
Başlangıçtaki çekinceleri geride bırakarak 30 yılın sonunda çok önemli bir mesafe aldığımız Türk Devletleri ile birlikte sabırla, gayretle yürünecek uzun yolların başındayız. Bu yollardan biri de KKTC’dir. Bu uzun yol da şüphesiz bir gün birlikte aşılacaktır.
Bir süredir gerek Kıbrıs içerisinde Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) karşıtı girişimler gerekse KKTC içerisindeki bazı çevrelerin de Türkiye’yi hedef alan açıklamalarının da olduğu bir süreç gözlemleniyordu.
Geçtiğimiz günlerde; Türk Devletleri Teşkilatı’nın (TDT) üç önemli üyesi Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile diplomatik ilişki tesis edip büyükelçi atamıştı. Bu devletler, 4 Nisan’da Avrupa Birliği (AB) ile bir zirve gerçekleştirerek “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”nin kurulmasını kınayan ve devletlere tanımama çağrısı yapan BM Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararlarına bağlı kalacaklarını açıkladılar.
Türk Dünyasındaki bazı devletlerin Kıbrıs’ın içinin de kaynatılmaya çalışıldığı bir atmosfere tekabül eden bu siyasi adımları hem Türkiye kamuoyunda hem de KKTC kamuoyunda bir şaşkınlık ve polemik zemini ortaya çıkardı. Bir kesim tarafından kamuoyunda ve sosyal medyada Türk Dünyası içerisinde bir kırılma olduğu ve Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) sürecinin yara aldığı hususları gündeme getirildi.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tarafından 24 Nisan 2025 tarihinde basına yapılan açıklamada “Türk dünyası ile aramızı bozmak isteyenlerin manipülasyonları başarılı olmayacak. Türk dünyası bir bütün olarak Kıbrıs Türkünün yanında olmaya devam edecektir. Bu konudaki politikalarımızı sabırla sürdüreceğiz” ifadeleriyle konu değerlendirildi. Hakan Fidan’ın açıklamalarında da yer verdiği ifadelerin tarihsel arka planı hem meselenin hassasiyetini hem de gelecek projeksiyonunu ortaya koymaktadır.
HELE DURMA YÜRÜ SEN, DAHA YOLUN YARISI VAR
Fidan’ın açıklamaları bağlamında öncelikle odaklanılması gereken hususlardan birisi “Türk Dünyası ile aramızı bozmak isteyenlerin muvaffak olamayacakları” vurgusudur.
TDT süreci, 30 yılı aşkındır, taraf olan aktörlerin karşılıklı olarak birbirlerine anlayışla yaklaşmalarıyla, ilişkilerin ileri noktalara taşınmasında zamana olan ihtiyacın farkındalığını içeren sabırla, çözümü ve mesafe alınması daha kolay konulara öncelikle odaklanmak suretiyle ilmek ilmek işlenerek bu günlere getirilmiş bir süreçtir. TDT’nin kurulmuş olması elbette bir sürecin sonucudur. Ancak ilelebet sürecek süreçte alınacak mesafeler göz önüne alındığında, birlikte yürünecek uzun yollar bulunmaktadır. O meşhur şarkıda “Hele durma yürü sen, daha yolun yarısı var” sözleriyle belirtildiği gibi daha yolun önemli bir kısmı bulunmaktadır.
Bu günlere nasıl gelindiği ve sürecin nasıl ilmek ilmek işlendiğini görmek için TDT sürecinin başladığı ilk yılları, 30 yıl öncesini hatırlamak gerekmektedir. Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlık sürecine girdikleri dönemde Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 1 Eylül 1991’deki Meclis açılış konuşmasında, Türkiye’nin önüne 400-500 yılda gelebilecek bir fırsat çıktığını ifade etmiştir. Cumhuriyetler bağımsızlığını ilan etmeden önce Türkiye bu devletlerle temasa geçmeye başlamıştır. SSCB’den ayrılan tüm devletleri de tüm dünyada tanıyan ilk ülke Türkiye olmuştur.
İLMEK İLMEK İŞLENEN SÜREÇ
Bugün TDT olarak kurulmuş olan sürecin ilk toplantısı, ilk zirvesi 30-31 Ekim 1992 yılında Türkiye’nin ev sahipliğinde Ankara’da gerçekleştirilmiş ve Ankara Zirvesi olarak adlandırılmıştır. Bu ilk toplantıda merhum Özal; gümrük mevzuatları uyumlulaştırılması, bir serbest ticaret düzeni oluşturulmak suretiyle kişi, mal ve hizmetlerin serbest dolaşıma imkân sağlanması, ortak yatırım ve kalkınma bankası kurulması, ortak ulaşım ve telekomünikasyon ağlarının geliştirilmesi, Türk cumhuriyetlerinin doğal kaynaklarının Avrupa ve dünya pazarlarına sevkinde Türkiye’nin önemli bir güzergah olarak değerlendirilmesi, Türk Cumhuriyetlerinin dünya ekonomisine entegrasyonundaki konularda koordinasyon ve iş birliğinin geliştirilmesi gibi ekonomik ve ticari konuları gündeme getirmiştir. Türkiye’nin önerdiği salt siyasi meseleler olmayan daha ziyade ticari olan bu hususların dahi diğer Türk devletlerin çekincelerine bağlı olarak sonuç bildirgesine yansıtılması mümkün olamamıştır.
ENGELLER SABIRLA AŞILDI
Bununla birlikte Kırgız Lider Askar Akayev’in o günlerde gazetelerde de yer almış olan “Hedef AT gibi entegrasyon” ifadeleri dikkat çekmiştir. Ancak yolun başında bu noktada derin görüş ayrılıkları mevcuttur. Ancak Kazak lider Nazarbayev ilk beyannameyi imzalamaktan kaçınmış ve bu kaçınma gerekçesini de “Yüzyılların Kavşağı” isimli kendi kaleme aldığı eserinde kendisi izah etmiştir. Bağımsızlığın yeni kazanıldığı bu konjonktürde, Panturkizm hedeflerinin içerildiği, öngörülen işbirliklerinin pratikte uygulanmasının mümkün olmadığını ifade etmiştir. Ancak Nazarbayaev’in sürecin ilerlemesine yaptığı katkılar da yadsınamaz.
Nazarbayev’in yaklaşımı dil ve kültürden öte bir adımın o günün koşullarında mümkün olmadığını göstermektedir. İlk zirvenin ilk bildirisinde Türk Dili ortak payda olarak belirlenmiş, Türk dili konuşan devletlerin aralarındaki bağların güçlendirilmesinden bahsedilmiştir. Ekonomik siyasi ticari vb. konulara odaklanılmaktan kaçınılmış, Türk Dili ve Türk kültürü merkeze alınmıştır. Daha 1994 yılında Rusya bu toplantılardan duyduğu rahatsızlığı açıklamıştır.
Özbekistan lideri Kerimov da 1995 Bişkek Zirvesinde yaptığı konuşmada, bu zirvelerde siyasi birlik, entegrasyon gibi konular gündeme gelirse Özbekistan’ın toplantılara katılmayacağını belirtmiştir. Bütün zorluklarıyla ve çekinceleriyle birlikte süreç “Türk Dili Konuşan Devletler Zirvesi” başlığında ve ortak paydasında yürütülmüştür. Burada Türkiye başta olmak üzere tüm tarafların, sabır, anlayış ve gayreti vardır.
1992’de başlayan ve “Türk Dili Konuşan Devletler Zirveleri” 2009 yılında “Türk Konseyi / Türk Keneşi”ne dönüşmüştür. Bu 17 senede alınan çok önemli bir mesafedir. Türk Dili konuşan Devletler Zirvelerine katılan Özbekistan, 2009 yılında ilan edilen bu konseye üye olmayı tercih etmemiştir. 2019 yılındaki “KOBİ’lerin Desteklenmesi’ temasıyla gerçekleştirilen 7. Zirve’de, Özbekistan
Türk Konseyi’ne tam üye olarak katılmıştır.
BURADAN DÖNÜŞ YOK
Türk Konseyi’nin adı 2021 yılında İstanbul’da düzenlenen 8. Toplantısında “Türk Devletleri Teşkilatı” olarak değiştirilmiştir. Başlangıçtaki çekinceleri geride bırakarak 30 yılın sonunda çok önemli ve büyük mesafe alınmıştır. Bu projeksiyonla bakıldığında, daha birlikte sabırla, gayretle yürünecek uzun yolların başında olduğunu söylemek mümkündür. Bu noktadan sonra bu yoldan, gelinen noktadan geriye dönmeye ve kimsenin kazanımları kaybetmeye niyeti de yoktur. KKTC ile ilgili bu uzun yol da bir gün birlikte aşılacaktır.
KIBRIS TÜRK’TÜR
Türkiye’nin Kıbrıs davasında da ne aşamalardan geçerek bugünlere geldiğini hatırlamak gerekmektedir. Bu mesele de artık kimsenin geri döndürmesinin mümkün olmadığı bir noktaya gelmiştir. KKTC tarih ve dünya sahnesinde yerini almıştır. Emin adımlarla, sabırla ve Türkiye ile el ele yoluna devam etmektedir.
1950’li yılların başında Kıbrıslı Türklere yönelik şiddet olayları başladığında, 1953 yılında dönemin Başbakanı Fuat Köprülü “Türkiye’nin Kıbrıs sorunu gibi bir meselesi yoktur” demiştir. Türkiye’nin başlangıç noktası burasıdır. Ancak kısa süre sonra 25 Ağustos 1955 tarihli Milliyet gazetesinde Başbakan Menderes’in “Kıbrıs Türk’tür. Irkdaşlarımızı müdafaasız bırakmayacağız, Kıbrıs’ı Yunanlılara Bırakmayacağız.” sözleri manşetlerde yerini almıştır. 1954-55 yıllarında Başbakan Yardımcılığı 1957-1960 yıllarında da Dışişleri Bakanlığı yapmış olan merhum şehit Fatin Rüştü Zorlu’nun da olağanüstü çaba, gayret ve sahiplenmesinin de katkısıyla 1959 yılında Kıbrıs üzerinde Türkiye garantörlük hakkı elde etmiştir. Kıbrıslı Türklerin mücadelesinde önemli bir dönüm noktası olan Türk Mukavemet Teşkilatı da yine bu dönemde Türkiye’nin desteği ile kurulmuştur.
“SİZ HÜR YAŞAYASINIZ DİYE…”
Türklere yönelik şiddet olaylarının giderek artması Türkiye’yi 1964 yılında müdahalenin eşiğine getirmiştir. ABD’den gelen Johnson Mektubu olarak tarihe geçen hadise bu müdahaleyi 1964 yılında durdurabilmiştir.
Ancak Türkiye’yi Kıbrıs davasından vazgeçirememiştir. 1964 yılında ertelenmek durumunda kalınan müdahale 1974 yılında Türkiye tarafından gerçekleştirilmiştir. 22 Temmuz 1974 tarihli Milliyet gazetesinde de Başbakan Ecevit’in “Artık Kimse Kıbrıs’ta Türk’ün Hakkına Dokunamaz” sözleri manşet olarak yer almıştır. 13 Şubat 1975 tarihinde Kıbrıs Federe Türk Devleti’nin kurulduğu ilan edilmiştir. Bütün bu adımlara rağmen Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan’ın, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama düşüncesinden vazgeçmemeleri üzerine 15 Kasım 1983’te KKTC’nin bağımsızlığı ilan edilmiştir. İlanın hemen ardından toplanmış olan ve kararı coşkuyla, heyecanla karşılayan Kıbrıs halkına ise Rauf Denktaş şu sözlerle hitap etmiştir:
“Sevgili gençler, sizler hür yaşayasınız diye, başınız dik korkusuz yaşayasınız diye, insan haysiyeti içerisinde yaşayasınız diye ağabeylerinizin vermiş olduğu mücadele bu noktada bitmiş değildir. Görev çok daha iyi koşullar içerisinde sizlere devredilmek üzere yeni bir safhaya gelmiştir. Kendinizi birlik ve beraberlik içerisinde çalışmaya, Türklüğünüzle övünmeye, Anavatanınıza layık olmaya onunla olan bağlarınızı daha da güçlendirmeye hazırlayınız. Daha güzel bir geleceği sizden sonrakilere devredebilmek için her fedakarlığa katlanacak bir ruh hazırlığı içinde olunuz….”
“UNUTANA HATIRLATIRIZ”
Denktaş’ın bu sözleri Kıbrıs halkı tarafından büyük teveccüh görmüş ve heyecanla alkışlanmıştır. KKTC o günlerden bu günlere emin adımlarla kendi mecrasında yoluna devam etmektedir. Bugün başta TDT ve İİT’nin gözlemci üyesidir. Bağımsızlığından da kazanımlarından da geri dönüş söz konusu değildir.
2 Mayıs 2025 tarihinde Milli Savunma Bakanlığı’nın sosyal medya hesabından paylaşılan bir gönderide Kıbrıs ve Türk bayraklarının bulunduğu bir görsele yer verilerek “Unutana hatırlatırız” notu eklenmiştir. Bu Kıbrıs üzerinden yeniden operasyonel hedefleri olanlara net bir mesaj olmuştur.
TÜRK BİRLİĞİ BOZULAMAZ
Bugünkü konjonktürdeki bazı gelişmeler üzerinden olumsuz ve karamsar çıkarımlar yapmanın önüne geçebilecek yeterince tarihsel veri ve hadise söz konusudur. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın sözlerini tekrar hatırlatmak gerekirse “Türk dünyası ile aramızı bozmak isteyenlerin manipülasyonları başarılı olmayacak. Türk dünyası bir bütün olarak Kıbrıs Türkünün yanında olmaya devam edecektir. Bu konudaki politikalarımızı sabırla sürdüreceğiz.” Bu sözün altını dolduran bir yakın tarih ve yakın tarihten alınması gereken gelecek projeksiyonu söz konusudur.