
Ey Ramazan! Hoş geldin dedik, şimdi uğurluyoruz seni… Bize getirdiğin affı, huzuru, rahmeti bırak da git. Seneye sağlıkla, imanla, ümitle kavuşmayı nasip eyle Ya Rab.
Ramazan’ın son haftasında Osmanlı evlerinde büyük bir hazırlık başlardı. Çünkü bayram sofrası, misafir ağırlamanın ötesinde, bir dua sofrasıydı. Evlerde baştan başa mutfak seferberliği ilan edilirdi. Tavuk suyuna çorba, etli pilav ya da kuzu yahni, keşkek, börek, zeytinyağlı dolma, tatlıda zerde, hurma tatlısı, kadayıf ve mutlaka ev yapımı baklava... Her evde en az bir tepsi açılırdı, o tepsinin bir ucu komşuya, bir ucu da ihtiyaç sahibine giderdi. Sofranın ortasında sadece yemek değil, bereket ve niyet olurdu.
Tatlıdan önce şerbet: Hoş geldin adabı
Şerbet Osmanlı’da sadece içecek değil, evin zarafet niyetinin bir göstergesiydi. Bayram sabahı bir tencere şerbet kaynamadan bayram başlamış sayılmazdı. Nar suyu, gül suyu, karanfil, tarçın, bal ve limonla kaynatılan şerbet, önce misafirin eline sunulur, ardından kahve gelir, sonra sohbet başlardı. Şerbet “hoş geldin”, kahve “buyur otur”, tatlı ise “duamız seninle” derdi.
Mahyalar ve sessiz vedalar
Ramazan’ın son günlerinde İstanbul semalarında bir yazı belirirdi: “Elveda Ya Şehri Ramazan.” Bu mahya en çok Şehzadebaşı Camii’nin minareleri arasında görülür, Ramazan boyunca ışıkla aydınlanan semt, bayram sabahı huşu dolu bir sessizliğe bürünürdü. Minarelerin arasındaki bu yazı, sadece bir vedayı değil, bir şükrü de temsil ederdi. Çünkü Ramazan giderken affını, rahmetini ve bereketini bırakarak giderdi.
Sarayda bayram: Arife divanı ve bayramlaşma merasimi
Osmanlı Sarayı’nda Arife günü ayrı bir ihtişamla yaşanırdı. Arife Divanı kurulurdu. Enderun halkı sırayla padişaha bayram tebriğinde bulunur, nevbet çalınır, dualar okunur, bahşişler verilirdi. Bayram sabahı sarayda “Muâyede-i Havas” töreni düzenlenir, sadrazamdan defterdara kadar herkes padişahın huzuruna çıkar, kimileri eteğini öper, kimileri sadece eğilirdi. Padişah ardından bayram namazına gitmek üzere Ayasofya veya Sultanahmet Camii’ni seçerdi. Bu camideki bayram, sadece namaz değil, bir halkla buluşma anıydı.
Bayram alayı: Devletin zarafetle yürüyüşü
Osmanlı’da bayram denilince akla sadece evler değil, meydanlar da gelirdi. Özellikle Bayram Alayı, padişahtan halka kadar herkesin gözünü diktiği bir törendi. Mehter takımı önde yürür, ardından loncalar sırayla geçerdi. Berberler gül suyu sıkar, fırıncılar dev simitler taşır, çiniciler ve bakırcılar el emeği ürünlerini gösterir, tatlıcılar şekerleme dağıtırdı. Her esnaf padişaha kendi sanatını hediye ederdi. Padişah ise her hediyeyi bir tebessümle kabul eder, en mütevazı olanını da en az diğeri kadar yüceltirdi.
Bayramın sokaktaki yüzü: Şenlikten şefkate
Bayram boyunca İstanbul’un neredeyse her semtinde panayırlar, bayram yerleri kurulur, sokaklar çocuk sesleriyle dolardı. Salıncaklar, dönme dolaplar, ip cambazları, hokkabazlar… Hepsi bu üç günlük bayramı çocuklar için unutulmaz kılmak içindi. Eyüp oyuncakçıları, baloncular, kaynana zırıltıcıları, macuncular, şerbetçiler… Herkesin görevi bir çocuğu daha sevindirmekti.
Ramazan’a veda: Uğurlamanın nezaketi
Osmanlı’da Ramazan bitince aceleyle bayrama geçilmezdi. Önce bir durulur, Ramazan’a veda edilirdi. Cemaat birlikte dua ederdi:
“Ey Ramazan! Hoş geldin dedik, şimdi uğurluyoruz seni…
Bize getirdiğin affı, huzuru, rahmeti bırak da git.
Seneye sağlıkla, imanla, ümitle kavuşmayı nasip eyle Ya Rab.”
Gelin bu duayı bu yıl biz de ailemizle, dostlarımızla, akrabalarımızla birlikte edelim. Ramazan ayının getirdiği rahmeti, huzuru, birliği bayrama taşıyalım. Ramazan’a nasıl veda edersek, bayram da bizi öyle karşılar. Ve her veda, içinde bir kavuşma duası taşır.
Bayramın muhabbetini evde başlat, etrafına yaşat
Geçmişin her bir geleneği, bugünün eksik yanlarına merhem olabilir. Bayram, sadece hatırlanmakla yetinilen bir zaman değil; yaşatıldıkça anlam kazanan ortak bir hafızadır. Bu özel zamanlar, bir milletin kendini hatırlama biçimidir aslında; kökleriyle kurduğu gönül bağının, geçmişle bugünü birleştiren o ince çizginin adıdır. Aidiyet duygusunun ete kemiğe bürünmüş halidir. Bizi biz yapan, unuttuğumuzda eksildiğimiz değerlerdir.
Bu bayram sofran sevgiyle, muhabbetle kurulsun; tatlın duayla pişsin, şerbetin zarafetle sunulsun. Bayram, evinde başladığı gibi çevrende de hissedilsin. Komşunun kapısını bir tabak tatlıyla çal mesela. Çocuğuna verdiğin bayram harçlığının bir kısmını bir yetime ayır. Şerbet kaynat evinde; sadece içmek için değil, bir geleneği yaşatmak için yap bunu. Bayramı dijitalde geçirme; kalk, git, hâl hatır sor, yüz yüze bayramlaş. Büyüklerin eli, komşunun kapısı hâlâ yolunu gözlüyor. Ve kabristana uğrayıp bir Fatiha okumayı ihmal etme geçmişine. Bu dünya fani…
Ramazan’ın rahmetini, bayramın bereketine taşıyanlara, bu güzel geleneği yaşatmaya gönül veren herkese selam olsun. Bu vesileyle, rahmet ve mağfiret ikliminin ardından eriştiğimiz Ramazan Bayramı’nı en kalbî duygularımla tebrik ediyor; bu mübarek bayramın ülkemize ve tüm İslam âlemine hayırlar getirmesini Yüce Allah’tan niyaz ediyorum. Ramazan Bayramımız mübarek olsun.