Şehirleşme ve betonlaşma karşısında yenik durumda köyler var karşımızda. Her ne kadar köylü milletin efendisi diye kendimizi kandıracak olsak da önce köylünün şehrin kuru kalabalığında yok olmasına seyirci kalındı, sonra köyler haritalarda küçülüp küçülmeye ve yok olmaya doğru gitti. Memleket nere diye soranlara köy deyip yutkunuyoruz, eğiyoruz başımızı. Abdurrahim Karakoç “Sükutlu İsyan”ında makama arz-ı hal için giden köylünüSn içinde olduğu o yenik ve sefil durumu resmediyor bize. Siyasetin gözünden düştüğü, değer görmediği gibi iş dünyası için de üretimde hesaba katılmaz oldu. Köylülük edebiyatı bir yana eli kalem tutanlar için de pek farklı muamele görmez köy ve köylü. Hatta iş o raddeye vardırılır ki, köylü bütün geri kalmışlığın ve suçlamaların sembolü haline getirilip hedef tahtasına konur adeta. En muşahhas örneği Şükrü Erbaş'ın mısralarındadır. En başta gerekçe ise değişen dünyaya karşı kayıtsız kalmaları. Oysa değişen dünya köyü ortadan kaldırmak için orantısız güç kullanırken köylü de resmen öldürülmüş oldu. Bir insanda görülebilecek kötü yanları köylülük olarak anlamak ve açıklamak, çok büyük bir nefretin dışa vurumu gibi durur. Köy karşısında şehri bu kadar temize çıkarmanın gayretini de anlamak mümkün değild Köylünün bir şiir aracılığıyla öldürülmesi girişimi karşısında İsmet Özel’in şehir insanlarını bozuk para gibi harcadığı şiiri yeterince bir cevap olabilmiş midir diye soracak olursak, pek sanmıyorum. Kaldı ki, köy bir yana, kırsal ve taşra da küçümsenir, hor görülür, biraz da dışlanır. Çünkü bu sözde aydın yaklaşımı kendini merkezde görmek gibi bir yanılgı içindedir. Çünkü taşra edebiyatı diye bir kategori oluşturma derdine düşer. Oysa fark sadece imkanlar ve avantajlarla açıklanabilir. Köy edebiyatı olarak değerlendirilen köy romanları da köyü yeterince anlatabilmiş ve aktarabilmiş değil. Köyün çalışmak ve üretmekle eşdeğer bir anlamı olmalı bizim için. Ancak köyler hep bir anlaşılamama, ve dışardan bakışın esareti ve tahakkümü altında kalmıştır. Geri kalan değil geri dönen bir yüksek değere dönüşmesi için herkese görev düşüyor. Bundan kaçınıldığı sürece şehir gibi ucube ve devasa yapılarda kaybolmaya ve yok olmaya devam edeceğiz. Köy nasıl tarımdan koptu Bu minvalde bir kitabı dikkatinize sunmak istiyorum. “Köylülükten Sonra Tarım” adını taşıyan Abdullah Aysu ve M.Serdar Kayaoğlu imzalı eser köyün zaman içinde nasıl tarımdan uzak bir diyara düştüğünü değerli kalemler eşliğinde bize anlatıyor. Yok edilen köylülüğün bir yansıması olarak değerlendiriliyor süpermarketler ve GDO’lu gıdalar. Osmanlı’dan modern dönem Türkiye’sine bağlanan süreçte onarılamaz tarzlarda çatlayan köyşehir metabolizması olarak görülüyor. 700 sayfaya yakın bu kapsamlı çalışmada Osmanlı’dan bugüne tarım-köy-endüstriyel tarım ilişkilerini, birbirini tamamlayan 16 ayrı makaleyle inceleniyor. Çalışma en sondan başlayıp geriye doğru gidiyor. 6 başlıkta ele alınan konular; süpermarketler, GDO’lar, süper tarım şirketlerinin işleyişi, mülksüzleşmeküçük meta üreticiliği-göç, tarıma devlet müdahaleleri ve dönüşümler, IMF. DTO, DB’nin işleyiş yasaları, Osmanlı’dan günümüze tarih, köylünün dönüşümü ve çözülüş, köylü isyanları olarak sıralanıyor. Kitabın sonuç kısmında şu cümleler dikkat çekiyor: 12 Eylül 1980’de askeri cuntanın yönetimi ele geçirmesiyle birlikte tarım serbest piyasaya dahil oldu. Tarımda eşi benzeri görülmemiş bir tahribat başladı. Kitabın arka kapağında da ifadede şu cümle yer alıyor: Türkiye tarımının mevcut aşaması, ekonomik ve siyasal iktidarın meşrulaşma döngülerinden birini ifade ediyor. Türkiye’de üretim, nüfus, şehirleşme ve ticaret hacmindeki değişim süreçlerinin toplum ve ekonomide yarattığı dönüşümlerin tarım alanındaki yansımaları, Türkye’de bir dönemin bittiğine işaret ediyor.
Medeniyetin beşiği olarak bilinen Şanlıurfa’nın Göbeklitepe bölgesinde üretilen buğdaydan yapılan dünyanın ilk ekmeği olarak nitelendirilen ekmeği THY yolcularına ikram edildi. Günümüzden 12 bin yıl önce yaşanan tarımsal devrimde en önemli yer ekmeğe aitti. ölgede yerleşimin, tarımsal üretim tekniklerinin, öğütme ve pişirme yöntemlerinin gelişmesini sağladı.
Hataylı ciğer kebabı ustaları Kırıkhan Ciğer Festivali'nin yeniden düzenlenmesini istiyor. Daha önce “Kırıkhan’a gel ciğerimi ye” sloganıyla iki defa yapılan festival 6 Şubat 2023’teki depremlerin ardından yapılamadı. Kırıkhan Kasaplar ve Lokantacılar Odası Başkanı Ali Çaydan’ın verdiği bilgiye göre, depremden etkilenen ilçede şu anda 20 ciğer kebabı ustası bulunuyor.
Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad’ın Beyşehir Gölü kıyısında yaptırmış olduğu “kuşhane” kazıda ortaya çıkarıldı. 1226’da inşasına başlanan Kubadabad Sarayı’nın kalıntılarında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle 1980’den bu yana devam eden kazı çalışmalarında bugüne kadar müzeleri süsleyen göz kamaştırıcı nadide çini eserler gün yüzüne çıkarıldı.
Parmak çörek Yozgat’ın ekşi maya ile hazırlanan tescilli lezzetidir. Şehre özel bir ekmek türüdür. Hiç bir katkı maddesi içermemesi ve taş fırında odun ateşiyle yalnız ateşe maruz kalmadan ısısıyla pişirilmesi en önemli özelliğidir. Ekmeğin geçmişi uzun yıllar öncesine dayanır. Bu asırlık lezzet için gerekli malzemeler un, su, tuz ve mayadır. Maya ise hazır ekmek mayası ve ekşi mayadan oluşur. Ekşi maya parmak çöreğe has bir tat veriyor, pişme sırasında kalın kabuk yapıp parmak çöreğin çıtır olmasını sağlıyor. Unu özeldir, kepek oranı fazladır, tuz oranı diğer ekmeklere göre daha azdır. Genellikle sıcak tüketiliyor. En çok kahvaltıda çanak peyniri, tulum peyniri, pastırma, kaymak ve bal ile tercih ediliyor. Tamamen ekşi maya ile yapılan doğal ekmek 260 gram olarak fırına verilir ve 260-270 derecede odun ateşinin közünde 20 dakikada pişirilir. Hamur kepek karışımlı unun ekşi maya ile yoğrulmasıyla hazırlanır. Daha sonra dört eşit parçaya bölünür. Bu hamur parçaları uzatıldıktan sonra baştaki ve sondaki oval olacak şekilde birbirine birleştirilir. Bu şekliyle elin parmaklarına benzediği için ekmeğe parmak çörek adı verilir.