Siyaset bilimci Dr. Metin Eriş, yazar ve kültür adamı olarak Kültür Konseyi Derneği başkanlığı görevini icra ediyor. Gençlik yıllarından itibaren günümüze kadar çizgisini koruyan Eriş ile Aydınlar Ocağı’ndan başlayarak Kültür Konseyi’ne uzanan hayatını konuşup konseyin çalışmaları hakkında bilgi aldık. Yüzlerce sanatçı ve siyasi liderle önemli işlere imza atan 83 yaşındaki Eriş, kültür ve sanat alanında yarım asrı aşkın süredir hizmet vermekle kalmayıp birçok kitaba imza attı. Kültürel olarak varlığımızı sürdürebilmek için toplumsal değerlerimizin bütün olarak ele alınması gerektiğini inanan Eriş, “Aydınlarımız ve fikir adamlarımız diye düşündüğümüz isimlerin sohbet adâbı veya toplantı seyri içerisinde kamuoyuna aktarmak istediklerinin çoğu defa boş salonlara hitap tarzına dönüştüğü acısıyla karşı karşıyayız” dedi.
Benim üniversite çağlarımda “Türkiye bir Arap ülkesi değildir. Burada darbe olmaz” kavgasını veriyorduk. Biz bunun savunuculuğunu yaparken bir baktık ki ülke uçuruma sürükleniyor. Askeri darbenin olabileceğini aklımıza getirmiyorduk. Çünkü Türk ordusu kadim bir ordudur ve darbe yapmaz, diye düşünüyorduk. Ama yaptı. Darbe yaptıktan sonra da ortaya çıkan durum çok acıydı. Demokrasi adâbını içine sindirmeğe çalışan bir yapıya ters düşecek ve beklenmeyecek bir şekilde başbakanımızı, dışişleri ve içişleri bakanlarımızı astık. Bu sıkıntılı yapı olmasa Türk demokrasisi, kendi seyri içerisinde gelişirdi. 60 darbesinde ülke ikiye ayrıldı. Bu kavgaların dışında kalarak ülkede doğru adımların atılabilmesi için fikrî önderliğe ihtiyaç vardı.
Çatalçeşme Sokak’ta büyük bir bina ve salonunda her hafta toplantılar yapılmağa başlandı. Biz öğrencilerin, akademisyenlerin bir araya gelerek hem birbirlerini tanımalarını hem de fikrî gelişmenin temellerini atmalarını de istiyorduk. İlk başlarda istediğimiz sonucu alamasak da ilerleyen süreçte bunu başardığımızı söyleyebilirim. O günün siyasi liderleri Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş, Necmettin Erbakan, Ferruh Bozbeyli ve hatta Turhan Feyzioğlu mekânımızda konuşmalar yapmak dışında muhitimizde kendilerine yer edinmeye çalıştılar. Hatta hem o günlerde hem de daha sonraki zeminde bazı partiler Aydınlar Ocağı’nı ele geçirmeye yahut kendilerine hizmet edecek bir organ haline getirmeğe çalıştıklarını söyleyebilirim.. Biz Aydınlar Ocağı’nın bir şemsiye gibi kalıp tüm cenahlara hitap etmesi için uğraştık.
Turgut Özal beyin yol gösterdiği güzergâhta Mükerrem Taşçıoğlu ağabeyimizin Kültür Bakanı olduğu zaman diliminde, 1985 yılında Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’nın kuruluşunu gerçekleştirdik. Ki bu konuda Aydınlar Ocağı’nın o günlerdeki Yönetimi, başta Süleyman Yalçın ve Muharrem Ergin hocalarımız, önemli rol oynamışlardır. Orada da yaklaşık 25 yıl hizmetim oldu. Orada, her zaman iftiharla söyleyebileceğim en önemli çalışma Türk Dünyası Kültür Atlası’dır, ki sanırım 12 cilt, 6 bin sayfa Türkçe ve İngilizce olan bu külliyenin yönlendirilmesinde ve gerçekleşmesinde, bugüne kadar kültür hayatımız için hiçbir şey yapmamış olsam da, sanırım benim açımdan kâfidir diyorum.
2008-2009 yıllarında aralarında Hilmi Şenalp, Mehmet Güntekin, Uğur Derman, Hüseyin Kutlu, Özkan Göksal, Şekib Avdagiç, Bekir Karlıga, Sadettin Ökten, Mustafa Uysal gibi isimlerin bulunduğu ve zaman zaman bir araya gelip sohbet ettikleri; genelde birçok sivil toplum örgütü olmasına rağmen bunları kapsayıcı, daha geniş bir zümreye hitap edici ve beyin fırtınalarına yol açıcı toplantı meclislerinin yapıldığı Prof. Dr. Cevdet Küçük tarafından bana aktarıldı. O dönem TKHV’nın başkanı bulunmaktaydım. Grubun içine dâhil olmam istendi. Memnuniyetle kabul ettim. Müteaddit toplantılar yapıldıktan sonra amaç konusu üzerinde uzun müzakereler yapıldı.
“Kimliğimizi oluşturan, tarihten süzülüp gelen günümüzden geleceğe uzanan maddî ve manevî değerler bütünü kültürümüzdür. Herhangi bir sınıra bağlı kalmaksızın tarihimize mekân teşkil eden ve kültürümüzle etkileşim içindeki her yer kültür değerlerimizin coğrafyasını oluşturur. Dernek, kültürümüzü oluşturan bütün unsurların, dünya üzerine yayılan kültür coğrafyamız sathında tespiti, korunması, tanıtımı ve günümüz değerleriyle ifade edilerek gelecek nesillere aktarılması amacı ile kurulacaktır.” öz ifadesinde mutabakat sağlanarak bu anlayışta bir STK kurmak üzere bir tüzük hazırlandı ve imzaya açıldı. Bu amaç maddesi doğrultusunda konunun gerçekleşmesi hususunda gayret sahibi bulunan küçük bir heyet, yakın çevreleri ile iletişime geçerek kendilerine böyle bir dernek veya vakfın kuruluşu hususunda yardımcı ve tabiatıyla kurucu olup olmayacakları soruldu. 40 civarında isim memnuniyetle böyle bir teşebbüsün yapılmasını uygun bulduklarını ve kendilerinin de içinde yer almak istediklerini izhar ettiler. Amaç maddesi dışında uzun müzakerelerden sonra önce dernek olma kararı verildi ve bu defa da derneğin adı konusunda müzakere açıldı.
Kültür tabii olarak konulacak ismin içerisinde bulunacaktı. Ama derneği tamamlayıcı unsurun ne olacağı uzun müzakerelerde belirlenecekti. Konsey kelimesi yabancı bir temelden gelmekle beraber daha kapsayıcı bir hüviyet taşıyacağı düşünülerek derneğin isminin “Kültür Konseyi Derneği” olmasına karar verildi.
Neredeyse iki yıl süren olgunlaşma zaman diliminde toplantı mekânları olarak çeşitli yerler kullanılmıştı. Ağırlıklı olarak Anadolu yakasında Mustafa Uysal beyin ev sahipliği yaptığı mekânda veya herhangi birimizin ev sahipliğinde bir araya gelinirdi. Kuruluşu müteakip yer konusu gündeme geldi. Bu konuda Fatih Belediyesi Eski Başkanı Mustafa Demir beyin yardımları gerçekleşti. Ve 3 yıl kadar çalışmalarımızı sürdüreceğimiz Sultanahmet’teki lokalimizde çalışmalarımıza müzahir olundu.
Öncelikle kuruluş aşamamızda hemen gündeme gelen, o günlerde revaçta bulunan konuların başında yeni bir anayasa çalışmaları vardı. Ayrıca Türkiye’nin her dönem ana meselelerinden biri olan restorasyon konusunun nitelikleri hususu ve temaşa sanatlarımızın içinde bulunduğu durum dikkate alınarak beyin fırtınaları tarzında toplantılar yapıldı. Anayasa konusunda doğrusunu söylemek gerekirse çok yönlü çalışma yapılabilirdi ama Konsey olarak bizi ilgilendiren asıl mesele Kültürümüz ve Eğitim konuları idi. Bu konularda toplantılar yapılarak belirlenen hususlar zamanın Meclis Başkanı’na, Milli Eğitim Bakan’ına ve Kültür ve Turizm Bakanı’na takdim edildi.
Kuruluşumuzu müteakip hemen ele aldığımız Kültür ve Eğitim konuları ile ilgili olarak Sayın Cumhurbaşkanımızın yakın zamanda, yıllardan beri çeşitli iktidarların en zayıf halkasının bu iki husus olduğunu ifadelendirmiş olmaları düşünülürse, kuruluşumuzdan itibaren Kültür Konseyinin üzerinde durduğu kültürel konulardaki hassasiyetin önemi sanırım ortaya çıkacaktır. Ama bizim görüşümüz hâlâ bu zeminin maalesef devam etmekte olduğu ve ancak ümidimizin, Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadesinin tahakkuku hususunda bütün mercilerin dikkat ve hassasiyet içerisinde olmalarıdır…
Nazarı dikkate aldığımız hususların başında Türkiye’de yapılmakta olan ancak derinliğinden ziyade satıhta bırakılan bazı kültürel müesseselerin durumu idi. Meselâ bir Denizcilik Müzemiz var. Ama Haliç’te bir Osmanlı Denizcilik Müzesi kurulması tasarlanmamış veya düşünülmemişti. Haliç’in, denizcilik anlamında önemli olan İsveç, Norveç, Danimarka gibi ülkelerin yaptıklarının çok daha zengin bir muhtevaya sahip Osmanlı Denizcilik Müzesi haline getirilmesi mümkündü. Böyle bir proje hazırlanarak ilgililere takdim edildi. Daha sonra Mardin’de sürdürülen konferans, sempozyum, panel ve okuma günleri dışında Kasımiye Medresesi’nde El Cezerî Bilim ve Teknoloji Müzesi kurulması çalışmaları başlatıldı. Benzer bir çalışma Edirne’de bu defa Hıdırlık Tabyalarının Osmanlı Medeniyetler Müzesi yapılması yönündeki bir çalışma idi... Bu konulara bilâhare Kültür Bakanlarımızdan Nabi Avcı beyin belirtmeleri üzerine Cizre’de, Kaleiçi’nde, El Cezerî Teknoloji ve Etnografya Müzesi kurulması fikri gündeme getirildi. Çalışmalarımız ve ısrarımız bu konularda devam etmektedir.
Ülkemizin ve Türk Dünyası’nın bulunduğu her yörenin kültürel ihtiyaçları düşünüldüğünde Türkiye’mizin neredeyse yarısını kapsayan 45 il ve çeşitli ilçelerde mülki amirlerle, mahalli idarecilerle ve kültür müdürleri ile birebir temaslar kuruldu. Fikir beraberliğine sahip olduğumuz yörelerde konferanslar, okuma günleri, paneller, sempozyumlar, anma günleri karşı taraftan birlikte hareket edilebilecek kurumlarla mutabakat sağlanarak tarafımızdan organize edildi ve çok yönlü çalışmalar yapıldı. Tabiatıyla temas kurulan kurumlar içerisinde üniversitelerimiz de bulunmaktaydı.
Bu çalışmalar içerisinde tabiatıyla bazı yörelerimizdeki gelişmeler önemli atılımlarımıza da sebep olmuştur. Meselâ Eskişehir’in, bilâhare Kastamonu’nun Türk Dünyası Kültür Başkenti hüviyeti taşımaları yapılan çalışmaların derinliğini sağlamıştır. Başka yörelerde olduğu gibi bu iki önemli şehrimizde daha kapsamlı sempozyumlar, kurultaylar, çalıştaylar yapılması ve bu çalışmaların kitaplaşması gerçekleştirilmiştir. Öyle ki mesela Eskişehir toplantıları bünyesinde Türk Dünyasının Atasözleri’nin bütünleştirilmesi ve Türk Dünyası Medeniyet Tarihi’nin yazılması hususu gündeme alınmıştır. Ayrıca belirtmemiz gerekir ki bu çalışmalarımız içerisinde iki de belgeselimiz mevcuttur. Biri Balkan Savaşları diğeri ise Gaspıralı İsmail Bey ile ilgilidir.
Çalışmalarımızın sınırlı kalmaması için özellikle vurguladığımız hususlardan biri, adı ne olursa olsun toplantıların mutlak mânada yazılı hale gelmeleri ve kitaplaştırılmalarıdır. Bu konuda çok başarılı olduğumuzu söyleyebiliriz. Bugüne kadar 80’e yakın kitabın gün yüzüne çıkmasına vesile olduğumuz gibi özellikle altını çizerek vurgulamak isteriz ki, bu kitapların özellikle yüklendiğimiz yönü editörlüğümüz ve Türkçemizdir.
Şehirleşen Türkiye’nin giderek varoşlaştığı, şehir kimliklerimizin kaybolduğu ve gençlerimizin yaşadıkları şehri tanımadıkları vakasını giderici olan, mutlaka ve özellikle gençlerimizin okumasını düşündüğümüz kültürün bütün unsurlarını ihtiva eden ve yörenin düşünce adamları tarafından yazılmış çok renkli bir kitap serisi “81 İlde Kültür ve Şehir” projemizin tüm illere yaygınlaştırılmasını istiyoruz. Şu ana kadar 17 İl için kitabımız gün yüzüne çıkmıştır.
Bilâhare şehrin veya yörenin ihtiyaç duymuş olduğu kitap çalışmalarında da eksiklikler varsa, ki bu konuda Edirne’de bir gerçekleşme olmuştur. Zamanın valisi ile bir mutabakat sağlanarak şehirde bulunan üniversiteye rağmen olması gereken ama olmayan Edirne Kitaplığı gündeme gelmişti. Bu şekilde yola çıkılarak 30 civarında kitap neşredilmiştir. Ayrıca 15 günde bir sürdürmekte olduğumuz Boğaziçi Sohbetleri’nin yayın hayatına intikali için ilk adımımız konuşma metninin broşürler haline getirilmesi ve daha sonra bunların kitaplaştırılmasıdır. Ki bugünlerde 2 cilt kitabın gün yüzüne çıkması için çalışmalar yapılmaktadır.
Boğaziçi Sohbetleri’nin menşei 1970’li yıllarda kurulan Aydınlar Ocağı’nın ilk günlerine kadar uzar. Öyle ki rahmetli Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu hocamızın önderliğinde önce çok dar bir sohbet erbabının bir araya geldiği toplantılar giderek çevreden duyularak toplantı mekânının dışına taşmaya başlamış ve bilâhare daha büyük ortamlara ve nihayet aile bireylerinin de içine dâhil edildiği akşam yemeklerine takiben bir konuşmacının konuyu açtığı ve karşılıklı suallerle o günün meselelerinin değerlendirildiği sohbetler meclisi hüviyetine ulaşmıştır. Bir ara toplantılara fasıla verilme durumda kalınmasına rağmen Kültür Konseyi’nin kurulmasından birkaç sene sonra tekrar gündeme getirilmiş ve 15 günde bir tertiplenmeye başlanmıştır. Geçtiğimiz dönemlerde İslâm Dünyası’nın Meseleleri, Türkler ve İslâmiyet, Modernleşme Hastalığı, Tarih-Siyaset-İktisat Meseleleri ve Gelecekle Bütünleşme ana başlıkları altında sohbet toplantıları yapılmış, konuşmaların önemli bir kısmı çözdürülerek iki cilt haline gelecek şekilde kitaplaştırma noktasına getirilmiştir. Yeni dönemimizde Eski Milli Eğitim ve Kültür Turizm Bakanımız Nabi Avcı bey bir konuşma yapmışlar, “Kültür ve Siyaset” konusunu işlemişlerdir. Yeni dönemin konusunun ana başlığı Kültür ve muhtevası olacaktır.
Günümüz insanı daha çok teknoloji ile haşır neşir olurken bir zamanlar aksakallılarımız dediklerimiz daha sonra münevverlerimiz, aydınlarımız ve fikir adamlarımız diye düşündüğümüz isimlerin sohbet adâbı veya toplantı seyri içerisinde kamuoyuna aktarmak istediklerinin çoğu defa boş salonlara hitap tarzına dönüşmesinin acısıyla karşı karşıyayız. Ayrıca 81 milyon olan nüfusumuzun, ki bunun yüzde 90’lara varan kısmı okuma yazma bilenlerden müteşekkildir, çok kitap okuduğunu söylemek herhalde mümkün değildir. Hatta acıdır ama ders kitapları dışında kitap okumak adeta bir mecburiyet hâline dönüşmüştür. Bunu nereden çıkarıyorsunuz derseniz çok basit 20 milyon nüfusu olan bir zaman diliminde Türkiye’de yayınevlerinin kitap başına baskı rakamları 5 bin iken bugün 500’lerden bahsedilmektedir. Bu artık insanımızın kitaptan ziyade teknolojinin getirmiş olduğu hız ve haz kapsamında Türkçe’mizin de giderek zedelendiği ortamla karşı karşıya olduğumuzu söylersek sanırım yanlış bir ifade kullanmamış oluruz.