Seni kim tutuyor?

04:0020/05/2025, Salı
G: 20/05/2025, Salı
Yeni Şafak
Fotoğraf: Arşiv
Fotoğraf: Arşiv

“Gökleri görebileceğiniz bir direk olmaksızın yükselten, sonra arşa istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah’tır; her biri belirlenmiş bir vakte kadar akıp gitmektedir. İşleri Allah düzenliyor; âyetleri de açıklıyor ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız.” (Ra’d,2)

Ahsen İlhan - Sanat Tarihçisi - Yazar

Elden, dilden ve Semavatı direksiz yükselten ilahi kudret, uzaydaki tüm kütleleri de emriyle dengede tutuyor. Kütle çekim kuvveti ile birbirine çekilen gök cisimleri bu sayede yörüngeye tutunuyor; ama merkezkaç kuvveti ile de birbirine çarpmaktan ya da düşmekten de korunuyor. İnsanın yerküre üzerinde dengede durabilmesi gibi… Yer denilen kütle insanı defalarca yere, toprağa doğru çekiyor. İnsan cismi, merkezi sinir sistemi, kasları, ayakları, hatta parmak uçları, ayaklardaki kavisler, duyu organları, denge merkezi iç kulak, omurilik ve daha bir dolu sensör, yerin bu amansız çekimine karşı gelmek, direnmek ve ayakta kalabilmek için mücadele ediyor. Yer kabuğuna basan ayakların uyguladığı kuvvet, yerden de zıt yönde bir kuvvetle dengeleniyor. Ve sonra insan, tüm bu sistemde kendini ayakta tutan kuvveti, kendinden kaynak alan hüküm zannediyor. Bu, benlik destekli bir yanılgı. Yeri ve gökleri emin kılan; ayakları ve yer üzerinde hareket eden canlıları da güvenilir bir yaşam döngüsünde tutuyor. Ve tüm bu tekrar eden hayatî döngü, tekerleğe bir çomak sokulması ile yerle bir olabilir.

Bunu zaten tıbbî olarak da gözlemliyor ya da deneyimliyoruz. Kan akışındaki bir bozulma, kalbin kasılmasındaki bir aksama ya da kanda oluşan bir pıhtı ile bütün melekeler de yerle bir olabiliyor. Kaslardan nöronlara, omurilikten duyu organlarına kadar sistemli bir iş birliği içinde gerçekleştirilen basit bir hareket, tek bir pıhtı yüzünden yerle yeksan olabiliyor. Anlaşılıyor ki; dengede durabilmek, gayreti gerektiren ama hükmün elimizde olmadığı bir yaratılış lütfu.


RABBİNİ BİLEN HADDİNİ BİLİR

Peki, kuvvetin ve ayakta duruşun hâkimi biz değilsek; hareket etmenin anlamı ne? Buna cevap verebilmek için evvela; kudreti kendinden bilenin hareketi ile İlahi kudreti bilerek hareket edenin farkını anlamak gerekiyor. Tıpkı dünyanın merkezine doğru yerçekimi ile çekilip duran kütlemizin, ayakta duruşa direnmesi gibi… Kendini bırakırsan da yer kabuğu barikatına takılıp dünyanın merkezine düşmeyeceksin ama ayakta da duramayacaksın. Demek ki kendini bırakmadan ayakta duruşa gayret gerekiyor. Kendimi bırakınca da merkeze kadar düşmeyeceksem gayrete ne gerek var dersen, yerin yüzeyinde bir hacim ihtiva etmekten öteye geçemeyecek, bir bitki kadar bile fayda vermeden ölümü bekleyeceksin. Kudreti kendinden bilir de ayakta duruşu ve dengeyi safi kendi kazanımın olarak görürsen; önüne çıkan ilk boşluğa düşmekten de kurtulamayacaksın. O hâlde çekime direnecek, ayakta durmak için var olan tüm organizma eklentilerini kullanacak, buna niyet ve gayret ruhunu da destekçi kılacak ama seni ayakta ve dengede tutan kudretin İlahi kudret olduğunu da hiçbir adımda unutmayacaksın.

Bu duruşta ve yol alışta senin katkın ne? İşte şimdi asıl murat edileni zihinlere usulca nakşetme zamanı! Seni ayakta tutan sistemde, yer yüzünden uzay boşluğuna, ayak uçlarından beynindeki motor korteksine kadar uzanan bir dolu faktör var. Ve her bir hareketin için, bu iletişimin senin haberin bile olmadan sağlanmasına, senden habersiz çalışıp duran hücrelerin biyokimyasal süreçlerine muhtaç olduğunu bilmek, seni yürümeye, yol almaya gayretsiz yapmayacak; yol alırken seni gözeten İlahî kudretin senden beklediği gayrete uygun bir yol haritası çizmeni sağlayacak.


HÜRMETLE YOL ALAN YOLDA KALMAZ

Şimdi bilimsel metaforlardan biraz daha göz hizasına inelim. Kudreti kendinden bilen önünde sonunda düşer ve hiçbir gayret göstermeyen hiçbir zaman doğrulamaz. İşte bu denge, bir tercih ya da keyfekeder bir akış değil, Allah-u Teala’nın mutlak ve kuşatıcı kader hükmü ile kullarına yüklediği sorumluluk ve gayret değerlerinin bir sonucu. Allah rızka kefil ama rızkı için gayret etmeyene o rızık, bereket ve huzur kaynağı olmuyor. Hiç kimse Allah’ın takdirinden başkasını elde edemez; ama ne de olsa Allah verir diye, halis bir niyetle, helalinden çalışmayana da ele geçenin manası olmuyor. Sadece madde ise arzulanan, Allah’ın rızkı geniş ve bol. Ama elde edilenin huzura, hidayete, bazen şifaya bazen neşeye vesile olabilmesi için, kadere imanla birlikte gayret ve emek gerekiyor. İşte bu ayakta duruşu tesis eden sistemle de örtüşen bir hikmet. Yerin çekim kuvveti seni zeminde tutuyor ve Allah’ın sana verdiği bedenî melekeler, ayakta durma niyetiyle aktif edildiğinde senin payına düşen gayret vuku buluyor. Şimdi yol alırken Rabbini bilen ruhunla, bastığın her metrekare sana bir şey fısıldıyor. Ezip geçmemek gerektiğini, helal-haram hududuna riayeti, yol alırken yıkmamayı, geçip gidilen yerlere fayda veren izler bırakmayı öğütlüyor. Çünkü artık ayakta duran biliyor ki; ayakların, yolun, zeminin ve bütün bunlar arasındaki örüntünün bir sahibi var. Sahibine hürmetle ve Sahibini bilerek yol alan yolda kalmaz.


#İslam
#Müslüman
#hayat