
İstanbul Devlet Tiyatroları oyunu Kuşdili, iki ay sonra yeniden sahneleniyor. 1-5 Nisan arasında Mecidiyeköy Büyük Sahne’de izleyiciyle buluşacak oyun, insanın nefsiyle mücadelesinin yansımasını ele alıyor.
Mecidiyeköy Büyük Sahne’de en son iki ay önce sahnelenen, İstanbul Devlet Tiyatroları (DT) oyunu Kuşdili, yeniden sahneleniyor. Semih Kaplanoğlu’nun yönettiği oyunu yazar Leyla İpekçi kaleme aldı. Kuşdili, savaşla ilgili oyun yazmaya çalışan Ayşe Atakan isimli baş karakterin; kendisi ve çevresiyle çatışmalarını anlatıyor. Baş karakter Ayşe, sahnede bir yandan oyununu yazıyor, çevresindekiler de oyununu sahneliyor. Modern insan ilişkilerini, aile bağlarını ve toplumu eleştiren oyun, evliliğe dair eleştirileri de boş geçmiyor. İzleyici, iki saat boyunca gerçek ve oyunun iç içe geçtiği bir temsil izleyecek. Bu yönüyle dikkatli bir takip gerektiren Kuşdili’ni, oyunun yazarı Leyla İpekçi ve yönetmeni Semih Kaplanoğlu Yeni Şafak’a anlattı.


OYUNDAN OYUN ÇIKTI
Ocak sonunda prömiyer yapan oyun, 1-5 Nisan’da Mecidiyeköy Büyük Sahne’de yeniden perde açacak. DT’nin “Edebiyattan Sahneye” projesi kapsamında sahnelenen oyunun ortaya çıkışını yazar İpekçi şu ifadelerle anlattı: “Geçtiğimiz yıllarda sahne alan Limon oyunundan çıktığımda, ‘Kuşdili’ hayalimde canlanmıştı. Adı dahil. Ama sonra bilgisayarımda kalakaldı. Aradan iki yıl geçtikten sonra Devlet Tiyatroları’ndan aradılar. O oyun çoktan yazıldı dedim. Tam da kuşdili oldu işte!”
ERENLERİN DİLİYLE KONUŞUYOR
İpekçi; Kuşdili’ni 2005’te yayınladığı Başkası Olduğun Yer ve 2017’de çıkardığı Dem Yüzü’nde romanlarından esinlenerek kaleme aldı. İnsanın nefis mücadelesinin bir yansıması olan oyun, gündelik bir dil kullanarak farklı bilinç seviyelerine hitap ediyor. İsmini de bu arifane yönden alan oyunu Leyla İpekçi, şöyle anlattı: “Şuna buna laf ederken ve durmadan muhataplarını kınarken kendi zaaflarını, çelişkilerini göremez ya insan. Misal; arsasına kaçak kat çıkmak için tanıdık peşinde koşar, kendince haklılığı vardır, sebepleri çoktur ve bir yandan da devlete, hükümete, belediyeye verir veriştirir. İşte insanın nefsini böyle minik minik temize çekip çıkardığı meydan, iç savaşın yaşandığı meydandır. Hırs, kibir, nefret, haset, yalan, fitnecilik, tahakküm, kibir, öfke… Oyundaki gibi ekrandaki savaş görüntüleri ev içindeki kavgalar da aynadır adeta. Daima savaşın nefsimizdeki evrensel malzemesi bu zaaflar. Türkçe’ye erenlerin maharetiyle gizlenen sonsuz zenginlikteki anlam hazinesi, ister istemez bu oyunda da insanın iç dünyası ile dış dünyayı, evvel ile ahiri, perdenin sahne ve seyirciyle oluşan iki yanını sonsuz şimdiye, an’a getiren bir yapı sunuyor.”
AYŞE DEĞİL METİN BAŞROLDEYDİ

Katmanlı yapısına arifane söyleyişin de eklendiği oyun, ilk zorlukları provalarda yaşadı. Yönetmen Semih Kaplanoğlu,
o süreçten şöyle söz etti: “Oyun metni dilin sınırlarını parçalıyor, metaforları Yunus’tan Oğuz Atay’a kadim Türkçe’nin ironik dünyasında yeniden kurguluyordu. Burada karakterlerden, dramatik akıştan ziyade ‘metnin’ başrolde olduğu bir oyun vardı. Oyuncuları alışık oldukları sınırların dışına çıkarmak, ezberlerini bozmak ilk başta pek de kolay olmadı. Zamanla bir uyum yaratılabildi.” Kaplanoğlu, seyir zevki için yapılması gerekenleri şöyle özetledi: “Oyuncular gibi seyirciler de kendilerini metnin akışına bırakabildikleri oranda zevk alabiliyorlar. Zor hatta çetrefil bir anlamlar katmanını akışta iken idrak etmek bence sadece zihnin değil kalbin de açıklığını gerektiriyor."