
“Altın Buzağı” filmi, sinemacı kardeşler Orhan ve Yahya Demir’in Kur’an’daki Samiri kıssasından ilhamla çektiği, içsel ve çevresel sınanmalarını konu alıyor. Yönetmen Nazif Tunç, filmin günümüzde putlaşan unsurlar ve nefisle hesaplaşmayı odağa aldığını belirtiyor.
Halk Film ve TRT Sinema ortak yapımcılığında, Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle hayata geçirilen “Altın Buzağı” filminin çekimleri geçtiğimiz hafta sona erdi. Yönetmenliğini Nazif Tunç’un, senaryosunu ise Tunç ile Yusuf Faruk Tunç’un kaleme aldığı, Cevahir Şahin’in görüntü yönetmenliğini üstlendiği filmin başrollerini Ali Nuri Türkoğlu, Dursun Ali Erzincanlı ve Mürşit Ağa Bağ paylaşırken, oyuncu kadrosunda ayrıca Onur Yenidünya, Melahat Abbasova ve Mustafa Şimşek yer alıyor. İslam edebiyatının sohbet geleneğinden ilham alan film, ülkesinde manevi sinemanın ilk örneklerini vermiş sinemacı yapımcı Orhan Demir ve ağabeyi yönetmen Yahya Demir’in kariyerlerinin son filmi olarak Kur-an’daki bir kıssadan uyarladıkları “Altın Buzağı” projesini hayata geçirmek için çıktıkları yolda yaşadıklarını beyaz perdeye taşıyor. Temsil ile hakikat, sanat ile tebliğ, ticaret ile takva arasındaki gerilimde, sinemada yeni bir türün arayışında olan “Altın Buzağı” filminde, alışılan senaryo kalıplarının ötesine geçilerek, temel gayesi hidayet olan bir anlatı dili kurulması amaçlanıyor. Yeni Şafak Pazar olarak; filmin yönetmeni ve senaristlerinden Nazif Tunç, oyuncular Ali Nuri Türkoğlu ve Mürşit Ağa Bağ ile konuştuk.

Sinemanın bir irşad vasıtası olabileceğine inanıyorum
Nazif Tunç, yapımın ilham kaynağı olan kıssayı ve projeye yaklaşımlarını “Altın Buzağı, Kur’an’da yer alan Samiri kıssasına dayanıyor. Hz. Musa ve Hz. Harun’un, İsrailoğulları’nı Kızıldeniz’den geçirip Firavun’un zulmünden kurtardıktan sonra yaşananları anlatıyor. İsrailoğulları, sadece kırk gün içinde, bir sanat eseri sayılan altından bir buzağı yaparak vahiyden ve tevhid inancından uzaklaştılar. Bu kıssa bize, insanın putlarını kırması, nefsine tapınmaktan vazgeçmesi ve yalnızca Allah’a yönelmesi gerektiğini öğütler. Buradaki ‘put’; iktidar, para, şöhret, bağımlılık ya da dünyaya aşırı tutkuyla bağlanmak” sözleriyle anlatıyor. Altın Buzağı filmi, bu kıssayı yalnızca tarihsel bir anlatı olarak sunmakla kalmıyor aynı zamanda günümüz dünyasında bu kıssanın anlamını yeniden düşünmeye çağıran özgün bir yapı sunuyor. Tunç, filmin yapısını ve anlatmak istediği temel meseleyi şöyle özetliyor: “Filmimiz aslında bir ‘film içinde film’. İki Müslüman sinemacı kardeşin Orhan ve Yahya Demir’in Kur’an’daki bu kıssadan yola çıkarak bir film çekmeye çalışırken yaşadıkları sınanmaları anlatıyor. Günümüz dünyasında, neredeyse birer puta dönüşen unsurların sinema çevresi üzerindeki etkisini ve bu kardeşlerin hem çevreleriyle hem de kendi nefisleriyle olan hesaplaşmalarını işliyoruz. Kısacası, Kur’an’da insanlara neyle uyarı yapıldıysa, bu sinemacı kardeşler de aynı şeylerle sınanıyorlar.”
“Sinemanın bir tebliğ ve irşad vasıtası olabileceğine inanıyorum” diyen Tunç, “Sinema perdesinden yansıyan ışığın, insanların kirlenmiş gönüllerini temizleyeceğini ve onları nurlandıracağını düşünüyorum. Yeter ki Müslüman edebiyatının bir zamanlar çok başarılı şekilde uyguladığı yöntem sinemaya da taşınabilsin. O edebiyatın amacı, insanı güzele ve en güzele ulaştırmaktı. Ne yazık ki bu çaba, sinema alanında yeterince karşılık bulamadı. Eğer bu anlayış sinemaya da yerleşirse, sinema da hakikate açılan bir kapı hâline gelecektir” diyor.
30 yılı aşkın mücadelemden sahneler var
İki Müslüman sinemacı kardeşin Kur’an’daki kıssayı çekmeye çalışırken yaşadığı sınanmanın günümüzde de devam ettiğine dikkat çeken Tunç, “Sinema çok kolay bir şekilde insanları raydan çıkaran ve kötüye yönelten bir sanat dalına dönüşebilir. Biz ise neredeyse kaza yapmış bir trenin yolcuları gibiyiz. Amacımız trenimizi raydan çıkarmamak, doğru yolda tutmak ve iyiye, güzele, hakikate ulaştırmak” diyor. Tunç, filmde kendi 30 yılı aşkın yaşam deneyiminden de izler olduğunu da belirterek, “Altın Buzağı’nda, biyografik diyebileceğim şekilde, kendi 30 yılı aşkın yaşam mücadelemden, karşılaştığım tahakkümden, kınanmalardan, dışlanmalardan ve yalnızlıklardan sahneler var. Film hem kişisel hem toplumsal sınavlarımızın sinemadaki yansımasıdır” ifadelerini kullanıyor.

Ali Nuri Türkoğlu: Nefsiyle mücadele eden modern insanın bir temsili
Yönetmen Yahya Demir karakterini canlandıran oyuncu Ali Nuri Türkoğlu karakterinin yaşadığı içsel sorgulamanın kendisini de etkilediğini ifade ediyor. Türkoğlu’na göre Yahya Demir, sadece bir yönetmen değil; nefsiyle mücadele eden modern insanın bir temsili. Türkoğlu, “Adem’den beri nefsiyle mücadele eden insanın bir simgesi, bir temsili aslında. Sinema gibi çoğunlukla inkâr aracı olarak kullanılan bir alanda, tevhidi anlatmaya çalışan bir yönetmeni canlandırıyorum. Yahya Demir, dini filmler çeken bir sinemacı. Ama bir gün küçük bir çocuğun sorduğu ‘Allah’a yakın olmak mümkün mü?’ sorusuyla sarsılıyor. Bu soruya bugüne kadar hiç düşünmeden cevap vermemiş olduğunu fark ediyor. İşte Yahya’nın manevi yolculuğu burada başlıyor” sözleriyle anlatıyor. Altın Buzağı filminin sıradan bir yapım olmadığının altını çizen Türkoğlu, “Biz filmde doğrudan kıssayı canlandırmıyoruz aslında. O kıssayı filme çekmek isteyen bir ekibin iç tartışmalarını izliyoruz. ‘Peygamber gösterilir mi, gösterilmeden nasıl anlatılır?’ gibi sanatın sınırlarını sorgulayan çok güçlü sahneler var. Bu da hem kıssaya hem bugünkü sanat anlayışına bir ayna tutuyor” diyor. Kıssada geçen “Altın Buzağı” metaforunun dünyevi sapmaları da temsil ettiğini belirten Türkoğlu, filmin bir yönüyle izleyiciyi Kur’an’a yönelmeye ve inancını tazelemeye davet ettiğini söylüyor.

Mürşit Ağa Bağ: Sanatı tebliğ için kullanmış bir karakter
Sinemacı kardeşlerden yapımcı Orhan Demir karakterini canlandıran oyuncu Mürşit Ağa Bağ, “Orhan Demir, yaklaşık 30 yıllık bir yapımcı. Sanatın önemini derinden kavramış, tebliğ için sanatı kullanmanın gerekliliğine inanan, çevresindekilere de bunu anlatmaya çalışan, dosdoğru duran bir Müslüman. Allah yolunda ayetlerin filmlerini yapmaya çalışan, bu yolda hiçbir şekilde ne paraya ne şöhrete ne de başka bir şeye boyun eğmeyen bir öncü. Ancak bu duruşu yüzünden çoğunlukla yalnız kalıyor. Filmde ayrıca, parayı putlaştırmış bir kanal sahibi karakter var. Orhan Demir ise, daha önce yaptığı işlerin eksik yanlarını fark eden ve son yapacağı filmi tamamen Allah yolunda ve doğru bir amaçla çekmek isteyen biri. Mücadelesi bu; ancak karşısına kendi çevresinin ve nefsinin engelleri çıkıyor. Hatta kısmen yolda kalıyor, sınıfta kalıyor ama asla vazgeçmiyor” sözleriyle canlandırdığı karakteri anlatıyor. Filmde işlenen temaların, dindar çevrelerin sanatla olan sınavına da ışık tuttuğunu belirten Bağ, sektörde karşılaşılan çelişkilere dikkat çekerek, “Allah yolunda yola çıkılıyor ama sonra reyting, şöhret, reklam gibi şeyler ön plana geçebiliyor” diyor ve ekliyor: “Bu film cesaretin, inancın ve direnişin hikâyesini anlatıyor.”