nükleer konusunda attığı Akkuyu adımı da bu açıdan önem taşırken, enerji-ekonomi-ulusal güvenlik ilişkisindeki ve ‘çeşitlendirme’ stratejisindeki rolüyle 2014 tarihli Enerji Stratejisi Çalıştayı çıktısı olan Milli Enerji ve Maden Politikası’nın gerçekleştirilen hedeflerinden biri olması da değerlendirmelerde dikkate alınarak, Türkiye’nin en büyük doğrudan yatırımı olma özelliğine katkıda bulunmaktadır.