Sanat, son yıllarda dünya çapında büyük bir değişim ve yeniliğe maruz kaldı. Özellikle pandemi döneminde üretimlerin arttığı bu alana dijital sanatların da dahil olmasıyla hem sanatçı sayısında hem de yapılan üretimlerde ciddi artış yaşandı. Sanat etkinliklerinin çoğalıp çeşitlenmesine yol açan bu gelişme sayesinde birçok yeni sanat organizasyonu ve dalı da hayatımıza dahil oldu. Ülkemiz de dünyadaki bu gelişmelerden geri kalmadı. AKM başta olmak üzere restore edilip açılan sanat mekanları, bu mekanlarda ağırlanan önemli sanatçılar, gerçekleşen festivaller ve sanatın her çeşidi dünyayla aynı anda ülkemizde yer alıyor. Bu da ülkemizin sanat alanında söyleyecek sözünün olduğunun bir kanıtı. Fakat sanatçıların dünyasını anlamak, sanatlarını anlamak kadar önemli. Geçtiğimiz gün kutlanan 15 Nisan Dünya Sanat Günü’nde sanatçıların üretkenlikleri, sergiledikleri eserler ve sarf ettikleri emek konuşuldu. Biz de kendi alanlarında önemli işlere imza atan sanatçılara, ürettikleri sanatı değerlendirmesini istedik.
Sanat hakkında eski çağlardan başlayarak günümüze dek pek çok tartışma ve gelişme yaşandı. Bu gelişmelerin en yoğun ve en ütopik anlarına dünyaca şahitlik ediyoruz. Çünkü plastik sanatların yanına dijital sanat, akabinde metaverse dünyası eklendi. Gelecek on yıllar boyunca sanat yapma ve sanatı satın alma şekli yeniden şekillenecek. Galeriler ve sanatçılar dijital stratejilerinde artık daha profesyonel. Mevcut müşterileriyle bağlarını sürdürmek ve çevrimiçi yeni bağlantılar kurmak için artık daha fazla dijital pazarlama taktikleri deneniyor. Bu da sanatı ulaşılabilir bir hale getiriyor. Türkiye de bu gelişmelere alışmış ve içselleştirmiş görünüyor. Genç ve dinamik nüfusumuzda özellikle dijital sanat kabul görmüş durumda. Geleneksel sanat eğitimi almış ya da kendi zengin kültür ırmaklarından faydalanmış olan sanatçılarımızın dünya çapında fark edilmemesi mümkün değil. Bunu başarmış ve bu yolda ilerleyen genç sanatçılarımızın Türkiye’nin sanat yolculuğuna hız kazandıracağı aşikar. Önümüzdeki yıllarda Türkiye’yi sanat başkentleri arasında görmeye alışmalıyız.
İslam’ın ve Kur’an'ın ruhuna uygun bir estetiğe sahip olan hüsnühat sanatı, evrensel bir sanat. İnsanın genetiğine doğuştan nakşedilmiş olan bedii zevkiyle aradığı ölçü (altın oran), görsel doygunluk ve tınısı sayesinde tüm insanlığa hitap ediyor. Böylesi özel hususiyetlere sahip olan bu sanatın uluslararası mecralarda düzenlenen yarışmalarla ve tüm dünyadaki hattatların vesilesiyle tanınırlığının artması ve muhataplarına ulaşması da bu bağlamda önem arz ediyor. Çok ümit verici ve özel çalışmalar gerçekleştiriliyor. Umut ediyorum ki ilerleyen zamanda çok daha güzel gelişmeler yaşanacak.
Türkiye’deki sanat camiasında her kesim kendi içinde bir grup kurup ve o gruba başkalarını dahil etmiyor. Konser yapan belediye ve kültür kurumlarının aylık kültür ajandalarına bakınca aynı sanatçıları görürsünüz. Sokakta sekiz yıl çalarak sahneye ve profesyonel müzik hayatına atıldım. Santuru öğrenmek için İran’da yaşadım bir süre. 400’e yakın bestem ve 13 albümüm var. 30’dan fazla ülkede konser verdim. Kendi ülkemde de salon kiralayıp, biletli konser yapıyorum ama bir kurumda bunu yapmam zor ve nadir oluyor. Türkiye’de olağanüstü bir sanatçı olabilirsiniz ama birileri referans olmadan hiçbir iş yapamazsınız. Kimse yeteneğe bakmıyor artık. Sanatçının müziğinden çok siyasi duruşuyla ilgileniyorlar. Dünyada da durum farklı değil. Özellikle dünya müzik piyasasında her şey bağlantınız olmasına bağlı. Yeteneksiz bir insan, bir anda dünyanın en önemli müzik şirketinden albüm çıkarıp ünlü olabiliyor. Dinleyici müzisyene değil, şirket etiketine bakıyor. Hiç emek sarf etmeksizin tek şarkısını ünlü bir aranjöre kaydettirip sonra da hemen ünlü olanlar, yıllarını müziğe adayıp ömür geçirenlere üstenci bir tavırla yaklaşıyorlar. İbretle seyrediyorum.
Dünyada ve Türkiye’de oyunculuk çok farklı yerde. Dünyada oyunculuk liyakate dayalı yapılıyor. Bu liyakat karşılık bulduğunda o oyuncuyu bütün dünya tanıyor. Fakat bizim dünyaya tanıtabildiğimiz bir oyuncumuz yok. Çünkü bizde dayatma ve biat kültürü var. Oyuncular liyakatlerine göre değil menajerlerine göre seçilip yol yüründüğü için, oyuncularımızı dünyaya pazarlayamıyoruz. Ülkemizdeki sinema ve televizyon sektörünü de oyuncu menajerleri domine ediyor. Yapımcı, yönetmen, kanal idarecisi ve senarist menajerin istediği oyuncuyu görüyor. Türkiye’de oyunculuk benim nazarımda çıkmaz sokağa girmiş durumda. Tüm televizyon işlerinde aynı oyuncuları izliyoruz. Türkiye’de binlerce oyuncu var fakat biz onlarcasını biliyoruz. Bunun sebebi menajerlerin komisyoncu tavırları, sanat idarecilerinin de seslerini çıkarmaması. Bu da sanatın gelişmesini engelliyor.