Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca eyleme geçirilmiş ikisi darbe, biri muhtıra, biri post modern darbe olmak üzere dört askeri müdahale gördü. 1962 ve 1963’teki iki askeri darbe girişimiyle birlikte 15 Temmuz Darbe Girişimi kayıtlara geçen üçüncü askeri kalkışmadan biri oldu. Yalnız 15 Temmuz 2016 gecesi harekete geçenlerin hedefi ve misyonu diğer darbe ve darbe girişimlerinden oldukça farklıydı. 15 Temmuz, FETÖ’nün ordu içindeki uzantılarını harekete geçirerek, Türkiye’yi işgal girişimiydi.
15 Temmuz 2016 gecesi halkın 253 şehit ve binlerce gazi vererek püskürttüğü FETÖ kalkışması diğer darbe ve kalkışmalardan hedefi itibarıyla de ayrıldı. Bu da ordunun içindeki cunta faaliyetlerinin ya da komuta kademesinin askeri vesayeti sürdürme isteğinden farklı olarak bir terör örgütünün ülkeyi kendi ordusu marifetiyle işgal etme girişimi olmasıydı.
15 TEMMUZ’A CESARET VERDİ
15 Temmuz darbecilerini yüreklendiren pek çok darbe ve darbe girişimi yaşanmıştı. Ankara’nın cadde ve sokakları, 1960 ila 1997 arasında pek çok kez tank birliklerini yürüten cuntalara şahitlik etmişti. Bazıları başarıya ulaşan bazıları ise bastırılan bu cuntalar, demokrasiye sürülen kara lekelere olarak tarihteki yerini aldı.
DARBE İÇİN İLK GİRİŞİM
14 Mayıs 1950 sabahı Türkiye ilk kez saklı oy açık sayım yöntemiyle yapılan seçimler için sandık başına gitti. DP bu toprakların tarihinde seçimle iktidarı devralan ilk siyasi oluşumdu. Yalnız DP, CHP’nin 27 yıllık tek başına iktidarına son verirken demokrasi ile darbeciler arasında yaşanan amansız kavganın da ilk işareti o günlerde verildi. CHP’ye yakın olan komuta kademesi ‘seçimlere komünistler hile karıştırdı’ bahanesiyle seçim sonuçlarının askıya alınmasını bile önermişti. DP hükûmeti, 6 Haziran 1950’de 15 general ve 150 albayı emekliye sevk etti. Bunu DP iktidarına karşı ordu içinde gizli bir örgüt kuran ‘dokuz subay olayı’ izledi.
İDAM SEPHASININ GÖLGESİNDE
27 Mayıs 1960’ta Türkiye ilk kez darbeyle tanıştı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’in de aralarında bulunduğu 592 kişi, Yassıada’da hukukun ayaklar altına alındığı bir davayla yargılandı. Halkın iradesiyle seçilen Başbakan ve görev arkadaşları darbeciler tarafından idam edildi.
İdamların ardından seçimlere giden Türkiye'de rejimin rayına oturmadığını düşünenler vardı. 15 Ekim 1961'de seçimlerin yapılmasından sonra, ordu içindeki hoşnutsuzluklar arttı. Seçimlerin ardından DP'nin mirasını paylaşan Adalet Partisi, Yeni Türkiye Partisi ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi oyların yüzde 60’ından fazlasını alınca kendilerine Silahlı Kuvvetler Birliği (SKB) adını veren bir grup subay; 21 Ekim'de seçimler, siyasal partiler ve MBK'nin feshini öngören bir protokol imzaladı. İstanbul merkezli bir grup general ve albayın imzaladığı darbeye teşebbüs protokolü, siyasetçilerin 27 Mayıs Darbesi'ni eleştirmeyecekleri ve askeri siyasetin malzemesi etmeyeceklerini ilişkin Çankaya'da imzalanan taahhütle uygulanmaya konulmadı. Bu taahhüt doğrultusunda Cumhurbaşkanlığına 27 Mayıs'ın lideri Cemal Gürsel getirildi.
TALAT AYDEMİR VAKASI
21 Ekim Protokolünde imzası olan Harp Okulları Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir, ordu içindeki hoşnutsuzluğun sürmesinden cesaret alarak, İsmet İnönü başkanlığında kurulan hükûmete karşı Ankara’daki askerî birliklerin de desteğini arkasına alarak 22 Şubat 1962’de bir darbe düzenledi. Ama ordu, İsmet İnönü’nün yanında yer alınca yalnız kalan Aydemir, Hükûmetle anlaşarak teslim oldu. Bu anlaşma uyarınca 22 Şubatçılar yargılanmadılar, yalnızca emekliye ayrıldılar. Aydemir bundan sonra da darbeci etkinliklerini sürdürdü. 20 Mayıs 1963’te, Anayasa’da öngörülen reformların yerine getirilmediği gerekçesiyle Kara Harp Okulunun katılmasıyla ikinci darbe girişiminde bulundu. Bu girişim de bastırıldı. Tutuklanarak hapsedilen Aydemir, uzun süren yargılama sürecinin ardından 5 Temmuz 1964’te Ankara Merkez Cezaevi’nde asılarak idam edildi.
DARBENİN PENÇESİNDE DEMOKRASİ
Aydemir idam edilmişti ama bu ateşli albayı destekleyen çevreler varlığını sürdürüyordu. Yeni bir darbe için gereken zeminin oluşmadığını fark ederek, Aydemir’i yalnız bırakanlar, 12 Mart 1971’de Süleyman Demirel’e verilen muhtıranın altına imza atacaklardı. 12 Mart 1971’de; Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a bir muhtıra vererek Demirel’i istifaya zorladı.
İKİ DARDE ARASINDA
12 Mart’ta; cunta, Meclis’i kapatmamış ama hükümeti istifaya zorlayarak, yarı askeri bir rejime karar kılmıştı. Türkiye’de; 14 Ekim 1973’te seçimler yapılacaktı. Seçimler öncesinde Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın görev süresi dolacaktı. Sunay’dan boşalacak koltuğa; Tağmaç’tan sonra Genelkurmay Başkanı olan Faruk Gürler talipti. Demirel’in AP’si ile Ecevit’in CHP’si; Gürler’in cumhurbaşkanlığına ordu içerisinden gelen eleştirileri fark edince kendi adaylarını çıkarttılar. Gürler adaylıktan çekilince yerine 27 Mayıs öncesinde Deniz Kuvvetleri Komutanı olan Oramiral Fahri Korutürk seçildi.
ERTELENEN DARBE
Korutürk’ün görev süresinin dolmasının ardından cumhurbaşkanlığı seçimi için 124 tur oylama yapıldı ama Çankaya Köşkü’nün yeni sakini seçilemedi. 27 Aralık 1979 da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Cumhurbaşkanı’na, hükümete ve Meclis’e bir muhtıra vererek, durumdan şikayetçi olduklarını duyurdu. Evren’in talimatı üzerine, dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Hasan Saltık, 4 aylık çalışma sonucunda ülkeyi karanlığa sürükleyecek “Bayrak Harekatı” adı verilen darbe planını hazırladı. Ardından ordu komutanlarına, 11 Temmuz saat 04.00’te harekete geçileceği bilgisi verildi. Ancak Süleyman Demirel’in başbakanlığındaki hükümetin 2 Temmuz’da güvenoyu almasıyla darbeciler bu planı erteledi. Tarihler 12 Eylül’ü gösterdiğinde, Türkiye demokrasisine darbe vuracak plan, sabaha karşı uygulandı. Evren’in talimatı üzerine, dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Hasan Saltık, 4 aylık çalışma sonucunda ülkeyi karanlığa sürükleyecek “Bayrak Harekatı” adı verilen darbe planını hazırladı.
EYLÜL KARANLIĞI
Anayasayı kaldıran darbeciler, ardından TBMM’yi lağvederek antidemokratik faaliyetlerine hız verdi. Siyasi partilerin kapısına kilit vuran darbeciler, Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit’i Hamzakoy, Necmettin Erbakan ile Alparslan Türkeş’i ise Uzunada’ya sürgüne göndererek siyasi yasaklar getirdi. 12 Eylül 1980 darbesi sürecinde, 650 bin kişi gözaltına alındı, açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 binden fazla kişi için idam cezası istendi. 517 kişinin ölüm cezasına çarptırıldığı süreçte, 50 kişi darağacına gönderildi.
BİR HAZIMSIZLIĞIN ADI: 28 ŞUBAT
27 Mart, 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinin aksine, askerler 28 Şubat’ta yönetime bizzat el koymadı. Bunun yerine medya üzerinden bir savaş verildi. Askerlerin hükümeti görevden zorla almaması da 28 Şubat’ın “post-modern darbe” olarak anılmasına yol açtı. Askerlerin deyimiyle “demokrasiye balans ayarı” yapıldı. Necmettin Erbakan’ın genel başkanı olduğu Refah Partisi, tüm medya baskısına rağmen 1995 seçimlerinden birinci parti olarak çıkmayı başarmıştı. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümet kurma görevini Erbakan’a vermemek için çok uğraşsa da sonunda mecbur kaldı. Refah’ın hükümeti kurması ve Erbakan’ın Başbakan olmasıyla birlikte Türkiye’de toplu bir cinnet senaryosu sahneye kondu. Halkın seçtiği bir partinin ülkeyi halk adına yönetecek olması başta işadamları olmak üzere pek çok kişiyi rahatsız etti. TÜSİAD’ın, medyanın, askerlerin üçlü koalisyonuyla seçimle gelen iktidar, korku senaryoları ve nihayetinde askeri tanklarla yıkıldı. Ardından Refah Partisi kapatıldı, yöneticilerine siyasi yasak konuldu.