Hoş geldin ya şehr-i Ramazan

04:0023/02/2025, Pazar
G: 23/02/2025, Pazar
Yeni Şafak
Arşiv.
Arşiv.

Şubat ayının son günleri… İstanbul’un iliklere işleyen soğuğu, Boğaz’dan esen sert rüzgarlarla surlara çarpıyor, kalın taş duvarların ardındaki evleri bile titretiyordu. Şuhûr-ı Selâse’nin sonuncusu olan Şaban ayı, Ramazan’a göz kırparken, Topkapı Sarayı’ndan şehir halkının içini ısıtan bir ferman duyuruldu: “On Bir Ayın Sultanı yaklaşıyor! Ahali, mübarek aya hazırlıklı olsun!”

Ramazan Bingöl

Padişahın fermanı, saray kapısından çıkar çıkmaz önce Babıali’yi, ardından tüm İstanbul’u sarıp sarmalamıştı. Bu emirle birlikte, Osmanlı payitahtının her mahallesinde tatlı bir Ramazan telaşı başladı. Mutfaklardan mis gibi kokular yükseliyor, Ramazan’a özel reçeteler için hummalı hazırlıklar yapılıyordu. Şehirde herkes Ramazan’a hazır olmak için seferber olmuştu. Çarşılarda uncular, baharatçılar ve helvacılar en kaliteli ürünlerini tezgâhlara dizerken, şekerlemecilerin vitrinleri hurma, badem ezmesi ve rengârenk şekerlerle süslenmişti. Zanaatkârlar, terziler, fırıncılar, kalaycılar, kahvehane sahipleri, meddahlar, Ramazan boyunca artacak misafirlerini ağırlamak için gece gündüz çalışıyordu.

Ayşe Hanım’ın konağında hummalı Ramazan hazırlıkları

Şehzadebaşı’nda, Ayşe Hanım’ın konağında da hummalı bir hazırlık vardı Geniş avluda yün minderler havalandırılıyor, işlemeli halılar silkeleniyor, kadife minderler itinayla siliniyor, en nadide gümüş takımlar Ramazan sofralarına yaraşır şekilde parlatılıyordu.

“Kızlar, şu sandık odasındaki bakırları da çıkarın!” diye seslendi Ayşe Hanım. “Kalaycıya götürsünler, Ramazan’a bir eksiğimiz kalmasın.”

Yerler, camlar, tahtalar baştan aşağı gıcır gıcır yıkanıyor, mutfağın bir köşesine hamur işleri için oklavalar ve unlar diziliyor, bardaklar, tabaklar, çatal, bıçak ve kaşıklar tek tek ovuluyordu. Tamire ihtiyaç duyulan eşyalar onarılıyor, gerekiyorsa yenileri alınıyor, sofra bezleri ve peçeteler bembeyaz ütüleniyordu.

Konağın aşçısı Hacı Mehmed, ellerini arkasında kavuşturmuş, dikkatle rafları inceliyor, kilerde eksik olup olmadığını tespit ediyordu. Un çuvalları, pirinç torbaları, yağ tenekeleri ve şeker keseleri tek tek sayılıyor, kıştan kalan erzak gözden geçiriliyordu.

“Un ve pirinç yeterli ama güllaç yaprakları eksik… Karanfil ve tarçın azalmış, tatlılar için lazım olacak badem de hesap edilmeli… Hurma tamam ama hoşaflık vişne ve kayısı da lazım,” diye mırıldanıyordu kendi kendine.

Tereyağının tazeliği kontrol edildi, zeytinyağı testileri eğilip ölçüldü, reçel kavanozları dikkatlice incelendi. Nar şerbeti için lazım olacak gül suyu testileri çıkarıldı, baharat rafları tek tek elden geçirildi. Tüm bunlar tamamlanmadan ne ocak yanar ne de kazan kaynardı.

Sarayın yüksek duvarlarının ardında, devletin en yetkin isimleri Ramazan öncesi son düzenlemeleri yapmak üzere bir araya gelmişti. Padişahın fermanı çoktan ilan edilmiş, Ramazan Tenbihnâmeleri hazırlanmış, On Bir Ayın Sultanı’nı huzur ve bereket içinde karşılamak için her türlü tedbir alınmıştı.

Bu mübarek ayda sarhoşluk ve taşkınlık yasaklanmış, çarşı ve pazarda ahlaki kurallara uyulması mecburi kılınmıştı. Narh sistemi devreye sokulmuş, ekmekten ete, yağdan şekere kadar tüm temel gıda maddelerinin fiyatları sıkı denetime alınmıştı. Padişahın fermanı kesindi; hiçbir tüccar, halkın lokmasını fırsata çevirmeye kalkışamayacaktı.

Kadılar ve mübaşirler sabahın erken saatlerinde çarşıya iner, fırınlardan manavlara, seyyar satıcılardan dükkânlara kadar her köşeyi titizlikle denetlerdi. Görevlendirilen memurlar, kendi terazileriyle esnafın tartılarını karşılaştırarak en ufak bir hileye bile göz açtırmazdı.

Gözler özellikle fırıncıların üzerindeydi. Osmanlı payitahtının en önemli gıdası olan ekmek ve Ramazan pidesinin kalitesi asla taviz verilmeyecek konular arasındaydı. Anadolu’nun dört bir yanından en kaliteli unlar getirilir, İstanbul kadılığı ekmeklerin kalitesini denetlemek için sıkı çalışırdı. Öyle ki, Ramazan pidesinin bir örneği önce padişaha sunulmadan, fırınlarda üretime başlanmazdı.

Unkapanı’ndan Asmaaltı’na: Payitahtın çarşılarında Ramazan coşkusu

Devlet-i Aliyye’nin her köşesinde Ramazan’a hazırlık yapılırken, çarşı ve pazarlarda bambaşka bir hareketlilik hüküm sürüyordu. En çok rağbet gören esnaf, kuşkusuz gıda satıcılarıydı. Unkapanı, Yağkapanı ve Asmaaltı’nda erzak çuvalları sıralanmış, pirinç torbaları üst üste yığılmış, mercimek küfeleri, devasa yağ tenekeleri taşınırken esnaf, mallarını en iyi şekilde sergileyebilmek için kıyasıya bir rekabete girişmişti. Çarşının en hareketli sokaklarından birinde, kalın bıyıklı, önlüğü beline dolanmış bir bakkal, önünden geçen şık giyimli bir müşteriye seslendi:

“Küçük Bey, buyurun, şu pirincin güzelliğine bakın! Fasulye deseniz, en iyisi! Hele şu nohutlar… Anadolu’nun en bereketli tarlalarından.”

Bakkal vitrinleri, Ramazan’ın bereketini yansıtan türlü nimetlerle doluydu. Güllaç yaprakları, renk renk kâğıtlara sarılarak camekânlarda en ön sıraya dizilmişti. Dükkân girişlerine pastırmalar, sucuklar asılmış, devasa kaşar tekerlekleri, beyaz peynir ve zeytinlerle birlikte sergilenmişti.

Şekerci esnafı, raflarını çeşit çeşit hurmalar, reçeller ve şekerlemelerle süslerken, parlatılmış cam kavanozlarda akide şekerleri, lokumlar ve badem ezmeleri göz kamaştırıyordu. Küçük bakır kaplara doldurulmuş reçellerin başında toplanan ahali, tadına bakmadan hiçbirini almıyordu. Baklavacılar, kadayıfçılar, revani ustaları ve helvacılar, yağın en kalitelisini kullandıklarını söylüyor, her biri kendi tatlısının daha lezzetli olduğunu iddia ediyordu.

Ve nihayet, İstanbul Ramazan’ı karşılamaya hazırdı. Minareler mahyalarla aydınlanmış, sokaklar baştan sona yıkanmış, camilerin avizeleri, kandilleri parlatılmıştı. Çarşı ve pazarlarda son alışverişler tamamlanmış, fırınlardan yayılan Ramazan pidelerinin kokusu her yeri sarmış, kahvehanelerde meddahların sesi yankılanmaya başlamıştı.

On Bir Ayın Sultanı, Osmanlı payitahtına tüm ihtişamıyla teşrif ediyordu.

“Hoş geldin Ya Şehr-i Ramazan”

#Mutfak Sanatı
#Ramazan
#Aktüel