
Dr. Muhammet Sağlam, Mustafa Akkad’ın Çağrı filminin yerinin doldurulamayacağını belirterek, filmin sırrının Akkad’ın samimi niyetinde gizli olduğunu vurguluyor. Sağlam, Akkad’ın deneyimli bir yönetmen olarak, Hz. Peygamber’in şahs-ı manevisini incitmeden sinema ve kutsal ilişkisini ustaca sunarak, filmin üzerinden 50 yıl geçmesine rağmen hâlâ etkisini sürdürdüğünü ifade ediyor
Kutsalın sinemada gösterilmesi her dönem peşinden birçok soru getirir. Sorular tartışmalar oluşturur. Ama tartışmaların yanında bazı filmler seyirci için öne çıkar. Sinema salonlarına koşulur, televizyonda o film olduğunda ekrana kilitlenir. Bir sahnesini görmek yeter. Sinema ve kutsalın ilişkisi bütün kutsal dinler tarafından tartışılır. Temsil meselesi ana noktayı oluşturur. Biz de yazar Dr. Muhammet Sağlam ile Dünya Sinemasında Peygamber kitabından hareketle, kutsal ve sinema ilişkisini, yapay zekanın nasıl bir rol oynayacağını, Çağrı’nın sırrının ne olduğunu konuştuk.
Semavi dinlerin inanç sistemlerine baktığımızda kutsal olanın Yaratıcı tarafından belirlendiğini, O’na nispetle diğer varlıkların kutsal kabul edildiğini görmekteyiz. Kutsallık atfedilen tezahürlerin en müstesna olanı ise insan, yani Peygamberdir. Peygamberlerin tasavvur ya da temsil yoluyla insanın bakış açısına “indirgenmesi” ve insan gözünde Yaratıcıyı “perdelemesi” ise asla kabul edilemez. Meşruiyet hususundaki pratikler bunun engellenmesi içindir. Sinemanın icadıyla birlikte kutsalın ne olduğu, nelerin kutsallık şemsiyesi altında değerlendirileceği, kutsalın hangi tezahürlerinin tasvir ve temsil edilebileceği soruları tekrar sorulmaya başlanmıştır. Klasik anlatılardaki zaman, mekân, eşya ve kişi tasavvurlarını, metnin ortaya çıktığı dönemde olduğu şekliyle yeniden göz önüne getirilebilme imkânı, sinemayı diğer sanat dallarından ayıran en önemli özelliktir. Sinemanın sahip olduğu bu yetenekle kutsal metin, mitolojik ve destansı hikâyelerin “seyredilmesine”, seyredilmenin de ötesinde âdeta yeniden bir anlam inşasına olanak tanımaktadır. Bu aynı zamanda kutsal anlatılarda geçen tasvirlerin ve temsillerin sinema tekniklerinin sunduğu imkânlar aracılığıyla değiştirilerek, abartılarak tahrif edilmesine de yol açabilmektedir. Bu çerçevede dini kurumlar kendi inanç doktrinleri ve pratikleri, meşruiyetleri doğrultusunda harekete geçerek kimi zaman gösterime giren filmleri yasaklamış kimi zamansa, koruyuculuk ve aynı zamanda irşat görevlerine istinaden, anlatılarda geçen hikâyelerin filmleşmesi için öncülük etmişlerdir.

Semavi dinlerin tasvire ilişkin yaklaşımlarında benzerlik ve farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Yahudilik inancının kutsal kitabı Tevrat’taki tasvir yasağı, görsel tasvire ve dolayısıyla temsile yönelik bütün tavırları belirlemektedir. Hristiyanlıkta Hz. İsa ve diğer kutsal kişilerin ikonlarının yapılmasına yönelik dini otoriteler tarafından yapılan meşruiyet tartışmaları, düzenlenen konsüller yoluyla çözüme kavuşturulmuştur. Tasvire ve temsile tebliğ faaliyetlerinin etkisini artırmak için izin verilmiştir. Kur’an Kerim’de ise, tasviri açıkça yasaklayan bir buyrukla karşılaşılmamaktadır. İslam’da tasvir yasağının olduğuna dair bulgular daha çok Peygamberimizin İslam’ın ilk yıllarındaki tasvirheykel karşıtı uygulamaları ve konuya ilişkin hadislere dayanmaktadır. Bu çerçevede özellikle kutsal varlıkların tasviri ve temsilinin yapılmadığını görmekteyiz. Tiyatrodan sonra, sinema ile birlikte, semavi dinlerin yüzyıllardır tasvire karşı geliştirdikleri tavrı ve toplumsal kabul görmüş cevapları yeniden sorgulatacak bir kavram, 19. yüzyılın sonunda tekrar gündeme gelmiştir: Temsil. Kısaca, tasvir konusunda geliştirilen tavrın sinemada temsil konusunda da aynı çizgide sürdüğünü söylemek mümkündür.
Her şeyden önce Hz. Peygamber’in hayatından önemli kesitlere “şahitlik” etmiş olmanın verdiği bir his kalıyor izleyende. Bunun haricinde, Çağrı’daki sır Akkad’ın samimi niyetinde gizli. Uzun süre sinema eğitimi almış, televizyonda önemli işlere imza atmış, sinema dünyasının usta isimleriyle çalışmış bir yönetmen var kameranın arkasında. Bütün bunlardan öte sinema ve kutsal ilişkisini nasıl göstereceğini bilen, kendisinden önceki denemeler ve çekinceleri iyi analiz etmiş bir isim Akkad. Filmle baş başa kaldığınız anda, Hz. Peygamber’in şahs-ı manevisini incitmemek adına, film çekimine değin geçen on yılı aşkın süre içerisinde, senaryosundan kurgusuna, oyuncu seçiminden müziğine kadar özenle ve titiz bir işçilikle karşı karşıya kaldığınızı hissediyorsunuz. Restore edildikten sonra Ankara’daki sinema salonlarındaki son gösteriminde ben de bulunmuştum. Aradan geçen neredeyse 50 yıl sonra bile filmden çıkan herkesin çehresindeki ifadelerden Akkad’ın yaptığı işin karşılığını aldığını düşünmüştüm.
Hz. İsa’nın hayatı en popüler konulardan
Hz. İsa’nın hayatı, dolaylı ya da temsili tasavvurlarıyla dikkate alındığında, sinema tarihinin en popüler film konusudur. İncillerde ifade edilen Nasıralı Hz. İsa Tanrı’nın biricik ve tek Oğlu’dur. Ancak bu dini ontolojik durum Hollywood’un Hz. İsa tasavvurları ile farklılık arz etmektedir. Yapılan çalışmalara baktığımızda Hz. İsa filmlerinin üç kategoride değerlendirildiğini görmekteyiz. Çoklu ve çeşitli biçimleriyle, endüstriyel bir tasavvur olarak Hollywood’un Hz. İsa’sı, tarihin Hz. İsa’sı ve kutsal kitabın Hz. İsa(lar)ı birçok ortak noktaya sahiptir. İlk olarak, ister birinci yüzyılın başlarında Filistin (Nasıralı İsa), ister birinci yüzyılın sonlarında Kutsal Yazıların Hz. İsa’sı ya da yirmi ve yirmi birinci yüzyıl Kuzey Amerika ve Avrupa’nın ve dolayısıyla Hollywood’un İsa’sı olsun, hepsi kendi zamanlarının ve yerlerinin tarihi, toplumu, dini ve kültürü tarafından şekillendirilmiş karakterlerdir diyebiliriz. İkinci olarak dikkat çeken husus; hem kutsal kitap hem de sinema dünyasının anlatılarının, Hz. İsa’yı bizzat onun hayatına tanık olamayanlara tanıtmayı amaçlamış olmasıdır. Aynı zamanda kutsal metinlerdeki ve beyaz perdedeki Hz. İsa figürleri, tarihin Hz. İsa’sını yeniden üretmeyi deneyen ancak tam olarak başaramayan bir ortamda, dönemin toplumsal şartları içerisinde hayata geçirilmiştir. Üçüncü olarak, tarihsel anlatı, kanonik veya biyografik Hz. İsa tasvirleri; işin doğası ve merkezinde insan olması sebebiyle, kendi zaman ve mekanlarının çıkarları ve endişeleriyle eşit derecede meşguldür. Sinemanın metin kaynaklı bir anlatı temeline sahip olması bütün bu etkenlerin filmin kurgusuna ister istemez yansımasına neden olmaktadır. Sonuç olarak, Nasıralı İsa’yı film aracılığıyla Hollywood’un İsa›sına, bir kahramana dönüştüren film mantığının kendisidir. Hollywood, iki bin yıllık tarihsel, sanatsal ve edebi metinlerdeki Hz. İsa tasavvurunu kendi anlatı formlarında yeniden yorumlayarak, İncillerdeki anlatıların çok ötesine geçen bir figür olarak ortaya koymaktadır. Filmlerdeki farklı Hz. İsa ve Hz. Meryem tasavvurlarını bu bakış açılarının birer tezahürü olarak görebiliriz. Hz. Peygamber’in hayatının sinemada Çağrı haricinde nitelikli bir şekilde yer almamış olmasına bir de bu açıdan bakmak lazım diye düşünüyorum.

Dijital kutsalı değiştirebilir
Merkezinde karakter olarak bir peygamber vardır ve O’na karşı İslam dünyasının yüzyıllar içerisinde oluşturduğu saygı ve hürmetin çerçeveleri bellidir. Ayrıca bu tür “denemelerin” sürdürülebilir olmadığını, zaman bize göstermektedir. Zira üçlemenin ikincisi henüz çekilememiştir. Ancak Hz. Peygamber’in hayatının ve O’nun getirdiği mesajların yankılarını sinema perdesinde görmek arzu ve heyecanımız elbette bakidir.
Dijital platformların içerik yelpazesinde kutsalın tezahürlerinin işlendiği farklı yapımların bulunması gayet doğal. Çünkü insanın kendinden yüce bir varlığa inanma, ona bağlanma ihtiyacı insan değişmedikçe var olacak. Gerçeği yeniden üreten sinemanın bu gerçekliği göz ardı etmesi mümkün değil. Öte yandan sinemanın seyirciye yaşattığı kahramanla özdeşleşme/tecrübe etme halinin farklılaşması ve çeşitlenerek artmasının cevabını ise toplumda aramak lazım. Ancak gösterim biçimi değişse de esaslara ilişkin tutumlar kalıcı olmalıdır diye düşünüyorum. Bu her şeyden önce ahlaki bir tavır alma halidir ve zamandan bağımsızdır.
Kutsallık ve peygamber tasvirleri yeniden tartışılacak
Aşkın olanla kurulmak istenen bağ biçim olarak değişiklik gösterse de, bir ayraç olarak ölümün aynı zamanda doğurgan olan varlığı, insanın bu bağı kurmaya olan iştiyakını bu dünyanın sonuna değin diri tutmaya devam edecektir. Görsel tarihi bakımından, resim ve fotoğrafın ardından sinemanın icadıyla devam eden bu süreçte yeni bir dünyanın eşiğinde durmaktayız. Yapay zekânın hüküm süreceği Metaverse olarak tabir edilen bu dünyada teoloji, sosyoloji ve diğer bilimlerin kutsal ve onun tezahürlerine ilişkin nasıl konumlanacağı, olası sorulara nasıl cevap vereceği ise hala merak konusu. Metaverse’de “evren-ötesi”nin kutsallık anlayışı tıpkı bu dünyadaki gibi mi şekillenecek yoksa “yenilenmiş” bir din ve kutsallıkla mı karşılaşacağız? Önümüzdeki dönemde hiç şüphesiz, semavi dinlerin kutsallık mefhumu ve peygamber tasvirleri bu yeni dünyanın terimleri ışığında yeniden ele alınacak ve tartışılacaktır. Sinema da bu tartışmalara kendi diliyle katılmaktan geri durmayacaktır.