Girişimci Melis Abacıoğlu, Columbia Üniversitesi’nde matematik ve sanat okumuş. Bir süre çalıştıktan sonra mutsuz olduğu için işinden ayrılmış. Bu sancılı süreç ve anlam arayışı ona yepyeni kapılar açmış. Şimdi kurumsal firmalara wellbeing hizmeti veren bir şirketi var. Biz de Abacıoğlu ile çalışanların mutlu ve iyi olması için her şeyin ince ince örüldüğü bu uygulamayı konuştuk.
Türkçe’ye birebir çevirisi “esenlik” ama bu anlamını tam karşılamıyor. Bir insanın bütün olarak iyi olma hali şeklinde tanımlıyorum. Çünkü biz genellikle şöyle düşünüyoruz. ‘İyi misin?’ diye sorduklarında mesele ‘İyi hissediyor musun?’ şeklinde algılanıyor. Oysa ki bu ifade sadece işin duygusal boyutunu yansıtıyor. Bunun sekiz tane başlığı var.
Bir fiziksel tarafı var. İkincisi sosyal yönü. Eşin-dostun ile aran nasıl, arkadaşlarınla görüşebiliyor musun ? Üçüncü olarak finansal boyutu var. Borcun var ise iyi olamıyorsun. Çevresel boyutu; hava kirli mi , işine gidip gelirken çok zaman kaybediyor musun ? Altıncı olarak spiritüel boyutu var. Ben bunu söyleyince korkuyorlar.
Meditasyona başlamalarını önereceğimi düşünüyorlar. Halbu ki anlam arayışını kast ediyorum. Yedincisi işin mesleki boyutu. Son olarak da entelektüel açıdan iyi olmak. Bu kimi için kitap okumak, kimi için ise konsere gitmek ya da başka bir şeyler yapmaktır. İşte ‘iyi misin ? ’ sorusunda bütün bunların yanıtını arıyoruz.
Artık dünya çok değişti. Şirketlerin büyük çoğunluğu çalışanına sabah dokuz akşam beş çalışacaksın, müdürün şu olacak, kartı okutacaksın demiyor. Türkiye’de hala bu şekilde çalışan çok kurum var elbette. Polyannacılık oynamayalım. Ancak yeni dünyanın kurallarında ne böyle çalışanlar, ne de böyle şirketler olacak. Kârlılık baskısı var, diğer yandan teknoloij çok hızlı ilerliyor. Bizden 7- 24 enerjik, işi takip eden çalışanlar olmamız bekleniyor. Bir yandan oyunun kuralları çok hızlı değiştiği için çabuk adapte olmamız bekleniyor. Bu kadar hızlı değişen, çeviklik, yılmazlık isteyen, zorlayıcı koşullar altında bütün olarak iyi olmamız gerekiyor.
Evet, ancak bütün olarak iyi olma halini yönetebilen, kendini sürekli geliştirebilen, hızlı manevra kabiliyetine sahip çalışanlar kurumlara değer katmaya devam edecek. İnsan kaynakları departmanları da bunu hedefliyor. Çalışanların bütün olarak iyi olması için yapabilecekleri ne ise onun peşine düştüler. Bu kurumsal wellbeing konusu da tam da buradan çıkıyor.
Ben çok iyi bir kurumda çalışıyordum. Ünvanı ve parası iyiydi. Özel hayatımda sorun yoktu. Kağıt üstünde her şey yolunda idi ama ben kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Depresif olmaya başladım, işe gitmek istemiyordum ve sonunda istifa ettim. Daha sonra da kendi ruh halimin sebebini merak ettim. Konuyla ilgili araştırmalar ve yazışmalar yaptım. Şunu fark ettim. Dünyada böyle bir mevzu var. Kurumların çalışanlarına sadece psikolojik anlamda değil, bütün bu bahsettiğim sekiz alanda destek oldukları programlar, projeler ve insiyatifler var. Neden böyle bir şeyi Türkiye’de yapmayalım diye düşündüm.
İşten ayrıldığım dönemlerde wellbeing konusunu bilmediğim için sorunumu çözememiştim. Çünkü finansal, sosyal veya fiziksel bir derdim yoktu. Anlam arayışım varmış ve onun peşinden gittim. Eğer, o kurumda bu arayışıma yanıt bulabileceğim birileri olsaydı ve beni yönlendirseydi. Büyük ihtimalle istifa etmezdim.
Yurt dışından adımölçer saatlerin bir versiyonundan 2 bin tane getirttim. Fiziksel iyi olma haliyle başladım. Kurum kurum gezdim ve bu ürünleri satarak ilk paramı kazandım. Sonra projeler ve programlar üretmeye başladım. Şu anda çalışanlara birebir destek sağlayan bir yazılımımız var.
Dünya genelinde 100 tane çalışanın 9 tanesi bu tarz hizmet ile karşılaşabiliyor. Bu güzel bir rakam ve daha da büyüyecektir. Türkiye’de 10 şirketten yedisi bu konuyla ilgilenmeye başladı. Kimisi yoga, kimisi mutluluk, kimisi ise diyetisyen diye bakıyor. Ancak herkes bu konunun ucundan tutmaya başladı.
O dönemlerde yoga çok popülerdi. Beni yoga eğitmeni sanıyorlardı. Psikolog ya da diyetisyen sananlar da oldu. Konu tam anlaşılamadı bir süre. Kurumsal wellbeing çok önemli diye anlatıyorum. İyi olan ya da olabilen insanlar yaratmaya çalışıyoruz.
2013 yılında Şubat ayında başladım. Son bir buçuk yılda şirketimiz üç kat büyüdü.
Kurumlarda davranşı değiştirmeye çalışıyoruz. Dört aşamalı bir davranış değişim modeli kurguluyoruz. Önce şirketin bir durum haritasını çiziyoruz. Bahsettiğim 8 başlıktan en kötü olan konu mesela fiziksel wellbeing şeklinde bir tespit yapabiliyoruz ve bu konuya odaklanıyoruz. Diyetisyen ve spor hocası atıyoruz. İkinci aşamada bu insanlarla seminerler yapıyoruz. Mesele emziren anneye beslenme tüyoları veriyoruz. Oradan bir kişiyi yakalıyoruz. Başka bir konuyla diğerini yakalıyoruz. Bunların hepsini de mobil uygulamadan yürütüyoruz.
Davranışı değiştirmek için hadi diyetisyene git demek yetmez. Aynı anda birçok şeyi değiştirmeniz gerekiyor. Bu çok kademeli bir değişim modeli. Mesela Harvard’da bir araştırma yapılmış. En yakınımızdaki beş kişinin ortalaması olduğumuz tespit edilmiş. Bu noktadan hareketle davranış değişim modeli kurguladık. Bir kişi değişince çevresi de etkiliyor. Şirkette domine etkisi oluyor. Aynı düşünce ekseninde projeleri çalışanların ailelere de katılıyor.
Bir yatırımcı adayım var. İlk sorusu şu oldu: “ Bu zorunluluk mu, yoksa olmasa da olur mu ?” Bu şirketlerdeki insan kaynakları biriminin meselesi. Çizgiyi çektik ve netleştirdik. Her şirket konuyu farklı değerlendiriyor. Falcı değilim, bir zaman söyleyemem. Ancak dünyada baş döndürücü bir hızla büyüyen bir wellness-wellbeing gerçeği var. Türkiye’de de insan kaynakları altında ayrı bir iş kolu olarak yer bulmak zorunda. Şu an bir zorunluluk gibi gözükmeyebilir. X kuşağının böyle bir beklentisi yok ama Z kuşağı geldiğinde çok geç olacak. Bu konuyu başlık olarak yazabilen insan kaynakları kazanacak.